Gökkuşağında üç fidan: Boysan, Mert ve Zeliş

6 Eylül 2015… Cumartesinin sırtından bir hışımla attığı gecenin pazara ayamamış sabahı… Sabahın beşi… Alkollüyüm ve kafam lüzumundan fazla güzel.

hepberabear

Ayı Sözlük Homojen Dergi Zirvesi’ni yaptık X Large Club’ta; sabaha kadar oradaydık yazarlarla hep birlikte, gullümün, eğlencenin bini bir para. İnsanın içinde kötü bir his olur, bilir kötü bir haber alacağını, bekler derler ya hani bilmem yorgunluktan mıdır, alkolden midir ya da ne bileyim belki de asıl garip olan böyle bir hissin hiç içime dolmamasıydı. Hani derler ya “ummadığın anda” hah işte öyle!

Eve girdim, saat beşi geçiyordu ve her gün olduğu gibi yine tek gözle de olsa yatmadan önceki son telefonla sosyal medyayı son bir kolaçan etme turları… Gözüme ilişen “SON DAKİKA” başlıklı bir haberdi. “Trafik canavarı beş can aldı!” diyordu acı acı. Yalan yok, gece gece moralim bozulmasın diye açmak istemedim geçtim haberi. Sonra sayfayı son bir defa güncelledim, bir baktım sosyal medyada Boysan’ın fotoğrafı paylaşılmış defalarca. Tam dedim, bir projesi daha kesin başarılı oldu. O da ne! Beynimden vurulmuşa döndüm! Saniyeler içerisinde akıl almaz bir duygu karmaşası içine girdim, alkolün sersemliği ve yorgunluk birden uçtu gitti. Asit dolu bir küvete bir hışımla beni bastılar sanki o an!

Haberin başlığı hala gözümün önünden gitmiyor; “Gökkuşağının rengi  LGBTİ aktivisti Boysan Yakar’ı kaybettik!” Küçük çaplı bir şoka girdim o an, kulak uğuldamasından başka bir şey hatırlayamıyorum o ana dair. O haberin başlığı ve kulak uğuldaması… Elim ayağım boşaldı, hiçbir şey hissedemiyorum sonsuz bir sessizlik çöktü geceye. Gecenin o saatinde kimi arayayım? Kime sorayım? “Ya haber gerçek değilse? Ne yapayım? Nasıl yapayım? Nasıl öğreneyim işin aslını?” diye sorularla boğuşurken ana sayfama düştü bir fotoğraflı haber daha. Yoldaşımız, çılgın kızımız, en kızıl feministimiz, canımız Zeliş… Onu da yitirmişiz. Hala daha es geçtiğim son dakika haberinin kayıplarımızla alakalı olduğuna ayamamış bir halde, o saatte ulaşabildiğim kim varsa ulaştım. Bir yandan haberin doğru olmamasını diliyor, bir yandan da doğru düzgün bilgi almaya ve olayı anlamaya çalışıyorsun. Sanıyorum bu hislerden en garip olanı da buydu…

Acı, soğuk, ölüm… Yüzünü bu sefer en sevdiğim yüzlere mesken tutmuş gülücüklerin arkasından gösterdi. Tüm dünya kurşuni bir renk aldı ve tüm duygular birbirine karıştı. Kelimelerin ciddi anlamda hiçbir işe yaramadığı belki de tek an. Dondum. Kalakaldım ya, kaldım. Öyle… Boşluğa baktım bir on dakika kadar. Baktım.

Haber siteleri de dâhil olmak üzere artık bütün sitelerde acı haber paylaşılmaya başlayınca şoku yavaş yavaş atarak idrak edebildim ki olay bir trafik kazası ve beş canı aramızdan götüren bir kaza. Boysan, Zeliş ve Mert’i alıp bizden ayıran kaza.

Oturdum düşündüm saçma sapan şeyler geçiyor aklımdan, sanki yarısı bana ait yarısı nereden geldiğini bilmediğim ilk kez aklıma gelen abuk sabuk şeyler. İnsan o anda saçmalamak istiyor, belki de o anda var olan gerçekliğin ağırlığını bir şekilde atma isteği, sanırım nedeni bu olmalı. Derin düşüncelere sokuyor insanı ister istemez, dedim ya tarifi yok kelimeler susuyor ve sadece düşünüyorsun. Düşünüyor diyorsun kendi kendine insanoğlu çiğ süt emmiştir, yaptığı en iyi şeylerden biri de her acıya, her koşula adapte olmak ve ustalıkla en iyi yaptığı şey her şeye, her koşula alışmak. Dile kolay tabii… Alışmak bize kolay. En acı kısmı işin ve belki de en gerçek kısmı… Tesellinin en beyhude olduğu yer… Ateşin düştüğü yer…

Hazirandaki Onur Yürüyüşü bitiminde polis zulmünü, baskısını aşmanın verdiği zafer duygusu ile basın açıklamasını yapmıştı Boysan, Sema Anne ile gözyaşları içerisinde sarılmışlardı haklı bir gurur ile birbirlerine. Ah Boysan! Ah Zeliş! Ah Mert! Gökkuşağında üç fidan! Tohumlarını attığı bir sürü güzel iş ile ardından geleceklere bırakmış, ismi ile çınarlaşmaya baş koymuş güzel çocuklar, son onur yürüyüşünde yine görmüştünüz zulmü, aşağılamayı, şiddeti, nefreti. Boysan; hakarete, şiddete yılmadan her platformda cesurca düşündüklerini hiç eğip bükmeden olduğu gibi savunan bir erkekti. Zeliş; feminizmin merkezinde yaşadı, onurlu bir kadındı, savundukları gibi! Kadın, yaşam, özgürlük dedi! Erilliğe dil çıkardı, hareket çekti! Mert, LGBTİ’nin en güzel rengi, akademik hayatına, yoluna devam eden özgür ruhlu bir güvercindi. Kısacık hayatları, bütün kimlikleri aşıp ayrımcı tüm söylemleri reddedip hak arayışı, özgürlük kavgası ve onur mücadelesi ile geçti.

“Hastalıklı ahlaki değerlere uy!”, “Toplumsal çizgiler içerisinde ‘ölçülü’ bir hayat yaşa!” dayatmaları içerisinde minicik bir isyan fısıltısını bu insanlar kocaman bir çığlığa çevirmek uğruna yaşadılar. Bunu sadece kendileri için değil, her birimizin sesi, ezilenin hakkı, ötekinin huzuru için sokaktaki Ali, seks işçisi Exelans, erkek şiddetinin kurbanı Fatma, ojeli tırnaklarından utanmayan Hasan, sakallarıyla mutlu Sevda için de yaptılar! Senin, benim hakkım için her platformda özgürce ses çıkardırlar ve “Biz” dediler!

Bir insan düşünün, bugünün Türkiye’sinde, öyle bir insan ki çizgili diz altı çorabı, mikili tshirtü ve altında mini şortu ile nice beyaz yakalıya kafa tutmuş, kök söktürmüş! Makamında şiddet görmüş, davası uğruna dövülmüş, inandıkları uğruna dayak yemiş, hor görülmüş! Buna rağmen yılmadan karşısındaki homofobik çoğunluğun gözlerinin içine baka baka, bıkmadan, korkmadan, kimseden bir an bile çekinmeden “Seve seve sokak yapar, sevişe sevişe şehirler üretiriz! Görünür olmazsak, yok oluruz!” demiş. Bir insan düşünün ki Amerika’daki #lovewins devrimi sırasında Türkiye’nin insan hakları savunucusu ve LGBTİ aktivisti figürü olarak Amerika’ya davet almış, bizleri dünyaya büyük bir gurur ile savunmuş ve tanıtmış! “Biz de varız!” demiş. Tüm bunların ötesinde bir insan düşünün ki devrimin, yeniliğin, ilericiliğin tüm hücrelerine kadar nüfuz ettiği, Gezi Direnişi sırasında LGBTİ oluşumlarını mücadeleye katılmaları için cesaretlendirmiş, “cesaret bulaşıcıdır” mesajı ile Türkiye’de nice LGBTİ bireyi o günden sonra daha duyulur, daha görünür hale getirmiş. Bu rüya gibi insan, Boysan Yakar… Aramızdan ayrıldı.

Bir aşk, son ana kadar beraber… Son ana kadar tutkulu, “erkek erkeğe” sevip yine “erkek erkeğe” öldükleri ama ölümsüz bir aşk. Aynı araçta. Hayatının daha en başında, davasının farkında; felsefe okur, felsefe sever, pazarda kendi tezgâhının başında, insanı sever, doğaya tapar bir adammış Mert. Onu tanıyanların hepsi “kendi halinde” ve iyi bir adam diyorlar.  Arkadaşları Boysan ile olan aşklarını anlatırken anımsarken bile tekrar onların güzelliği ile bir samimiyet deryasına kapılıyorlar. Hayatını felsefeye adamış. Aşkı ile son nefesinde bile hiç ayrılmamış bir insan, kanatlanıp gökkuşağının yağmurda bize göz kırptıktan sonra kaybolduğu diyarlara uçmuş dünya vatandaşı, adı gibi öyle bir Mert.

Ah deli kızım, ah güzel kadın, ah kısacık ömrü mangal yüreği gibi kor alevler içinde mücadele ile geçen Zeliş… Annesinden aldığı mücadeleci ruhu ile insan hakları, feminist dayanışma ve LGBTİ çalışmalarının hep merkezinde… “Önce özgürlük, herkes için özgürlük!”dedi son nefesine kadar. Omuz omuza savaşıp omuz omuza dışlandığı, omuz omuza birbirlerinin yaralarını sardığı adamlarla yine omuz omuza gitti. “Kadın başına”, “elinin hamuru ile” kalkıştığı işlerden bir an bile şüphe duymadı, yolundan şaşmadı. Hep enerjik, hep çılgın, hep “deli kız” bunca sözüm ona akıllı içerisinde bundan hiç çekinmeyen şerefli bir “deli kızdı”.

“Taktılar kanatlarını, gecenin en kör vaktinde,

Uçtular gökkuşağının son bulduğu diyara.”

Boysan Yakar,

Zeliş Deniz,

Mert Serçe.

Mücadelemiz omuzlarınızla yükseldi ve inanın isminizle devam edecek. Sizler gibi son nefese kadar, onurlu, gururlu, âşık ve cesur kalabilmek ümidi ile… Bir yağmurdan sonra değil, her yağmurdan sonra gelin. Işıl ışıl… Rengârenk…

2. SAYI
HOMOJEN
Okumak İçin Tıklayın!
İndirmek İçin Tıklayın!