Fahişeliğin öbür yüzü ve İki Film Birden

Bu sayı için ikinci yazımı hazırlarken, Metis Yayınları’nın “siyahbeyaz” seçkisinden çıkan Fügen Yıldırım’ın yazdığı 2002 basımlı “Fahişeliğin Öbür Yüzü” adlı kitabı tekrardan okudum. Bu kitap da “Eşcinsel Erkekler” kitabına benzer bir üslupla oluşturulmuş ve seks işçiliği yapan 15 kadın ile yapılan röportajlardan bölümler içeriyor. Kitabın arka kapağındaki ifadeleri aynen aktarıyorum: “Dünyanın en eski mesleğinin fahişelik olduğu kabul edilir. Fahişeler tarih boyunca aşağılanmış, dışlanmış aynı ölçüde de vazgeçilmez olmuşlardır. Özetle bu kurum insanlığın zaman aşımına uğramayan en eski ikiyüzlülüğüdür.”

Kitabı yakın zamanda izlediğim iki filmden (“The Snails in the Rain” ve “Sauvage”) de yorumlarda bulunarak anlatmak istedim çünkü kitapta LGBTİ+ diyebileceğimiz sadece 2 kişinin röportajı yer alıyor. Filmler ve kitap elbette birbiriyle ilişkilendirmesi kolay işler değil ama bana ortak bazı konular üzerinde düşünme imkanı tanıdı.

Hazırlayan: hazineci

“The Snails in the Rain” aslında oldukça eski diyebileceğim eşcinsel temalı bir film. Bu filmde erkekler arasındaki eşcinsel ilişkiyi yücelten ilk metinlerden birisi olan Platon’un Şölen adlı kitabını da görüyor olacaksınız. Diğer film de 2019 İstanbul Film Festivali programında da yer alan ve bence yılın en iyi filmlerinden biri. Yazının takibinin kolay olması açısından, “The Snails in the Rain” filmi için “ilk film”, “Sauvage” için “ikinci film” ve kitap için de “kitap” ifadelerini kullanacağım.

İlk film İsrail, ikinci film ise Fransız yapımı. Haliyle hem zaman hem de coğrafya farklılıkları var. Her iki film de cidden mükemmel. Özellikle ilk film; toplumun bir erkeğe biçtiği rolleri, dini hususları, cinsel kimlik sorgusunu ve eşcinsel hayatın geleceksizliği (ya da gelecekliliği) gibi konuları oldukça güzel anlatıyor. Spoiler olacağı için sonunu bu yazıda yazmıyorum. Bu filmde; parkta birbirleriyle tanışan erkekler, günlük hayattaki “bilinçli” pardon tarzındaki tanışma-tanışamama anları ve seks işçisiyle birlikte olma durumları var. Ama “şüphe” kavramı oldukça başarılı şekilde izleyiciye aktarılmış. İkinci film ise bir Fransız filmi. Seks işçisi olarak hayatını sürdürmeye çalışan ve aynı bir köpek gibi yaşayan (filmin adı “vahşi” demek ve bir karakter “biz köpek değiliz” diye bir cümle kuruyor) bir genci anlatıyor. Bu genç, kendisi gibi olan ve eski boksör olan başka bir adamı seviyor, adam da bunu seviyor aslında ama bunlar aşk yaşayamıyor çünkü adam müşterileriyle bile öpüşmüyor, kendisini eşcinsel olarak görmüyor, kadınlarla da yatıyor ve bu ortamdan bir şekilde kurtulmanın derdinde. Ana karakterimiz ise toplumun beklentilerine uymak yerine kendi bağımsızlığının ve “doğal” halinin peşinden gitmeyi seçiyor.

Her üç iş de “toplumun beklentileri” hakkında değerli sözler ediyor. Kitapta deniyor ki; bir trans bireyin olmaya çalıştığı kadın çoğunlukla onun cinsel kimliğinin oluşmaya başladığı dönemde çevresindeki beğendiği erkeklerin kafasındaki hayali kadın tipidir. Trans bireylerin kadınlar gibi bacak arası namusu olmadığını söylüyor bir kişi; diyor ki, bir dönme sikilmediği zaman asıl depresyona girer. İlk filmde bunu aile kurma arifesinde olan bir çift üzerinden görüyoruz ve kadın burada erkeğin kendi cinsel kimliğini keşfetmesi sürecinde oldukça da anlayışlı. İkinci filmde de bu hadiseyi ana karakterimizin durumunu iyileştirmeye çalışanlar üzerinden görmekteyiz, yani uyuşturucu kullanmaması, düzenli hayata geçmesinin istenmesi, vb. gibi göstergeler üzerinden bir nevi “vahşi olanın evcilleştirilmesi” olayı var; özetle, toplum için tehdit unsuru olmayacak şekilde toplumla uyumlulaşması bekleniyor.

Diğer bir konu “ilişkilerdeki geleceksizlik” üzerine. Kitap bu konuda güzel kelamlar ediyor ve diyor ki; trans bireyler erkekler için bir nevi pisuvar gibidir, adam duygusal bir şey yaşamak zorunda olmayacağını bilir ve salt seks için gelir, duygusal bir şey yaşanmayacağını da zaten bilir, bir trans bireyi hayatında bir yere de koyamaz. İlk filmde bu durumu üniversite profesörü ve ana karakterin ne yapacağını hangi yöne gideceğine karar verememesindeki aşamada görüyoruz. İkinci filmde de ana karakterimizin aşık olduğu adamın kendi geleceği adına verdiği kararda açıkça bu durum kendini belli ediyor.

Üçüncü konu da “marjinalleşme”. Kitapta bu konuda çok şey anlatılıyor. Türk erkeklerinin 3’te 2’si eşcinsel diyen de var, bazı erkekler fisting yaptırmaya ya da seks oyuncakları getirip kendilerini siktirmeye geneleve geliyor diyen de var, bazı erkekler penisi olmayan trans bireylere “seni istemiyorum” diyor diyen de var, Türkiye’de erkek az sapık çok diyen de var, eskiden anal yaptırmak isteyen müşteriyi tokatlardık şimdi gayet normal olarak yapıyoruz diyen de var, müşterilerin istekleri karşısında ruhunu dışarıya asman gerek diyen de var. İlk filmde de ana karakterimiz eşcinsellerin “marjinal” denebilecek hayatından ürküyor bir nevi. Aslında filmde de farklı tipte eşcinsel hayatlar olduğu verisi de sunuluyor ama algı gerçeklerden daha gerçekçi gelebiliyor sanırım. İkinci filmde de seks işçiliği yapan birinden istenen şeyler marjinal olanın asıl müşteriler olduğunu seyirciye söylüyor. Bu film, kulüp sahneleriyle ve uyuşturucu madde kullanımı gibi şeylerle marjinal havayı destekliyor gibi gözükse de ana karakterin seks sırasındaki bazı şeylere olan şaşkınlığını görmemek neredeyse imkansız.

“Ahlak” konusuyla ilgili şeyler söylemek isterim. Kitap bu konuda çok örneğe sahip. Et pazarı gibi bir ortamın anlatıldığı hikayelerde neredeyse hiç iyi karakteri olmayan bir romanı okuyor gibisiniz. 1993 yılında Ankara’da yapılan bir araştırmaya göre seks işçilerinin yarısına yakınının kocaları tarafından satıldığı yazıyor. Bazı kadınlar günah işlediğini söylüyor, bazı kadınlar müşteriyi maddi açıdan soymanın ahlaksız bir davranış olduğunu belirtiyor, bazı kadınlar ilk kez gelen genç erkeklere kötü muamele yapılmaması gerektiğini çünkü diğer türlü cinsel hayatlarında travmaya neden olunabileceğini söylüyor. İlk filmde ana karakterimiz parkta kesiştiği bir adama bankta oral yaptırıyor ve boşalma sonrasında oral yapan adam ana karakteri dudaktan öpmeye yeltenince de ana karakterimiz saldırgan bir tavır takınıyor. İkinci filmde ana karakterimiz için kokuyor gibi şeyler söyleyenler olduğu gibi parasını veriyorum istediğim gibi kullanırım minvalinde kaba tavırlar takınan müşteriler de bulunuyor.

Son olarak “belirli bölgelere hapsedilme” olayı mevcut. Kitap zaten çoğunlukla genelevde çalışmış kadınların ağzından şeyler aktarıyor. Ama sokakta çalışmış kişiler de var. Haliyle, seks hayatı belirli bölgelere kapatılmış durumda. İlk filmde de seks işçisiyle otel odasında buluşuluyor ve cruising için de parklar ve sokaklar kullanılmış (duş ve askerlik sahneleri de bu çerçevede ele alınabilir ama bunlar bir gösterge değil bu film için). İkinci filmde park ağırlıklı bir ortam var. Hatta parka yeni gelen birisi 5€’ya oral yaptığı için diğerleri tarafından itilip kakılıyor çünkü orada oral yapmanın piyasası 20€. Elemana başka bir yer bulması söylemiyor ve eleman da diyor ki “her yer benim bölgem”. İkinci film cinselliğin belli bölgelere hapsedilmesini anlatmasının yanı sıra eşcinsel bölgelerin de herkesi kapsamayan yanına da vurgu yapıyor.

Özetle; kişinin istediği gibi yaşamasının önünde ne gibi engeller çıkabileceği ya da toplumun kişinin hayatının nerelerine kadar nüfuz etmeye çalıştığını bu üç iş üzerinden kabaca yorumlamak istedim.

Sevgiler,