Kuşların Efendisi Simurg

Her mitolojide, her dinde, yüksek dağların ardında yaşayan, bilgeliği ve ölümsüzlüğü temsil eden bir kuş vardır. Kökeni en eski çağlara uzanan hangi hikâyeye el atarsanız atın ya bir ağacın dallarından ya da dağların zirvelerinden bir kuş çıkar karşınıza. Kimi zaman ayakları yoktur, kimi zaman saf ateşten meydana gelir, kimi zaman bilgedir, kimi zaman haberci… Bir kuş vardır ki, daima hikâyenin bir yerlerindedir.

Tüm anlatılanları toplayın avuçlarınıza, ovuşturup bir hamur yapın o tasvirlerden. Hamuru şekillendirdikçe ortaya çıkan tasvir, hepsinin kökenindeki o tek kuş olacaktır. “Simurg” yani “Zümrüd-ü Anka”.

Simurg’un kökeni, bilindiği kadarıyla, Pers Mitolojisi olsa da doğu kökenli birçok mitoloji ve inanışta izlerini, yansımalarını görmek mümkündür. En çok bilinen ismi Zümrüd-ü Anka’dır ancak her milletin kökeninde kendine başka bir isim bulmuştur Simurg:

  • Zerdüştlük – Saena
  • Eski Yunan – Phoenix
  • Pers – Simurg
  • Pers – Angha
  • Türk – Huma
  • Türk – Kerkes
  • Mısır – Bennu
  • Rus – Firebird
  • Çin – Feng Huang
  • Filipin – Adarna
  • Hint – Avalerion
  • Hint – Garuda
  • Arap – Rukh

 

Simurg, genellikle bir kuş olarak tasvir edilse de zaman zaman kanatlı dev bir yaratık; duruma göre kurt başlı veya insan yüzüne sahip bir şekilde veya aslan pençelerine sahip bir tavus kuşu olarak da resmedilmiştir. Yılan ırkına karşı kökeninden gelen bir düşmanlığının olduğu; yaşadığı yerin sulak bir bölge veya bilgi ağacının (yaşam ağacı) zirvesi olduğu gibi anlatımlar da bulunmaktadır.

Antik İran kayıtlarında Simurg’un alevlerle kaplanıp küle dönüşene kadar 1700 yıl yaşam sürdüğü; sonrasında ise ölümsüzlük sahibi olduğu yer almaktadır. Ayrıca antik İran Efsanelerinde Simurg’un dünyanın yıkılışına üç kez tanık olacak kadar uzun yaşadığı ve tüm bu yaşantıda dünyanın tüm bilgisine sahip olduğu anlatılmaktadır.

Sasani imparatorluğu zamanında ise Simurg ilahiliğin bir sembolü haline gelmiştir. Onlara göre Simurg, yeryüzüne bereket bahşederek gök ve yer arasındaki birliği sağlayacaktır. Yuvasının, yaşam ağacı olarak bilinen “Gaokerena” Ağacının zirvesinde olduğuna ve her türlü musibetin ve hastalığın şifası olan “haoma” bitkisini koruduğuna inanılmıştır.

Ünlü Fars şairi Firdevsi’nin kaleme aldığı epik eser Şahname’de, Simurg’un Prens Zal ile olan hikayesi anlatılır. Sahname’de anlatılan hikâyeye göre Kral Sam’ın oğlu Zal, bir albino olarak dünyaya gelmiştir; ancak Kral Sam, beyaz teninden dolayı oğlunun iblis tohumu olduğuna inanarak onu bir dağa terk etmiştir. Bebeğin ağlamalarını duyan Simurg, yumuşak ve iyilik dolu kalbinin sesini dinleyerek çocuğu himayesine alıp büyütür. Simurg’un yanında geçirdiği sürede Prens Zal, Simurg’dan eğitim alıp onun sahip olduğu bilgilerle donatır kendisini. Erişkinliğe ulaştığında ise insanların dünyasına gitmek ister.

Simurg, üzülmesine rağmen Prens Zal’ın insanların dünyasına gitmesine itiraz etmez ve ona kendi tüylerinden, altın bir tüy vererek gitmesine müsaade eder. Günün birinde Prens Zal, Simurg’un yardımına ihtiyaç duyarsa bu tüyü yakarak Simurg’u çağıracaktır.

Krallığına döndüğünde Prens Zal, güzel Rudaba’ya âşık olur ve onunla evlenir. Karısı bir erkek çocuğa hamile kalır; fakat doğum zamanı geldiğinde birçok sorun yaşarlar. Prens Zal, karısının doğum sırasında öleceğini fark eder ve Rudabah ölüme yaklaşırken, Simurg’u çağırmaya karar verir. Altın tüyü yakması ile ortaya çıkan Simurg, Prens Zal’ın sezaryen benzeri yöntem uygulamasını sağlar ve Rudabah ile çocuğun hayatını kurtarır. Bu çocuk daha sonra en ünlü ve büyük Pers kahramanlarından biri olacak Rüstem’dir.

İranlı sufi şair Ferîdüddîn-i Attâr tarafından kaleme alınmış “Mantık-ut Tayr” isimli manzum eserde ise Simurg’un hikayesi, tanrı ve tanrıyı arayanların alegorik bir hikayesi olarak aktarılmaktadır.

Mantık-ut Tayr tasavvufi konularla ilgili uzunca bir girizgahın ardından, kuşların kendilerine bir padişah seçmek istemelerinden bahseden bir giriş bölümü ile başlar. Kuşlar, bir araya gelip her ülkenin padişahı olduğu kendi ülkelerinin de bir padişahı olması gerektiğini tartışırlar. İçlerinde en bilge görülen Hüdhüd, onlara padişahlarının ancak ve ancak Simurg olabileceğini söyler.

Bu nokta ile birlikte Hüdhüd hikâye içerisinde önemli bir semboldür ve giriş kısmında kuş topluluğundaki Hüdhüd “sırtında tarikat elbisesi, başında ise hakikat tacı vardı.” şeklinde betimlenir.  Eserde Tanrı’yı sembolize eden Simurg kuşuna yapılan betimlemeler ise şu şekilde karşımıza çıkar:

“Kuşkusuz bizim de bir padişahımız vardır. O da Kaf Dağı’nın ardındadır. / Adı Simurg’dur, kuşların padişahıdır. O bize yakındır lakin biz ona oldukça uzağız.”

Buradan sonra yol hazırlığı içerisindeki kuşlar tek tek tanıtılır fakat öncelikle Simurg’u daha detaylıca tarif eden bir bölüm yer alır. Sonrasında farklı kuşların hikâyeleri anlatılır ve her bir kuşla bir zaaf veya özellik ilişkilendirilir. Böylece o zaafın veya özelliğin tasavvuf bağlamındaki yerine değinilir.

Örneğin papağanın hikayesinde papağan kendisinin Simurg’un dergahına varacak takati olmadığını belirtir ve tek arzusunun, onun içmekte olduğu ab-ı hayat olduğunu dile getirir. Hüdhüd ise canını önemsemenin yanlışlığı ile ilgili bir cevap verir ve canın canana feda etmek için olduğundan bahseder. Kitabın tek tek kuşlardan bahseden bu bölümünden itibaren anlatımda aralara bahsi geçen özellik, kavram veya genel olarak konu hakkında çeşitli hikâyeler, kıssalar anlatılır. Bu kıssaların bir kısmı tarihte yaşamış önemli kimselere atfedilir veya içlerinde karakter olarak bu kişileri barındırır.

Kuşların tek tek gelip kendilerine dair konuşmalarından ve bunlardan çeşitli özelliklerin tasavvufi tahlilinin yapılmasından sonra kuşlar Hüdhüd’e başka sorular yöneltirler. Cevaplardan sonra kuşlar yola düşmek isterler öncelikle Hüdhüd onlara açıklayıcı bir konuşma yapar. Fakat bu konuşmanın ardından bahane getirmeye başlarlar. Hüdhüd tek tek bahaneleri cevaplar. Bahanelerin sonunda bir kuşun yolu anlatmasını istemesi üzerine Hüdhüd, Simurg’a ulaşmak için gidilecek yolu anlatır.

Aşılması gerekilen yedi vadi vardır, hepsi de çetindir. Vadilerin adları sırasıyla: talep, aşk, marifet, istiğna (ihtiyaçsızlık), tevhid, hayret, son olarak da fakr ve fena’dır. Hüdhüd bu vadilerin her birini anlatır, daha sonra etkilenen kuşlar yola koyulurlar.

Binlerce kuş olarak çıktıkları yoldan sadece otuzu Simurg’un dergahına varabilir. Sonunda Simurg’u gördüklerinde ise Simurg’un kendileri olduğunu fark ederler; dergâh aslında bir aynadan ibarettir. Bu durum, eserde şu şekilde açıklanır:

“O dergâhtan hal diliyle bir nida geldi: Güneşe benzeyen bu dergâh bir aynadır.”

Kuşlar böylece fani olduktan uzunca bir süre sonra onların tekrar kendilerine (varlık alemine) gelmelerine izin verilir. Bu noktada kuşların geldikleri makamın beka olduğunu ifade eden ve beka makamından söz eden beyitler bulunur. Kitap Attar’ın kendisi hakkındaki bir kısımla biter; bu kısımda kitabına dair de yorumları bulunur.

Simurg’a ulaşmanın yolu olarak saydığı vadiler tasavvufta sıklıkla kullanılan kavramlardır ve bireyin tasavvuftaki yolculuğunun çeşitli kademelerini, makamlarını belirlerler. Her vadi açıklanırken aslında o makamın özellikleri ve zorlukları açıklanır. Yolun sonuna varıldığında tasavvuftaki her şeyin Tanrı’nın bir yansımasından ibaret olduğu inancına dayanan bir şekilde dergâhın bir ayna olduğu ve Tanrı’yı sembolize eden Simurg’un da oraya varabilmiş kuşlar olduğu görülür.

Nitekim burada Ferîdüddîn-i Attâr bir kelime oyununu vurgulamak istemiştir: Simurg sözcüğünün başındaki “si” sesini farsça “otuz” anlamına gelen “si” ile ilişkilendirerek vurgulamıştır. Bununla birlikte bu Simurg sözcüğünün doğru etimolojisi değildir. Sözcüğün kökeni Pehlevi dilinden “sn” yani “kartal” ve “murg” yani “kuş”tan oluşmuştur.

Sonuç niyetine:

Belki insanın göklere olan sevdasındandır, beklide kendinden daha özgür gördüğüne dair hikayeler uydurmak istemesindendir bilinmez; ancak öyle bir kuş vardır ki insanın zihninde, ancak efsanelere yaraşır bir güzellik ve kudrettedir. Simurg, onlarca farklı isme ve hikâyeye rağmen, varlığından emin olamadığımız ejderhalar gibi bir efsanedir bizim için. Dünyanın kökeninden gelen her hikâyede ondan bir iz vardır.

Kim bilir, belki bir gün Simurg’da, ejderhalar gibi saklandıkları yerden çıkıp yeni efsaneler yazılması için insanoğluna görünür.

Hazırlayan: cowabunga

HOMOJENOku

İndir