Klasik Arap Edebiyatı’nda Erkek-Erkek Aşkı

“Güneş gibi, yıldızlardan ve aylardan parlak yanaklarında terlemeye başlayan sakalları için her şeyimi veririm

Eğer sakalları olmasaydı, ışık saçan güzelliğiyle yüzüne bakamaz olurduk

Güzelim bulutlar, güneşin etrafını sardığı gibi sarmasaydı, gözlerimiz dayanamazdı”

Bu üç satırlık dize, 800 ve 1800 yılları arasında genç erkekler için bestelenen binlerce Arapça şiirden sadece biri.

Bu şiirler en fazla 2-3 satırdan oluşur ve uzayan sakallara duyulan sevgiyi ve minneti ifade ederdi. Bu şiir, içlerinde en dikkat çekici olan değil, bunun gibi yüzlerce şiir var. İlginç olan, bu şiirler bestelenmek için yazılırdı. Yukarıdaki dizeler Lübnanlı şair Abdallatif Fethallah’ın (1766-1844) 1815 yılında bestelediği bir şiire ait. Bu şiir, türünde yazılan son şiirlerden biridir. Kısa bir süre sonra, Arapça homoerotik şiirler tarihe karışacaktır.

Modern öncesi dönemde, hiçbir literatür homoerotik konuda Arap edebiyatı kadar zengin değildir.  Bu konuda tek ciddi rakibi Fars edebiyatıdır.

Kadınlar arasındaki aşka ait izler çok az olmasına rağmen, Arapların en meşhur aşık mitlerinden biri (Leyla ile Mecnun gibi) bir kadın-kadın aşkını anlatır. Hira kralı Lahmid’in küçük kızı Hind binti Numan ile Zakra olarak bilinen Hind binti El-Huss. Lezbiyen aşkların edebiyatta kendisine bu kadar az yer bulmasının en önemli nedeni, kadınların şiirlerini bestelese bile bunları yayınlamak konusunda desteklenememesiydi.

6.yy’a kadar uzanan, her konuda yazılmış kaside örnekleri var. Arapların 7. yy’da İslam’ın gelişiyle uyanması ve fetihlerin başlamasıyla, çoğunluğu aşk hakkında olan şiirler bestelenmeye başlandı. Bu aşk şiirleri, ömür boyunca bir kadını ölümüne sevmek konusunu değil de geçmişte olmuş, kısa süreli gönül maceralarını anlatıyordu. Hicaz bölgesinin zengin köylerinde başlayan bu yeni şiir akımı Suriye’de Irak’ta, özellikle Abbasilerin başkenti Bağdat’ta çok sevildi. Abbasilerin yükselmesi yeni bir edebiyat anlayışı getirdi ve gazel türünde yazılan şiirler eşi görülmemiş şekilde arttı. Çok kısa bir zaman sonra Arap edebiyatına, kadınları anlatan şiirlerin yanında erkekleri anlatan şiirler de dahil oldu.

Homoerotik aşkta en tanınan isim hiç şüphesiz Ebu Nüvas’tır (755-813). Kadınları ve çoğunlukla erkekleri anlattığı aşk şiirleriyle, en üretken yazarlarından biridir. Ebu Nüvas Divanı’nın editörü Ebu Bekr Es-Suli aşk şiirlerini iki ayrı kategoride incelemiştir. Kadınları anlatan aşk şiirleri (mu’ennethat) ve erkekleri anlatan şiirler (mudekkerat). Bu ayrım modern Arap edebiyatı tarihçileri arasında çok daha fazla popüler oldu.

12.yy’a gelindiğinde Ebu Nüvas en ünlü Arap şairiydi. Divan’ında, hamriya adı verilen şarap şiirlerinden sadece bir tanesi 30’dan fazla kez Batı dillerine tercüme edildi. Homoerotik aşkı anlattığı şiirleri daha az çevrilse de özellikle eleştirmenler arasında yoğun biçimde tartışıldı. Tartışma, Ebu Nüvas’ın bu şiirleri yazmasında “eşcinsellik” gibi psikolojik sebepler etrafında dönüyordu. Fakat, araştırmacılar, eğer şiirler geniş bir topluma yayılmasa, Ebu Nüvas’ın şiirlerinin unutulmuş olacağını göz ardı ettiler. Bunun yanı sıra, Ebu Nüvas’tan sonra bile, homoerotik aşk, kendisinden sonraki yüzyıllar boyunca bile en sevilen şiir temalarından birisiydi.

Eşzamanlı olarak, homoerotik aşk şiirleri “yüksek edebiyatın” bir türü oldu. Ebu Nüvas’ın aşk şiirlerinin büyük bir bölümü etkileyici ve çok güzel şiirlerdir ve provokatif ve toplumsal normlara karşı bilinçli bir başkaldırı olarak değerlendirilemez. Aşağıda Ebu Nüvas’ın gazel türündeki şiirlerinin tipik bir örneği yer alıyor.

Ve arı’l vechi min zulali’l uyubi gada fi tevbi fettanın rabibi

Teferrada bi’l cemali ve kale hadha mine’d-dünya ve lehhatiha nasibi

Berahu ilahu zina bera hilalen ve zikfen inde munkata’il-kadibi

Fe yehtazzu’l-hilalu ela kadibin ve yehtazzu’l-kadibu ela kethıbı

Anlamı;

Zevk veren göründüğünde, yüzü çıplak, kusurları belliydi, cazibesi kıyafetlerle örtülmüş olsa bile

O güzellikte tekti ve dedi ki: bu, bu dünyadan ve onun hazlarından üstüme düşen paydır

Allah onu yarattığında, onu bir ay ve ince bir dalın altında duran bir kum tepesi olarak yarattı.

Şimdi, ay dalın üstünde salınırken, dal da kum tepesinin üzerinde durmakta.

Şiirde ay imgesini yüz, dalı üst vücut ve kum tepesi de popo olarak kullanılmıştır.

Gazeller 9. ve 10. yy’lar arasında çok yaygındı. Homoerotizmin en çok işlendiği bu şiir şekli, en meşhur tür oldu. Tek rakibi, daha resmi ve toplumsal konuları ele alan methiye şiirleriydi.

Bu türde eser veren onlarcası arasından 3 tanesinden bahsedelim. İlki, Ebu Tammam (804-845) elitlerin ve halife Mutasım’ın çok ünlü bir methiye şairiydi. Ebu Tammam tamamı değilse bile önemli bir kısmı homoerotik konuda olan aşk şiirleri de yazmıştır. Gazelleri kısa (en fazla 4 mısra), zarif, müzikalitesi yüksek, doğal ve ustaca yazılmıştı. Homoerotik şiirler, hiçbir şekilde provoke edilmeden ve toplumsal normlarla çatışmadan, Ebu Tammam ile birlikte “yüksek sanatın” çok önemli bir parçası oldu.

Hubzeruzzi bir fırıncıydı. Şiirleri, yaptığı pirinç ekmeklerinden daha çok dikkat çekti. Şiirlerinde, kalabalık dükkanına sık sık gelen Basra’nın genç delikanlılarını anlatmıştır. Tarzı basit ve acemice olmasına rağmen etkin ve zarifti.

Abbasi döneminde hem çalışıp hem de sayısız aşk şiiri yazan fırıncı ve Halid el-Katib (ö. 876/883), tamamı homoerotik olan şiirlerini bestelemeleriyle de sıra dışı şahsiyetlerdi. Abbasi halifesinin oğlu İbnül Mutez gazellerinin çoğu kadınları veya erkekleri anlatan şiirlerdi. 861 yılında Samarra’da hilafet sarayında dünyaya gelmesinden ve 908’de kendini halife ilan edip, öldürülene kadar, hayatını şiir yazarak ve edebiyatla uğraşarak geçirdi. Kısa süren hayatı boyunca Arap şiir biçimini sistemleştirmekle kalmamış, Arap şiirindeki bazı enfes teşbihlerin ve fahriyelerin yaratıcısı olmuştur. Şiir anlayışı zamanla standartlaşmıştır.

Ey yu verdin fi haddi haka’l-gazali ey yu meylin fi kaddihi ve-tidali

Ey yu durrin idha tebesseme yubdi hay ve sihrin fi terfihi ve delali

Fe-li-hadha ceret dumu’u cüfuni ve-li-hadha talat aleyye’l-ayali

Anlamı;

Ahunun yüzündeki nasıl bir güldür, bu nasıl bir kıvrım, bu nasıl incelik, bu nasıl endamdır

Güldüğünde incilerini gösterir, bu nasıl sihir, bakışlarında ne işve vardır

Bunlar gözkapaklarımdan yaşlar döker, bunlar bana bitmek bilmeyen geceler geçirtir

 

Ebu Tammam’ın zarif ve ustaca yazılmış şiirlerinin yanı sıra nerdeyse hiçbir edebi değeri olmayan sakal şiirleri de vardır. Şiirlerinde onu terk eden ve tüy dökücü kullansa bile sakallarını gizleyemeyen Abdullah’a sesleniyor. Belki bu şiirlerin, erken dönemde erkek-erkek ilişkilerine olan algının, erken dönem bir kanıtı olması bakımından bir değeri olduğu düşünülebilir.

Ebu Tammam’ın şiirlerinden ve bununla ilgili diğer kaynaklardan öğrendiğimize göre, modern öncesi dönemde Ortadoğu toplumlarında aşık (muhibb) ile maşuk (mahbub) arasındaki sosyal konumları birbirinden kesin olarak ayrılmıştı. Ataerkil toplumlarda yaygın biçimde, sosyal roller yetişkin erkekler temel alarak şekillendirilmiştir. Aynı zamanda seksten anlaşılan, nerdeyse, sadece “içine girme” (penetrasyon) ekseninde oluşmuştu. (Bu yüzden kadın-kadın ilişkileri nispeten daha az dikkat çekmiştir)

Sonuç olarak yetişkin bir erkeğin cinsel ilişkideki görevi “sokmaktır.” Sokulan partnerin cinsiyeti, aktif partnerin saygınlığına gölge düşürmezdi. Pasif partnerler için, onların pasif rolünü üstlenmesi, yetişkin erkeklerin sahasına girmediği sürece, onları küçük düşürmezdi. Bir erkeğin yetişkin olduğunun dış görünüşteki belirtisi sakalıydı. Ortalama bir erkek-erkek ilişkisinde, aşık olunan kişi, aşıktan genç ve sakalları henüz tamamen çıkmamış olurdu. Bu yüzden iki sakallı erkeğin birlikteliği problematikti. Sorun, homofobiden veya dini sebeplerden kaynaklanmıyordu. Sorun, ataerkil görüşteki erkekliğin simgesinin tehlike altına alınmasıydı: çiftin hangi üyesi aşık, yani “gerçek” erkek, hangi üyesi maşuk olacaktı?

Bu belirsizlikten kaçınmak için, aşıklar çözüm olarak, aşklarını saf arkadaşlığa dönüştürmeyi seçtiler. Eğer Ebu Tammam da bu kurala uygun olarak hareket ettiyse, Abdullah’la ilişkisi belki daha az tepki toplamıştır. Sakalları gür bir şekilde çıkmaya başlayan Abdullah, Ebu Tammam’ın aşkı olmayı bırakmış ve kendine yeni bir maşuk almıştır. Bu yüzden onu eski aşığı Ebu Tammam, çok üzülmüş fakat böylesine yasaklı bir yolda zorlukla tepki gösterebilmiştir. Bu durum, Arap edebiyatı tarihinde eşi görülmeyen, şairin bu sert tepkisini anlamamızda yardımcı olabilir.

Bu, ilişkilerin bitmesinde normal bir yol değil. Şairler daha farklı hikayeler anlatıyor. Kesinlikle, aşık olunan kişinin sakallarının büyümesi, duygusal krizlere yol açıyordu. Ya aşk sakala direnirse? Tabii ki biri sakallarını, belli bir süre için uzatmıyordu, sakalları tamamen gür bir şekilde çıkıncaya kadar. Çünkü modern öncesi İslam kültürü, sakallar çıkana kadar bu duruma müsamaha gösteriliyordu ve sakallar tamamen çıkana kadar sürekli tıraş etmek, olduğundan daha gür çıkmasını sağlıyordu veya öyle inanılıyordu.

Arap şiirleri bu konu ile uğraşan ilk edebi gelenek değildi. Yunan şair Straton da terleyen sakallara duyduğu aşkı işlediği şiirlerini bestelemiştir. Straton’un dediğine göre, onun aşkı, sakala rağmen hep çekici kalmıştır. Terleyen sakal konusu Ebu Nüvas’tan, yazının başında anlattığımız Abdallatif’e kadar tüm Arap homoerotik edebiyatı tarihine eşlik etmiştir.

Kaynak: “The Cambridge History of Gay and Lesbian Literature” kitabındaki “Male-Male Love in Classical Arabic Poetry” bölümünden derlenmiştir.

Hazırlayan: Muhammed Furkan Şahin

 

1 Trackbacks & Pingbacks

  1. 14. SAYI – HOMOJEN

Comments are closed.