Gezi: Berlin

ÜMRANİYE’DE ARTAN KONUT KİRALARININ BERLİN’DEKİ GRUP SEKSE ETKİSİ

Zürih’te yağmurlu bir sabah, kaldığım hostelin terasında, tek başıma sigara içip gökyüzüne dalmış yolculuklarımı düşünürken, adeta bulutlarda Seda Sayan’ın siluetini gördüm ve Gülben’e söylediklerini bana da söyledi:

-Neler çektin kız anlat, ay neler yaşadın be, bak herkes pür dikkat seni dinliyor kız anlat.

Bu epifani anıyla beraber,ne zamandır yazmadığım seyahatlerimi tekrar yazmaya karar verdim ve Zürih’ten döner dönmez Dark Bear’a Homojen Dergi’nin hala var olup olmadığını sordum. Olumlu cevabı alınca da tekrar yazmak istediğimi söyledim. Sağ olsun kırmadı.

Yani bayanlar bayanlar, karşınızda yine ben, muahhhh, bilmem kaç yıl aradan sonra tekrar yazıyorum. Cidden çok heyecanlıyım.

Zürih’ten döneli iki gün oldu ama Zürih’i başka seyahat yazısında anlatacağım. Şimdilik Bay Kemal’in Muharrem İnce’ye, cumhurbaşkanlığı adaylığında seslendiği gibi ‘Gel Bakalım Berlin Hanfendi’ diyorum.

Ay noldu da Berlin’e gittim, ne umdum, ne buldum, hepsini anlatacağım, kız yaklaşın.

Şimdi hepimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıyla (Bir önceki hayatlarımızda artık hangi lubunların canını yaktıysak) ödüllendirildik. Ülkenin genelinin sorunu, gelinlerinin çirkefliği, aile için çatışmalar, ramazanda sakız orucu bozar mı, niyetliyken diş fırçasına macun koymadan dişlerimi fırçalayabilir miyim ve tam olarak kimleri s2ebiliyoruzken, biz beyaz yakalı elit gaylerin sorunu münferit aşkım:

-En uzun schengeni nerden alabilirim?

Kız ben bu yazıyı şimdi yazıyorum ama vizeye 2021 Mayısta başvurdum. Ülkelerin sınırları yeni yeni açılıyor, şehre biontech gelmiş, köyüne su kuyusu açılan Afrikalı gibi herkes mutlu, bi güzel karantinalarımız kalkmış, iki sokak alttaki koliye mi gidiyoruz, Gazze şeridinimi geçiyoruz belli olmayan günler geride kalmıştı. Tanrının tüm kulları olarak çaresizlik karşısındaki eşitlikten, eski sınıf ayrımı olan güzel günlerimize dönmek üzereyken, müdürüm iş çıkışı bir konuşma yaptı ve şöyle dedi.

-Proje bitiyor muahhhh yollarımızı ayırmamız gerekebilir.

Tabii kendi acımı yaşama fırsatı bulamadan aklıma ilk çözüm şu geldi: Muahhhh  hemen vizeye başvuruyorsun, proje biterse,  Avrupa’ya kaçıp, yerleşiyorsun. Bu artık iş bularak mı olur, 83 yaşındaki kocaya nikâhı basıp, şöminenin yanında 2. Dünya savaşı anılarını dinleyerek mi olur, orasını bilemem. Kervan yolda düzülürdü ama bu sefer kervan kalsa da düzelecek gibi görünüyordu.

O sıralar henüz aşılardan emin olamamama rağmen öncelikle hemen biontech aşı randevusu, ardından da Almanya vize randevusu aldım. Vize alınca da Almanya’ya bir giriş çıkış yapayım dedim.

Genelde biletlerimi kampanyalardan alır (1 euro+vergiler), o günlere de izin kullanırım ama delta alarmında olduğum için, Berlin’e gidiş dönüş 2400 liraya bilet aldım. O zaman enflasyon 21 cm damarlı değildi henüz, yeni yeni kalkıyordu.

1 ay sonra vizem geldi ki ilk kez bu kadar uzun schengen sonucu bekledim. Vizem de geldiğine göre gel bakalım Berlin hanfendi dedim.

Kız şimdi burada vize için idata ofisinden Almanya vizesi randevusu aldım dememe gerek yok değil mi? Yani yanlışlıkla gidip Fransa’dan falan randevu almazsınız diye düşünüyorum.

Plan programa aşırı düşkün biri olarak hemen scruff ve growlrda konumu Berlin’e aldım ve bir ön araştırma yaparak seyahatimi planlamaya başladım.

Gitmeye üç hafta kala normalde Münih’te yaşayan ama aynı hafta Berlin’de olacağımız bir Alman lubunyayla yazıştık, grup için sözleştik ve bunu bir kenara not aldık. (Ayh bu lubunyayla sonra ne oldu anlatacağım bir saniye okumaya devam.)

Şimdi hedef belli, Berlin. Başka yere geçilmeyecek. Cuma günü gidilecek pazar günü dönülecek. Hemen booking.com’a girilindi, hostel fiyatlarına bakınıldı, duvardan duvara çarpınıldı ve baygınlık geçtikten sonra kahvaltı dahil en ucuz olanı rezerve edilindi.

Hostelimin adı ONE80 hostelaşkolar. Gayet merkezi bir yerde. 16 kişilik odada kendi yatağım olacak. Normalde hostel odalarında başkalarıyla kalmak istemem, ama bu sefer 2 gece diye uzatmadım konuyu.

Kız hani şu üç hafta önceden yazıştığım Alman lubun var ya, cumasına gideceğim haftanın çarşamba gününde mesaj attı: Biz başlıyoruz aşkım nerdesin?

Ayh ben şoklar şoku. Kız benim gelmeme daha 3 gün var, ayrıcana da cumartesi görüşürüz dedik, çarşambadan ne seksi bu.

‘Hanfandi, ben cumartesi gelebilirim hala Ümraniye’deyim’ dedim.

‘Ha ok, cumartesi geldiğinde katılırsın’ dedi.

Nasıl yani kız? Dört gün boyunca sevişecek misiniz? Ayh aklım havsalam, dahi anlamına gelen de, da gibi vücudumu terk etti. Neyse dedim dur bakalım ne olacak.

Ve beklenen gün geldi çattı. Yalnız şöyle bir durum var, gideceğim güne kadar müdürüme Berlin’e gideceğimi söylemedim. Ayh Adana’ya diye çıktım, Berlin’e gittim kız.

Berlin’e indim ve pasaport kontrolünde hayatımda ilk kez yaşadığım bir olay oldu. Kız polis resmen sorguladı beni.

Berlin’e neden geldin diye sordu. ‘Koli kesmeye’ veya ‘bilmiyorum aşkım, belki sığınma talebinde bulunurum’ diyemediğim için, ‘uzun zamandır aklımdaydı, Berlin’i çok merak ediyorum’ dedim. Nerde kalacaksın diye sordu. Berlin_yer_var_kralkobra_aktif aşkım demeyip otelimin rezervasyonunu gösterdim.

Yanında ne kadar var dedi, hemen cüzdanımı açıp, kondomun yanındaki 100euroyu gösterdim ve ‘geri kalan her şey için mastercard aşkım’ diye ekledim.

Bu arada ben sorgulanırken, yan taraftaki kuyrukta, bi teyze Alman polisine, Türkçe olarak ‘gelinimi görmeye geldim falan diyordu.

Polis buna bir türlü derdini anlatamıyor, kadın da anlamıyordu. Neyse  B1 Almancayla A1 Türkçenin kapışmasını orda bıraktım ve kontrolden geçip içeri girdim.

-Vee Berlindeyim aşkolar.

Gelgelelim ilk mevzuuya: ‘Agalar şehir ne taraf, nasıl gidilir?’

Kimsenin gösterelim anam demesini beklemeden, danışmaya gittim. Suratsız bir Almandan (adım gibi eminim gaydi) bilgi aldım ve biletimi alıp trene doğru geçtim.

Şimdi şu Avrupa’da bilet alma mevzuuna bir açıklık getirelim. Bilindiği gibi Avrupa’da genel olarak turnike yok. Bu yüzden girdiğiniz para geri verildi diyen makineler de yok. Biletsiz de binebilirsiniz ama kontroller oluyor. Ha diyeceksin ki abla hiç kontrole yakalandın mı? Valla bende bir kere Zürih’te kontrol oldu aşkolar. Bence alın.

Neyse abla, şehir merkezine giderken bir baş ağrısı çöktü ki sorma! Artık kimin nazarıysa, başım zonk zonk zonkluyor.Direk hostele gittim. Açlığımı bastırsın diye yanıma aldığım kuruyemişten atıştırdım. Hostel güzel mi güzel, temiz de ama ben gündüz uykusuna hiç alışık değilim. Sağa dön sola dön yatamıyorum. Yanıma ağrı kesici de almamışım. Yatamadıkça başım daha da ağrıyor. Ayh neyse kalkayım bir tuvalete gideyim dedim ama ne göreyim, tuvaletin kapısı şeffaf. İçerde taharet mi alıyorsun, lavaj mı yapıyorsun kabak gibi ortada kız. Nedense üç gün kendimi tutabileceğime inanıp (ki sonradan bu başıma nasıl bi iş açtı anlatacağım, okumaya devam aşko) işeyip çıktım.

Neymiş, kural 1: yanına ağrı kesici almayı unutma.

Akşam vakti hostelden çıktım, Google mapsi açtım bi apotheke buldum. Apotheke eczane demek bu bilgiyi not et. Bir ağrıkesici aldım attım ağzıma ve not aldığım restoranlara bakıp hangisine gideyim diye düşündüm.

Aslında herkes Mustafa’s gemüse’de döner ye demiş ama konuma baktım uzak geldi.  2. Tavsiye olan ve yakın olan Burger meister Schlesisches Tor’a doğru yürümeye başladım.

O zamanlar Berlin’de seçimler yakın, Mutti (Angela Merkel) görevi bırakıyor tabi, her yer seçim afişi falan dolu. Çok istedim Mutti veda hutbesi gibisine bir balkon konuşması yapsa da dinlesem  diye ama yapmadı. Seçim afişlerinde Türkçe olarak, Berlin hepimizin falan yazanlara rastladım. Hepimizin de beni niye kapıda beklettiniz diyemiyorsun tabi.

Hamburgerciye ulaştım. Ayh ne göreyim büfeden hallice bir yer. E bir de beklenti yüksek. Domuz barındırmayan bir menü söyledim. Hamburger geldi. Kız hamburger görmesek inanacağız bu ne ayol. Ben Tokyo’da bile hamburger yemiş insanım, yanından geçemez. Kadıköy’de aynı fiyata 3lü menü veriyorlar.

Hamburgerimi yedim ve Kreuzberg’e doğru yürümeye başladım. Hani şu Türklerin yoğunluklu yaşadığı, 380 puntoyla KREUZBERG MERKEZİ olarak Türkçe yazı olan binanın olduğu yer. Hem o yazıyı göreyim istedim hem de şu meşhur öpüşen 2 erkek duvar resmi var ya onu. Saatlerce yürüdüm ve ikisini de bulamadım. Ama bir bilgi vereyim, öpüşen iki balomoz gören LPG’ler olarak hemen tikeliyoruz, medeniyet diye gözlerimiz doluyor ama arka plandaki hikaye farklı. Gerçekte böyle bir an yaşanıyor. Berlin’in bölündüğü zamanlarda biri Sovyetler Birliği genel sekreteri olan Leonid Brezhnev, diğeri de sosyalist birlik partisi genel sekreteri Erich Honecker, kameralar önünde dudak dudağa öpüşüyorlar. Kız Kadıköy solcusu edasıyla temennimizi yapalım. İkisi de ışıklar içinde uyusunlar, yattıkları yer incitmesin. Bildiğim kadarıyla Rus Ortodokslarda dudak dudağa öpüşmek dini bir selamlama. (Kız ne dinler var, biz de burada kafa tokuşturuyorlar. İnsan özeniyor valla.)

O gün Berlin sokaklarında turladım. Berlin televizyon kulesi görmeniz gereken yerler listesinde. Ha şunu söyleyeyim ben görmek istemiyorum deseniz de sancaktepe_kamyoncu_aktif gibi kule dik ve her yerden görünüyor. Ayh Ankara Atakule ayol. Kule görmek istesem Atamın yattığı yere giderim.

Bu arada Kreuzberg’de sokakta sürekli kulağıma Türkçe küfürler geliyor.

Neyse dedim kendime, muahhhh kendine gel, gereksiz yere kültürleniyorsun abartma. Hemen Google’a Berlin gay bar yazdım ve Roses adlı mekan en yakını olduğu için oraya doğru yürümeye başladım. Gittim ama ne göreyim bar komple kapalıymış ya kız. Google’dan silmemişler. Yıkılenzi bir şekilde yandaki bara geçtim ve uygulamalara yüklendim. Bir kaç Almanla bir de bir Türk ile yazıştım. Berlin’de doğmuş büyümüş ama aslen ailesi Giresunluymuş. Kız gel dedim fındık fiyatlarını konuşalım. Sağ olsun geldi.

Geldiğinde tokalaşıp yanaklarını öpmek için kendime çektim, biraz geri çekilse de iyicene kendime çekip yanaklarından öptüm. Sonrasında bu hareket için bana ‘o hareketi yapınca senin için, bu gerçekten Türk dedim kendime’ dedi. Kız ne bekliyordun Sovyet Yahudi’si mi? İstanbul’dan geliyoruz dedik, Adanalıyız dedik.

Biralarımızdan sonra Tiergarten’a gidelim mi dedi? Natürlich aşkım dedi. Büyük ihtimalle daha önce Doğu Berlin’den, Batı Berlin’e kontrol noktalarından diplomat taşınan arabasınnan beni Tiergarten’a götürdü. Araba o kadar eski aşko.

Tiergarten Berlin’de görülecekler listesinde zaten var. Aman park işte, hayvanat bahçesine yakın. Google’a yaz bu bilgiler çıkar zaten ama ben başka bilgi vereceğim. Burası çark mekânıymış kız, sonradan öğrendim. Kim söyledi anlatıcam birazdan.

Tiergarten’da yürüyüp, ırkçılığı, fındık fıstık fiyatlarını konuşurken konu gayri ihtiyari sekse geldi. Ayh Hay Allah hiç de beceremem.

İşte benim ilk seksim Berlin’de açık havada burada oldu. Ah benim üzümlü Giresunlum, İstanbul’a gelirsen ara dedim ama kaldı öyle.

Gecenin sonunda sağ olsun beni hostelime bıraktı. Baş ağrım geçmişti ve ertesi gün için bir free walking tour ayarlamıştım.

Şimdi buraya bir parantez açayım. Gittiğiniz şehirlerde valiz gibi gezip gelmeyin kız. Siz LPG’siniz, hetero değil, kendinize gelin. Bizler görünenin arkasındaki hikâyeyi bilmeliyiz. Google’a freewalkingtour ve şehrin adını yazın. Nerdeyse her Avrupa şehrinde var. Konsept söyle aşko, senin gibi turistlerle beraber merkezi bir noktada toplanıyorsun. Şehrin en önemli yerlerini gönüllü bir rehber eşliğinde geziyorsun ve o sana anlatıyor. Tur sonunda ne kadar istersen o kadar veriyorsun. Ben eskiden 5 euro verirdim ama enflasyon oraları da vurdu kız 10euro veriyorum artık. Çorculuğa gerek yok. Ben genelde guruwalk.com’u kullanıyorum. Berlin’de bir sürü alternatif tur var ama ben Berlin essentialtour’u seçtim.

Ertesi gün kahvaltımı hostelimde yaptım. Yanıma hostelden  muz, meyveli yoğurt kek çorladım. Hala tuvalete gitmem gerek ama direniyorum aşko.

Kahvaltıdan sonra Hotel Adlon önünde sarı şemsiyesinnen bekleyen tur rehberinin etrafındaki kalabalığa girdim. Hepimiz hangi ülkelerden geldiğimizi söyledik. O hafta Berlin maratonuna denk geldiği için genelde maratona gelen doğu Avrupalılar vardı ama benim için en ilginci Münihli bir Alman ve iki İsrailliydi. Neden diyeceksin. Kız atalarını kıyan topraklarda dedelerine kıyanların torunuyla tur yapmak zor olmalı.

Aşkım şimdi Berlin demek 2. Dünya savaşı demek biliyorsun. Tura başladık ilk önce Bebelplatz’a gittik. Burası ne peki? Naziler bu meydanda karşıt görüşlü tüm kitapları yakmışlar. Daha savaşın başlamak üzere olduğu zamanlarda.

Şimdi ise burada bir anıt var. Çok etkileyici, Zemindeki camdan içeri bakınca boş raflar görüyorsun. Ben hafiften duygulandım, gözlerim doldu. Çok üzüldüm ki kitap aşığıyımdır. Bazı çok değerli eserler burada sonsuza kadar yok olmuş.

Sonra hemen yakınında Neue Wache’yi görüyoruz. Burası şimdilerde 2. Dünya savaşı kurbanları anma yeri olsa da zamanında Naziler burayı kullanmış. Şok edici bir an yaşıyorum. Sarsılıyorum.

Aşkım aşağıdaki fotoğrafı çektim ama hangi bina olduğu aklımda değil unuttum. Yine de bu Neue Wache’nin hemen yanında. Mevzuu şu ki, 2. Dünya savaşındaki bombalamaları unutmamak için o yanık yerlere dokunmamışlar. Berlin’de böyle çok bina var zaten. Yani belediye ihaleye çıkmamış değil kız, insanlar hatırlamak istiyor.

Buradan Checkpoint Charlie’ye geçiyoruz. Peki burası nedir? Kız şimdi 2. Dünya savaşı sonrası Almanya doğu batı diye bölünüyor bunla da kalmayıp Berlin’i dörde bölüyorlar. Bir parçası Fransız, bir parçası İngiliz, bir diğeri Amerika, diğeri de Sovyetler kontrolünde kalıyor. Fransa, İngiltere, ABD müttefik olduğu için orası Batı Berlin olarak bir bütün oluyor.Tabi o zamanlar müttefikler, ilerde bunun Türkçe bir rap şarkı olacağından habersiz.

Rapimi çarmıha gerenleri
Batı Berlin Geri Geldi
Eğil hiçbir şey ölmeden
Yeraltı değil, kemiklerin kireçlendi

Aman neyse Sovyetler tarafı da Doğu Berlin’i kontrol ediyor. Doğu Berlin’le ilgili bildiğim bir rap yok. Ama bildiğim kadarıyla Doğu Berlinliler batıdakileri göre çıplaklıkla daha barışık. Ayh ne alakaysa birisi söylemişti aklımda kalmış.

Neyse aşkım işte bu Doğu ve Batı Berlin arasında kontrol noktaları var. Checkpoint Charlie de bunlardan biri. Aslında şu an orijinal hali yok. Sadece anıt. Charlie denmesinin de çok büyük bir hikâyesi yok. Zamanında başka geçiş noktaları da varmış ve isimleri alfabetik sırayla gidiyormuş. (Alpha, Bravo, Charlie, Delta vs.) Checkpoint Charlie günümüze kalıyor. Burada ilginç olan bir hikâye 1961 de yaşanıyor ki nerdeyse 3. Dünya savaşına sebep verecek kadar ciddili. Berlin duvarı inşası sırasında Sovyet ve ABD askerleri arasında bir çekişme oluyor, iki tarafta birbirine diş biliyor. Aslında askerler arasında kalabilecek bu mevzuu büyüyor ve ABD bu noktaya tank gönderiyor. Hemen karşı tarafa da Sovyetler bir tank gönderiyor ve silahlarını 100 metreden falan birbirine doğru çeviriyorlar. 24 saatten fazla böyle bekliyorlar. Sonrasında ABD başkanı, Sovyet başkanını arayıp olayı diplomatik olarak çözüyorlar. Ama rehberin de dediği gibi, eğer o gün sıradan bir asker belki sadece bir küfür etseydi, 3. Dünya savaşı başlardı.

Bugün bu noktada eski batı Almanya’ya bakan tarafta, nöbet tutan son ABD’li askerin, doğu tarafa bakan tarafta da nöbet tutan son Sovyet askerinin fotoğrafları var. Göööyaaağ  yan taraftaki KFC ve MCdonalds’ın olduğu restoranlarsa ABD nin savaşı biz kazandık meşazıymış.

Şimdi buradan biraz daha yürüyoruz ve Berlin duvarının kalıntısının olduğu yere geliyoruz.

Bu duvarın kalıntıları arasında eski doğu-batı sınırına ayağımın bir tarafını batıya bi tarafını doğuya gelecek şekilde koyuyor foto çekiyorum. İlginç bir andı.

Dipnot olarak, bu bölgede trafik ışıklarına da dikkat edin aşkolar. Sovyetler tarafında farklı bir figür kullanılmış.

Sonrasında grup olarak bir mola veriyoruz. Ben biraz bekledikten sonra, bakıyorum ki tuvalete giden gitti. Hemen kendimi atıyorum içeri. Ama artık tuvaletimi tutmam ciddili zorluyor.

Rehber moladan sonra Berlin duvarının yapısını anlatıyor. Kız ben onu sadece duvar sanıyordum. Meğer doğu-batı iki tarafta duvar varmış, ikisinin arasında projektörlü bir alan, o alanda vurma yetkisi olan gözetleyici askerler, dikenli teller ve daha birçok engeller varmış. Cidden korkunç.

Hayatımdaki en duygusal gezi oluyor bu. Onlarca insanın özgürlüğü için mücadele ederken öldüğü yerdeyim. Youtube’dan duvarın yıkılışı videolarını defalarca izlemiştim. O gün orda değildim ama umarım bir gün İsrail’in Filistin’de ördüğü duvarın üstünde ki İsraillilerin, Berlin duvarının üstüne çıkan batı Berlinlilerin Doğu Berlinlileri elleriyle özgürlüğe çektiği gibi, Filistinlilerin ellerinden tutup çektiği görüntüleri izlerim.

Doğu Berlin’den, Batıya kaçmaya çalışırken bu duvarlarda ölen onlarca insanla beraber aslında kaçabilenler de olmuş. En ilginci aşağıdaki fotoğraftaki binadan kaçan bir bilim adamıydı sanırım. Kız vallaha hikayeyi unuttum. Ama giderseniz siz sorun bana da yazın aşko. Oradan uçuyo muydu neydi!

Buradan sonra hitlerin (ölüsüne dirisine bin lanet) kafasına sıktığı sığınağın olduğu yere gidiyoruz. Aşağıdaki fotoğraftaki yer intihar ettiği sığınağın olduğu yermiş. Hala Nazi taraftarları olduğu için, kimse burayı kutsal addetmesin diye kapatmışlar.

Buradan sonra da Yahudi anıtlarının olduğu yere gidiyoruz. Aslında gösterişli bir yer değil, birbirinden farklı uzunlukta ve boyutlarda taşlar var. Ama amaç da bu belirsizlik hissi oluşmasıymış. Böylelikle ölen herkes eşitti anlamına geliyormuş.

Burada şöyle bir durum oldu. Grupta iki İsrailli olduğunu söylemiştim. Rehber konuşmasını tamamlayınca birisi el kaldırdı ve ailesinin hikâyesini anlatmak için izin istedi. Rehber tabii dedi ve o İsrailli arkadaş grubun önüne geçti. Dedesinin soykırımdan nasıl kaçtığını, ormanlarda nasıl saklandığını ve ailesinin hayatta kalan tek üyesi olduğunu anlattı. Sonrasında barış diledi ve umarım bir daha bunlar yaşanmaz diyip teşekkür etti. Tüm grup alkışladık. İşte ben bunu seviyorum. Ben bu yüzden seyahat etmeyi çok seviyorum. Berlin’de dünyanın dört bir tarafından Yahudi-Hıristiyan-Müslüman-gay-straight -deist-ateist 20-30 kişi bir araya geldik birbirimizi tanıdık, hikayelerimizi dinledik. Acılarımızı anladık.

Ben İsrailli arkadaşın konuşmasını videoya almıştım. Sonrasında yanına gittim ve konuşmanı videoya aldım, sosyal medyamda paylaşabilir miyim diye sordum. Evet dedi. Sonrasında ben de ona İbranice teşekkür ettim. Beklemiyordu. Gülümsedi. İbranice rica ederim dedi. Ben gülümsedim. (Bunları yazarken gözlerim doldu)

 

Ve buradan sonra son olarak Berlin’in bence en simgesel yapısı Brandenburg’a gittik. Şu meşhur Berlin duvarları yıkım videolarında halkın duvara çıktığı noktalardan biri.

Kız burada ne öğrendim bir de! Hani bilen bilir Michael Jackson’ın çocuğunu pencereden gösterirken düşürmek üzere olduğu otel var ya, işte o otel bu kapıya yüzünüzü döndüğünüzde hemen solda kalan otelmiş. Şoklar şokenzisi. Dünyanın en pahalı otellerinden biriymiş. Vay be yani ben bir günde Hitler’in ve Popun kralının yürüdüğü yollardan yürüdüm.

HOTEL ADLON

Ve tur bitti, İspanyol tur rehberime İspanyolca gracias diyerek ayrıldım. Hostelde aldığım meyvedir, krovazandır Starbucks’a çöküp kahve eşliğinde yedim. Kız hani bana çarşamba günü gelmiyor musun diyen koli var ya ona yazdım. Dedim aşko müsaitseniz gruba gelecektim. Gel kız dedi hala devam ediyoruz.

Hala mı? Kız yalama olur. Dördüncü gün hala sekse devam ediyorlar. Ayh düştüm yola hemen yürüme yarım saat ama başka bir sıkıntı var. Kız artık kakamı yapmam lazım, sıka sıka ucu katılaştı. Ayh adımlarım kısaldı. Yana yakıla umumi tuvalet arıyorum ama yok abla. Koca Berlin’de esnaf nereye sıçıyor bulamıyorum. Derken sıra sıra dizilmiş umumi portatif tuvaletler gördüm. Tekerlekli sandalyedeyken, Papa dokununca koşmaya başlayan sahte engelliler gibi koşmaya başladım. Nihayet birine vardım ama kapıyı zorluyorum kilitli. İkinciyi zorluyorum kapı kilitli, üçüncü dördünce hepsi kilitli. Yıkılanzi, sıçanzi.

Dedim bu iş böyle olmayacak, ben koliye gider sıçarım. Zaten kolinin kiraladığı eve de az kalmıştı. Kolinin evine girdim, hallowiegeht’s falan derken, abla dedim lavaboyu kullanıp duş alabilir miyim? Mutfağın olduğu tarafı gösterip ‘Geç aşkım al’ dedi.

Kız ben hemen o tarafa yöneldim, mutfak tezgahından sağa döndüm ki ne göreyim! A aaa, kız cidden tuvalet var, klozet var da kapı yok. Aşko ben şeffaf kapılı diye hostelde sıçmadım bu ne ayol. Ama artık çok geç geri dönemem. İçerdeki almanlar zaten dört gündür sevişiyor malum uyuşturucunun etkisinde, bunlar zerre anlamaz dedim. Ne geldiyse Müslümanın başına, okçular tepesini terk edenden geldi diye düşündüm. Klozete oturdum ama paso sifona basıyorum. Bir rahatlama ki sorma elim ayağım titriyor. Sonrasında duşumu da aldım, geçtim salona.

4 kişiyiz. Baktım herkes çırılçıplak bende giyinmedim. Hep beraber muhabbet ediyoruz. Bunlar arada çekiyor tabi. Kız muhabbet nasıl olduysa kiralara geldi. Millet İstanbul’daki enflasyonu falan soruyor ben de anlatıyorum. Bir tanesi diyor ki ‘Münih’te de  öyle ev bulmak çok zor’. Kız bende gaza geldim mi? Kaan Sekban gibi Miami ile Ümraniye arasındaki kira fiyatlarını karşılaştırıyorum falan. Hepimiz çıplağız ve birisi salıncakta bacaklarını salıncağın zincirlerine koymuş, Berlin’de emlak piyasasını anlatıyor. Bir diğeri de aynı zamanda porno film oyuncusuymuş. Tebrik ediyorum falan. Ayh resmen libido killer bir ortam. Enflasyon stagflasyon derken ben 1 saat sonra, aşkım size doyum olmaz ama ben çıkıyorum dedim. Kız ışık hızınnan ortamı terk ettim.

Önce aç karnımı bir fastfoodcuda doyurdum. İsmini bile hatırlamıyorum ama kuyrukta bir alman kadının bana pis Türk der gibi bakışını unutamam. Hemen scruffta başka koliynen sözleştim. Kırk yıllık Berlinli gibi o metrodan bu metroya atlayıp Berlin’in Avcılarına gittim.

Nihayet orda muradıma erdim. Sonrasında koli, yakında bir kafe var gitmek ister misin dedi. İsterim tabii kız dedim gel gidelim. Gece zaten saat 11 olmuş.

Eski bir Nazi havaalanında bir odayı kafe yapmışlar. Kafeye giderken Alman koli dedi ki ‘ben bu evi çok seviyorum, Nazi mimarisi çok hoş’. Kız şimdi ben de Nazi mimarisini çok seviyorum desem, değerlerimle ters düşeceğim, hadi ordan nazi artığı desem, ben kimim ki Berlin’de posta koyuyorum. İlginçmiş aşkım dedim geçtim. Kız hani bana tiergarten çark mekanı, o Türk seni oraya bilerek götürmüş diyen koli var ya, işte bu koli o koli, kuşfoli koma foli.

Bu arada bu gaylerin on parmağında on marifet ha, meğersem eleman şarkı falan söylüyormuş, gitar çalıyormuş, kafesi varmış , filmde bile oynamış. Gay olduğunu öğrendiğinde babası ağlamış. Oğluna konduramamış. Bizim kız da şöyle demiş:

-Ben neler yaşadım benim için bir kere bile ağlamadın ama gay olduğum için mi ağlıyorsun?

Bir daha da babasıyla görüşmemiş.

Ben de ona havaalanında yaşadığım sorguyu anlattım. Bu ırkçılık dedi. Hemen susturdum ve dedim ki:

-Kız gri pasaportla gelip kalıyorlar, az bile yapıyorsunuz.

O gün koli biraları ödedi ve olaysız dağılındı. Ertesi sabah zaten dönüş yolunda olacaktım, eşyalarımı topladım kahvaltımı yaptım ve bir de ne göreyim, Berlin maratonu benim otelin önünden de geçiyormuş.

İnsanlar özellikle kendi vatandaşlarını ve yaşlı olanları alkışlıyordu. Bazı koşucular elinde dövizlerle mesaj veriyorlardı. Ben en çok tekerlekli sandalyede koşuya katılan (ayh burada koşan yazacaktım sanki adam tekerlekli sandalyeyi sırtına almış koşuyor gibi) adamı alkışladım. Galiba en çok alkışı o aldı. Vay be dedim Berlin. Bir zamanlar herkese dünyanın dar geldiği caddelerde şimdi insanlar eğleniyor ve barış içinde.

Kız bir saate biter dediğim yazı, ne uzadı ha. Ayh neyse. Ben Berlin’de çok üzüldüm. Çok acılı günleri hatırlatıyor. Ama belkide kendimizle yüzleşmenin en iyi yolu da bu.

Merkel annem veda konuşması yapmadı. Ama Berlin benim anılarımda böyle kaldı.

hazırlayan: muahhhh