Röportaj: Gözde Öney

Yeni ve yetenekli müzisyenlerin seslerini duyurma platformu SOFAR’da hayli dikkat çekici bir şarkı ve yorumundan sonra geçen Mayıs ayında müzik marketlere düştü albümü. Kozmopolit şehirli bir kadının aşka, ilişkilere, topluma, hayata karşı düşüncelerini, isyanlarını, sorgulamalarını, sıkılmalarını, yüzleşmeleri, kendiyle konuşmalarını, düşüşlerini, çıkışlarını dile getiriyordu bu güzel ses şarkılarında. Yorumunun sadeliği, albümün melankolik yapısı ile bilinen yaz albümlerinden farklıydı, bir kere entelektüeldi albüm bütünüyle; şarkılar, incelikli ve derinlikli sözlerle, adeta şiire beste giydirilerek yazılıp seslendirilmişti. Her bir şarkıda o kozmopolit şehrin ruhsal sıkıntısını usulca haykırarak üzerinden atan bir kadın vardı, kavgaysa bunu incelikle yapıyordu. Ben onu kişisel olarak tanıyordum, ama bu söyleşiyle onun bilmediğim yönlerine de uzanmak, onu bir müzisyen olarak daha yakından tanımak istedim. O ikili ilişkilerde isyanları olan kırılgan bir çiçek ama toplumsal konularda sözünü sakınmayan duyarlı bir vatandaş. O son dönemin ozan-sanatçılarından Gözde Öney…

Hazırlayan: Tunca Tutkun

 

Sen de İstanbul’u terk edip Bodrum’a yerleşenler kervanına katıldın, nasıl gidiyor yeni hayatın? İstanbul’un keşmekeşinden kaçmak iyi geldi mi yaratıcılık, huzur, yeni yaratımlar, ilhamlar, projeler vs. açısından?

Aslında İstanbul’u terk etmiş değilim. Orada hala bir evim, düzenim, işim, dostlarım var. Biraz uzaklaşma ihtiyacım ve hayalim vardı çok uzun süredir. O hayalimi gerçekleştirdim, İstanbul’a kısa bir ara verdim diyeyim. Sonrası ne olur bilmiyorum. Belki sürekli bir değişimin temellerini atıyorumdur şu an. Sen görmek istemesen de zaman gösteriyor. Şehirde eskisi kadar mutlu olmadığım bir gerçek. Burası bana çok iyi geldi. Gelir gelmez yeni şarkı bile yaptım. Sürekli yazıyorum, çalıyorum, söylüyorum, yeni arkadaşlar ediniyorum, kitap okumaya daha çok zamanım ve isteğim, kendimi dinlemeye daha fazla cesaretim oluyor. Yeni insanlar tanımak da beni çok besliyor, bana çok öğretiyor. İstanbul’da hep evde oturmak istiyordum, şehir beni boğmaya başlamıştı. Burada uyanır uyanmaz kendimi evden dışarı atmak istiyorum. Huzur ve güven duygusunu özlemişim.

 

Şimdi seninle SOFAR’ı ve sonrasını konuşacağız, ama öncesinden başlamak istiyorum. Yani “tamamdır, ben bu işi yapmak istiyorum, yoluma müzikle devam edeceğim” dediğin kırılma anı ne oldu? İlk girişimlerin nelerdi? Karar vermen nasıl oldu? Ve ilk kez tamam oldu bu şarkı dediğin besten hangisiydi?

Yoluma müzikle devam edeceğime 2010 yılında Okay Aynur’la tanıştıktan hemen sonra inanmaya başladım. Öncesini artık gerçekten fazla hatırlamıyorum, düşünmüyorum. Sancılıydı çünkü benim için. Ne istediğimi biliyormuşum ama bana çok uzak görünüyormuş, cesaretim kırılmış, yolumu kaybetmişim, hiç geçmeyen bir üzüntü hali içindeymişim, şimdi geriye bakınca gördüklerim bunlar. 2003 yılında İstanbul Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünü kazanıp İstanbul’a geldim. Bölümüm ilgimi çekmiyordu. Değişik işlerde çalıştım, benim için çalışmak okula gitmekten daha eğlenceliydi. Garsonluk, yayın evlerinde editörlük, hatta çok alakasız bir sektörde 3 günlük bir satış temsilciliği deneyimim bile oldu, kaçtım hemen. Barlarda çalışmak, garsonluk yapmak çok zevkliydi. Türlü türlü insan profiliyle karşılaşıyor ve o tipi, tarzı anlıyor, artık tanıyorsun, ya da bir önsezi geliştiriyorsun en azından. Hayat adına güzel kazanımlardı, bugün hala faydasını görüyorum. Fakat zaman geçtikçe hayallerimden biraz daha uzaklaşıyormuşum gibi hissediyordum. Bir yandan okulum devam ediyor, 8. senemdeyim ve bitmeyeceğinin farkındayım, kimselere söyleyemiyorum, kendime bile söyleyemiyorum. Okay’la tanıştıktan sonra onun ve birçok müzisyenin de benzer mücadeleler verdiğini, sancılı dönemlerden geçtiğini fark ettim. Bu farkındalıkla birlikte cesaretim katlanarak geri geldi. Tam o dönemlerde okulumu bırakıp Bilgi Üniversitesi Müzik bölümünü yarı burslu kazandım. Okulda Harun Tekin’in songwriting dersini alıyordum, o dersin bir ödevi olarak Tik Tak’ı yazdım. O dersi almadan önce de şarkılar yazmaya başlamıştım ama hiçbiri içime sinmiyordu. Tamam oldu bu dediğim ilk şarkım ‘Tik Tak’tır.

 

SOFAR’ı keşfetmen nasıl oldu? Girerken hedeflerin neydi? Buradan alır, albüme yürürüm diye düşündün mü, yoksa her şey ilk etapta yavaş yavaş gelişsin şarkılarım duyulsun hele, albüm sonra gelir düşüncesinde miydin? O konserdeki, bir kitleye şarkını ilk söylerkenki heyecanını anlatır mısın?

SOFAR takip ettiğim ve sevdiğim bir oluşumdu. Biz orada çaldığımızda albümle ilgili çalışmalarımız 2 senedir devam ediyordu ve kayıtlar da bitmek üzereydi zaten. O yüzden albüm yapma kararımda bir etkisi olmadı. Girerken büyük beklentilerim yoktu. Daha önce de kalabalıklara şarkılar söyledim ama SOFAR’da küçük bir kalabalık olmasına rağmen duyduğum heyecan her zamankinden büyüktü. Çünkü ilk defa kendi şarkılarımı söyledim. Bir nevi görücüye çıktım aslında 🙂 “Kavga” sevildi, umduğumdan güzel tepkiler geldi, sağ olsunlar. Albüm öncesi bana güzel bir motivasyon oldu.

 

Ve albümün İki Gölge çıktı. Nasıl geçti o SOFAR’dan sonraki süreç, albüm hazırlıkları, ekip kurma, mesela yeni sanatçıların karşılaşması muhtemel “zorlukları” (yapımcı kaprisleri, PR, klip yayınlatmak için para istenmesi rezaleti olsun) yaşadın mı? İnsanların ayda bir yeni bir şarkı çıkarttığı çıkartamadığı bir dönemde sen büyük bir cesaretle 10 şarkılık bir albüm çıkarttın. Mevcut piyasa şartları seni zorladı mı? Nelerle karşılaştın albüm öncesinde ve sonrasında? Dışarıdan baktığın bir müzik dünyasının içine girince neler gördün? Beklediğin gibi oldu mu her şey ya da hayal kırıklığı yaşadığın noktalar oldu mu?

Öncelikle şunu söyleyeyim, her konuda olmasa da hayalleri konusunda çok sabırlı bir insanım. Daha doğrusu, sabretmeyi öğreniyorum ve öğrendikçe seviyorum. O yüzden büyük beklentilerim ve dolayısıyla hayal kırıklıklarım olmadı. Yolumun çok uzun olduğunun farkındayım. Bilinen bir plak şirketiyle anlaşmaktan son anda vazgeçip her şeyi kendim yapmak istedim, yapabildiğim kadar. Diğer albümlerde ne olur, hayat karşıma nasıl fırsatlar çıkarır bilmiyorum ama ilk albümün hikayesi bu. Ekonomik bir desteğim olmadığı için zorlandığım alanlar oldu elbette. Ama o güne dönsem, yine aynı kararı verirdim. Albümü CD olarak piyasaya sürmezdim mesela, o hataymış bence. Onun yerine klip çekerdim. Bu albümün bir klibi yok. Olsaydı da klibimi yayınlayın diye hiçbir kanala gitmezdim. Televizyon, evlerde, odalarda bütün gün açık duran bir saçmalık. İnsanlar orada müzik dinlemiyor, kendileri için seçilen şarkıları ‘duyuyorlar’ sadece. Gerçek ve kıymetli dinleyici internette.

 

Albümün çıkalı 1 seneye yaklaştı, bu sürede bir sürü konser verdin, hatta bir de cover tekli Peyk’in Gidin şarkısını çıkardın. Beklediğin geri dönüşleri alıyor musun? Müzik dünyasından destek gördün mü? Albümde Koray Candemir desteğini görüyoruz bir şarkıda, insanlara kendini bu albümle tam olarak ifade ettiğini düşünüyor musun? Ya da neler var aklında daha fazla duyulması için?

Ben Peyk hayranı olduğum için evde sürekli onların şarkılarını dinliyor, çalıyor, söylüyordum. Canay da Peyk ile çalışıyordu o dönem. Gidin’i bir gece evde Canay Cengen, Okay Aynur birlikte kaydettik, öylesine. Canay iskambildeki joker kartı gibidir, çok iyi bir müzisyendir, müzik söz konusuysa oradadır, üşenmez, sıkılmaz, sana inanıyorsa desteğini esirgemez. Bir gün evde otururken “Bu şarkıyı çok seviyorum, sen çalsana ben de söyleyeyim, elimde bi kayıt olsun” dedim. Öyle oluverdi. Yine evde çektiğim görüntülerden bir video hazırlayıp youtube kanalıma yükledim. O zaman daha albüme başlamamıştık bile. Yıllar sonra Pasaj Müzik o şarkıyı single olarak çıkarmayı teklif etti, Peyk de izin verdi. Hikâye bundan ibaret. Bir single çalışması değildi yani aslında. Koray’la Düşüş’ün temelini 2015 yılının ekim ayında atmışız. Yine çok spontane bir an, “Haydi bi şarkı yapalım” gibi değil de, “Aaa! Bu ne güzel şarkı olur!” gibi bir halden çıktı Düşüş. Albümdeki en sevdiğim şarkıdır. Kendini ifade edebilmek kıymetli bir şey tabii ama böyle kaygılarım çok yok. Şarkı yazmak kendimi ifade etmek açısından konuşmaktan daha rahatlatıcı olabiliyor benim için ama anlaşılıyor muyum kısmı benim sorumluluğum değil. Öyle bir derdim yok daha doğrusu. Yaptığım iş öncelikle beni mutlu ediyor. Önce ben mutlu olayım diye yapıyorum. Sevilmek, takdir edilmek de artısı oluyor, ne mutlu bana. Daha fazla duyulmanın, daha çok insana ulaşmanın en doğru yolu daha fazla üretmek diye düşünüyorum.

 

Bestelerini ilk kimlere dinletirsin? Nelerden beslenir Gözde Öney? Kendi hikayelerini mi yoksa gözlemlendiğin hikayelerin şarkıları mı çıkar daha çok? Kendini şarkı yazarlığı konusunda nerede görüyorsun?

Kendi hikayelerimizle başka hayatların hikayeleri çok iç içe bence. Başkasının acısı benim de acım olabiliyor, mutluluğu, heyecanı da öyle. Günün sonunda kendi içime dönüyor, düşünüyor ve hazmediyorum. Hayattan besleniyorum kısaca, hayat da benden besleniyor. Yeni şarkı yaptığımda önce Okay’a dinletirim. Sonra arkadaşlarıma, Efe’ye, Mahmut’a, Özlem’e, fikirlerini sakınmayacağını, beni pohpohlamayacağını bildiğim insanlara yani.

 

Albümün genel olarak melankolik denilebilir, ama senin, tanıdığım kadarıyla, çok neşeli ve muhabbetperver bir mizacın var. Hayatında melankolinin yeri ne kadar, neşenin yeri ne kadar? Bu kadar neşeli iken şarkılarında melankolinin ağırlıkta olması neden?

Ben neşeli melankoliğim, sen beni hep eğlenceli ortamlarda gördüğün için o tarafımla tanışmamış olabilirsin 🙂 Melankoliden neşelendiğim, neşelenip melankolikleştiğim oluyor. Neşeli şarkılar yazamıyorum. Belki çok öyle şarkılar dinlemediğim içindir. Deniyorum ama 🙂

 

Sanatçılık biraz da içinde bin tane farklı ruh barındırmakla da ilgili gelir bana. Bizim baktığımız her nesneyi bizden farklı gözle görüp ondan edindiği anlamları kendince ifade eden kişi diye tanımlarım sanatçıyı. Bizim göremediğimiz bir boyutta yaşar gibi gelir sanatçı çoğu zaman. Buna katılıyor musun? Sahi senin içinde kaç Gözde var?

Bilmem ki, bir tane vardır umarım, birden fazlasıyla başa çıkamam 🙂 Şaka bir yana, bence benim içimde bir tane Gözde var, senin içinde bir tane Tunca var, farklı hallere girip çıkabiliyoruz, insanız işte. Bin tane farklı ruhum yok ama başka ruhları anlayabiliyorum, hissedebiliyorum, onlara dokunmayı seviyorum. Müzikle iç içe oluşum bunu kolaylaştırıyordur belki, bilmiyorum. Yazmak, çalmak, söylemek, çok yoğun hislerle yoğrulan eylemler. Bu da başka bir boyuttur belki, haklı olabilirsin.

 

Sıkı bir konser izleyicisi olarak, beni en çok sıkan konuların başında konser kültüründen bihaber saygısız dinleyiciler geliyor, öyle ki bir konserde uğultudan konuşmadan içip dağıtanlardan dolayı hiçbir tat almadan çıktığım konserler oldu. Seyirci motivasyonu sahne üzerinden bakınca seni nasıl etkiliyor? Senin böyle anekdotların var mı?

Öncelikle bir seyirci olarak, sonra da sahneye çıkan bir müzisyen olarak bu konu benim çok canımı sıkıyor. İnsanlar konserde hiç konuşmasın demiyorum tabii ki ama en azından sahnedeki müzisyenden daha fazla ses çıkarmamaya çalışsa iyi olur. Dev kahkahalar atılabiliyor, ipin ucu kaçıyor, çok ayıp oluyor bence. Neden oturup içkini içip sohbet edebileceğin onca mekan varken benim konserimi sabote ediyorsun yani, değil mi? Bilet parası verip sadece müziği dinlemeye gelmiş insanlara, o konser için günlerce prova yapmış, emek vermiş müzisyenlere saygısızlık ediyorsun, neden, ne hakla? Bir Hüsnü Arkan konserinde önümde hiç durmadan konuşan, çılgınca kahkahalar atan 3 kadın arkadaşa sordum bir gün, “Pardon, bir şey sorabilir miyim? Tiyatroya gittiğinizde oyunu da böyle mi izliyorsunuz?” Kabul ediyorum biraz iğneleyici bir soruydu fakat bana biri böyle bir şey sorsa, “Haklısınız kusura bakmayın, daha dikkatli olmaya çalışırım” demek gücüme gitmez. “Bizim nasıl tiyatro izlediğimiz kimseyi ilgilendirmez!” dediler 🙂 Nasıl ilgilendirmez? Bir salon dolusu seyirciyi ilgilendirir, oyuncuları, teknik ekibi, ne bileyim kısacası herkesi ilgilendirir. O an orada olmayı sen seçiyorsun, kimse seni zorla götürmüyor, “konser” var diye gidiyorsun, biraz bunun farkında, kontrollü ve diğer insanlara karşı saygılı olmak gerek diye düşünüyorum. Sahneden “hişşşt!” diye seyirci susturmuşluğum da var bu arada maalesef. Ben sevdiğim şeyi yapıyorum, benim keyfim niye kaçsın? Onun keyfi kaçsın, orada olmak istemiyorsa başka bir yere gitsin.

 

Sen aslında müziğin dijital çağa teslim olduğu zamanlarda bir müzisyensin, herkes tekli şarkılar çıkarırken, sen 10 şarkılık bir albüm çıkardın. Sence bu bir risk miydi ve bunun karşılığını aldığını düşünüyor musun?

Buna bir risk olarak bakmıyorum. İlk albümümdü, şarkılar çok birikmişti, onların artık benden çıkması gerekiyordu. Albüm çıktığında şarkılar benim için eski, insanlar için yeniydi. Tek tek ilerlemek de güzel bir yöntem, ona da sıcak bakıyorum. Tuna Kiremitçi’nin projesinde çok güzel çalıştı o yöntem mesela. Ama benim istediğim o değildi, inadım inattı, o albüm çıkacaktı 🙂 Her gün güzel insanlardan güzel şeyler duyuyorum, karşılığı buysa eğer aldım, alıyorum.

 

Sence plak mı kaset mi cd mi dijital mi? Müziği nerden dinlemeyi seviyorsun?

Bence plak. Dokusu, kokusu, sound’u, her şeyiyle çok çekiyor beni. İmkânım olursa 2. albümümü plak olarak piyasaya sürmek isterim. Müziği çoğunlukla Spotify’dan dinliyorum.

 

Bir de sosyal medya sorusu gelsin o halde. Sosyal medya yokken insanların sanatçılara erişimi yok denecek kadar sınırlıydı, sanatçının bir büyüsü, gizemi, çıkaracağı albüme dair bir merak olurdu. Halbuki günümüz sosyal medya çağında sanatçılar nerdeyse albümlerini hayranlarının isteği doğrultusunda çıkarıyor, sanatçının büyüsü kalmadı ama öte yandan beklentinin bilinmesiyle başarı garantili işler yapılmaya başlandı. Sen ne düşünüyorsun sosyal medyanın sanatçı-hayran etkileşimi üzerindeki etkisine? Sence daha mı iyi oldu, yoksa keşke olmasaydı mı diyorsun?

Keşke olmasaydı demiyorum asla. Keşke daha iyi niyetli, daha otokontrollü kullanılabilse dediğim zamanlar oluyor. Sosyal medya bir yerme, övme, sevme, nefret etme, göklere çıkarma, yerden yere vurma alanına dönüştü. Bunun artık değişeceğini sanmıyorum. Kendimi, psikolojimi bunlardan korumaya çalışıyorum. Sanatçının büyüsü, gizemi olurdu haklısın ama bir magazin merakı hep vardı, bu da şehir efsaneleri doğururdu. İnsanlar bunları birbirine anlatırdı, anlattıklarına inanırlardı. Bir ‘sosyal’ medya hep varmış aslında. Hayranlar çok tatlı. Karşı karşıya olsak beni sıkı sıkı kucaklayacaklarını hissediyorum bazen. Bence ulaşılabilir olmak, iletişim kurmak çok güzel ama müziğimi beklentileri karşılama kaygısıyla yapma taraftarı değilim.

 

90’lı yıllarda sanatçılar birbirlerine vokal yapar, konserlerde eşlik eder, hiç olmazsa stüdyoya tebriğe giderlerdi. Bugünse bırak stüdyoya gitmeyi aynı fotoğraf karesinde görünmekten gocunuyorlar şarkıcılar. Müzik dünyasındaki çekememezliklerin nedeni ne sence? Neyi paylaşamıyorlar? Sen yeni çıkan insanlara desteğini hiç esirgemiyorsun mesela, senin sayende Ezgi Aktan’ı, Simge Pınar’ı, Mahmut Çınar’ı tanıdım mesela. Bu anlamda da ayrılıyorsun ana akım müzik mentalitesinden. Bu konuya nasıl bakıyorsun?

Benim yakın çevremde birbirini çekemeyen insan yok hiç, inanır mısın? O yüzden o insanlar adına konuşamam, öyle bir çekememezlik varsa nedeni ne bilmiyorum. Biz yeri geliyor birbirimize konserlerde, kayıtlarda eşlik ediyoruz, müzik dışında da öyle, dostluk ediyoruz, omuz veriyoruz, güç veriyoruz. Ben de öyleyim, isimlerini saydığın arkadaşlarım ve daha niceleri de öyle. Alternatif akımda bir tayfacılık var, onu seziyorum evet ama o duyguyla ve sebepleriyle ilgilenmiyorum. Ben bir müziği seversem, paylaşıp destek olmak isterim. Öbür türlüsü “Güzel olmuş ama paylaşmayayım da dinlenmesin” gibi tuhaf bir yere çıkıyor. Kimseye kondurmak istemem böyle bir yaklaşımı.

 

Yeni zamanda prodüktörler sanatçıyı sanat üreten kişiler değil de, ürün gibi pompalıyorlar, şarkı ve imajlarından kavga ve polemiklerine kadar hepsi ayarlanmış halde fabrikadan çıkıyorlar ve biz şarkılardan çok imajları ve polemikleri konuşuyoruz. Sen bu ortamda kendini nasıl konumlandırıyorsun? Senin farkın ne oldu?

Benim öyle bir prodüktörüm yok. O kişilere tam olarak ne deniyor, kafam karışıyor artık, yapımcı mı, prodüktör mü, menajer mi, D-)Hepsi mi? Bana uzak bir dünya ama zamanında Hande Yener’e vokal yaptığım bir dönem var, kıyısında dolaştım o suların. Hiç bana göre işler değil, olmayacak da. Benim müzik prodüktörüm var, Efe Demiral, aranjmanlarımı da o yapıyor. İkinci albümde de Efe’yle çalışıyoruz çünkü birbirimizi iyi anlıyoruz, ortak bir dil konuşuyoruz, yakın arkadaşız. Fikir paylaşıyoruz. Bizde durumlar böyle 🙂

 

Sahnede hala kendimi geliştirmem lazım dediğin yönler var mı? Kendini eleştirdiğin olur mu?

Olmaz mı. Her konserde bir şeyler buluyorum eleştirecek ama bunlar sahneye çıktıkça, konser verdikçe azalıyor. Sahne büyük bir tecrübe, tamam ben oldum demek için öz eleştiri yapabilmek, kendine dışardan bakabilmek gerek bence. Ben ilk başlarda şarkı aralarında, Efe’yle Ozan akort yaparken misal, heyecandan ne konuşacağımı bilemeyip saçma sapan espriler yapıyordum. Şimdi biraz daha düşünerek konuşmaya çalışıyorum ama kendimi kasmıyorum da. Orası benim alanım çünkü neticede. Zamanla oturur biliyorum, kendime ve hayata güveniyorum. Kendimi ilk albümle ilgili de eleştirdiğim çok oluyor. Albümün tamamını baştan söylemek isterdim mesela, eminim daha çok içime sinerdi ama bunun sonu yok. Tekrar söylesem, bir sene sonra dinlediğimde yine memnun kalmam, tekrar söylemek isterim kesin. Mahmut’un hazırladığı Bülent Ortaçgil ile nehir söyleşi kitabında şöyle diyor Ortaçgil; “Kaydettiğin şarkıyı hiçbir zaman beğenmezsin. O an beğensen iki saat sonra beğenmezsin zaten; üç gün sonra beğenmez, beş gün sonra nefret edebilirsin. Kaydettiğiniz, o şartlarda, sizin o günkü duygusal beğeninizle ve seçme durumunuzla tespit ettiğiniz, o ana ait bir şeydir. İleride hiçbir zaman beğenmezsiniz. Bu işler hep böyledir. Bu doğaldır da, öyle olması gerekir çünkü beğendiğiniz zaman sürekli kendi egonuzu şişirmiş olursunuz. Aslında belki de sanat yapmanın ön koşullarından biri olabilir bu söylediğim. Yani hep zaman içerisinde geriye dönüp baktığında kendi yaptığın şeyde biraz kusur bulmak…” Bunu okuyunca çok rahatlamıştım. 🙂

 

Şarkıcı olmadan önce duvarında kimlerin posterleri olurdu? Nasıl hayalleri vardı mesela 15 yaşındaki Gözde’nin ve bu hayallerin ne kadarına ulaştın, ne kadarından vazgeçtin ya da daha ne kadar yolunun olduğunu düşünüyorsun? O yaşlardaki Gözde’ye ne söylemek isterdin şimdiki Gözde olarak?

Hayallerimin hiçbirinden vazgeçmedim. Hepsinin tam ortasındayım. Güzel dostlarım var, sağlığım yerinde, en sevdiğim işi yapıyorum. 15 yaşındaki Gözde’ye derdim ki, “Çok hataların olacak ama olması gereken de bu zaten, hissettiğin gibi devam et, herkesi dinle ama kimseyi dinleme.” Benim odamda kimlerin posteri vardı inan hatırlamıyorum. Çok poster meraklısı değildim, birkaç tane vardı şu an hatırlayamıyorum ama bir Tarkan vardı ondan eminim. İlk çıktığında birçok genç kız gibi ben de çok aşık olmuştum Tarkan’a. Benim duvarlarımı daha çok sevdiklerimin fotoğrafları süslerdi, hala da öyledir. Sezen Aksu’yla, Emel Sayın’la büyüdüm. 90’lar pop müziğiyle senin kadar olmasa da ben de çok iç içeydim. Samsun’da doğup büyüdüm, harçlıkları biriktirip iki haftada bir kaset alırdık. Bazen arkadaş tavsiyesiyle, bazen de kapak resimlerine bakıp seçerdik.

 

Şimdi biraz da daha ciddi meselelere gelelim istiyorum. Kavgaysa Kavga diyorsun, Gözde Öney’in kavgası kimlerle/nelerle? Toplumda en çok seni gıcık eden konular hangileri ve bunlara reaksiyonun neler oluyor?

Kavga etmeyi sevmiyorum ama kavgaysa da kavga yani, susup oturacak değilim. Konuşup anlaşamıyorsak, başka bir yol kalmadıysa kavga da edebiliriz. Kaçmıyorum. İnsanların konuşma gibi bir yetiye sahip olup yine de anlaşamaması, birbirini dinlememesi, manipüle etmesi, duygusal şiddete başvurması, baskılar, sansürler, otosansürler, adam kayırmalar, hak yemeler, adaletsizlikler, ötekileştiren, ırkçı ve cinsiyetçi söylemler, kadına, çocuğa şiddet ve istismar, hoşgörüsüzlük, fanatizm, say say bitmez işte. Bunlar beni gıcık etmekten öte yaralıyor, zaman zaman delirtiyor.

 

Son günlerde kutuplaşmalardan en büyük payı tabi ki gene sanatçılar aldı ve bunda da bölündük, sanatçılar siyasi görüşlerini söylemeli mi yoksa kendine mi saklamalı tartışmaları da sürüyor bir yandan. Senin düşüncelerin nedir bu konuda? Gözde’nin toplumsal olaylara bakışı nedir? Sanatçı düşüncesini kendine saklamalı mı dersin yoksa söylemeliyim içimde tutamam mı dersin? En son hangi toplumsal olaydan etkilendin bir sanatçı olarak?

Her gün yeni bir şey oluyor, ülke gündemi sağ olsun çok hareketli. Beni son dönemlerde en çok üzen olay Ezhel’in cezaevine girmesi oldu. Acıları kıyaslamıyorum asla, o kadar büyük acılar var ki, hangi birine üzüleceğimizi şaşırıyoruz. Bir sanatçının sanatından ötürü yargılanması kabul edilemez. O ülke için bu bir utanç kaynağıdır. Sanatçının topluma örnek olmak gibi bir misyonu olduğuna inanmıyorum, hatta buna karşı çıkıyorum. Kaç kişiye bir bütün olarak örnek olabilirsin ki? Kimi kaşını sever, kimi gözünü. Elbette her insan gibi fikirlerim var, bunları doğru bir üslupla paylaşma ihtiyacı duyuyorum bazen. Bazen de hiç içimden gelmiyor, hiçbir şey yazmıyorum. Yazsan niye yazdın oluyor, yazmasan niye yazmadın. Bence insanları rahat bırakalım biraz. Herkes yatağından aynı duygularla uyanmıyor, bütün hayatlar farklı.

 

Toplumda kadınlar ve çocuklarla birlikte en çok ezilen kesim LGBTİ toplulukları, yıllardır çeşitli bahanelerle yürüyüşleri iptal ediliyor, Ankara Valiliği LGBTİ etkinliklerini süresiz iptal etti, bir yandan erkek egemen toplumda sürekli LGBTİ cinayetleri işleniyor. Gözde Öney’in LGBT topluluklarına ve bu kanayan yaraya dair düşünceleri nelerdir? Herhangi bir etkinlikte yer almak gibi ya da şunu da yapabilirim dediğin bir düşüncen oldu mu? Hiç irtibata geçtin mi LGBTİ organizasyonlarla?

Ben erkeklik yok olsun istiyorum. Yanlış anlaşılmasın, erkekler yok olsun değil bu dediğim, erkeklik yok olsun, bitsin artık. Şu kafalar değişsin, açılsın artık. Ne kadar ezilen, hor görülen, zulme uğrayan azınlık varsa hepsinin tepesinden bir “erkeklik” bakıyor. Bıktık artık. LGBTİ cinayetleri, kadın cinayetleri, çocuk cinayetleri, tecavüzler, tacizler, kısıtlamalar, özgürlük alanlarımızın daralması, bunlar hepimizin en büyük yaraları, travmaları. Geçtiğimiz sene Abbasağa Parkı’nda düzenlenen, sadece Cis-Hetero kadınlara ve LGBTİ+lara açık bir etkinliğe davet edildim. Birkaç şarkı çaldık, keyifliydi. Amatör bir organizasyondu ama ruhu güzeldi. Tekrar benzer bir etkinliğe davet edilirsem seve seve giderim, çok isterim, bu vesileyle duyurmuş olayım.

 

Klip veya konser müjden var mı? En son Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları projesinin ikinci ayağında bir şarkıda Tuna’ya eşlik ettin. Ne söylemek istersin önümüzdeki günlerdeki plan ve projelerin hakkında?

Aslında bu albümün bir klibi olmayacaktı ama bu aralar bazı gelişmeler oldu. Bir aksilik olmazsa ilk albüme bir kliple veda edip ikinci albümü kaydetmeye başlayacağım. Yaz sezonu konser anlamında biraz hareketsiz geçiyor, şimdilik ağustos ayında Gümüşlük’te bir konser olacak gibi görünüyor. Şu an verebileceğim en büyük müjde ikinci albümün aranjmanlarına başlamış olmamız. Tuna’nın yeni albümünün ilk şarkısını birlikte söyledik. Ben şarkıyı duyduğum anda çok sevdim. Söyledikçe daha da sevdim. Kliple ilgili birkaç aksaklıktan ötürü yayına çıkması biraz gecikti sanırım ama eli kulağındadır diye umuyorum. Umarım siz de seversiniz.

 

Son olarak, “aklından geçen, gecene düşen, bize söylemek istediğin neler var?”

Aklımdan geçen, geceme düşen, size söylemek istediğim çok güzel şarkılar var.

11. SAYI

HOMOJENOku

İndir

1 Trackbacks & Pingbacks

  1. 11. SAYI – HOMOJEN

Comments are closed.