Röportaj: Denise Türkan

Denise Türkan İstanbul Üniversitesi Oyunculuk ve Drama bölümünü bitiren, Olacak O Kadar programında yer alarak bir çoğumuzun dikkatini çeken, Tiyatro ve Oyunculuk üzerine odaklanmak için 2011 yılında Amerika’ya giden, Amerika’da da başarılarına bir bir yenilerini ekleyen, aynı zamanda trans aktivizmine verdiği destekle de bilinen değerli bir sanatçı. Homojen Dergi’de yer almasını çok istediğim için kendisiyle irtibata geçtim. Sağ olsun kendisi de beni kırmadı ve röportaj teklifimi kabul etti. Sorularıma verdiği içten cevaplarla ortaya enfes bir röportaj çıktı. Şimdi sizi kendisiyle yaptığım röportajla baş başa bırakıyorum.

Hazırlayan: İlker Bozkurt

Tiyatro’ya nasıl başladınız?

Klasik bir cevap olacak ama çok küçük yaşlarda iki tane idolüm vardı. Nurhan Damcıoğlu ve Seyyal Taner.  Sürekli onları izler ve taklit ederdim, zamanla taklit yeteneğim gelişti ve oyunculuğa karşı bir kabiliyetim olduğunu anladım. Ben doğma büyüme İstanbul Üsküdarlıyım, lise yıllarımda okul tiyatro kolundaydım ve bir gün edebiyat öğretmenim annemi babamı okula çağırıp onlara benim yetenekli olduğumu ve konservatuar okumamın geleceğim acısından çok yararlı olacağını söyledi. Tabi ki böyle bir şeyi ailem asla istemedi, onlar benim doktor avukat vs işler yapmamı istiyordu. Ama bir kere sahne tozunu yuttuğumdan ben asla vazgeçmedim. İstanbul’da büyük küçük birçok tiyatro ekibi var ve imkanlar diğer illere göre daha fazla, yani maddi anlamda değil elbette ama manevi anlamda oyunculuk isteğinizi tatmin edebiliyorsunuz. Bende öyle yaptım birçok tiyatro ekibiyle çalıştım, hepsinden bir şeyler öğrendim. Trans geçiş sürecime kadar tiyatronun yanı sıra ufak tefek rollerde dizi reklam vs profesyonel olarak roller aldım üstelik az da olsa para kazanıyordum artık.

 

Levent Kırca ile tanışmanızdan bahseder misiniz? Levent Kırca & Oya Başar Tiyatrosu’nda yer alışınız size neler kattı?

Dediğim gibi Lise yıllarımda tiyatro oyuncusu olmayı kafama koymuştum, bu benim vazgeçemeyeceğim bir tutku idi, liseden mezun oldum 17 yaşında falandım ve gazetede Levent Kırca Oya Başar tiyatrosuna sınavla genç yetenekler alınacağını hem eğitim verileceğini sonrasında ise yeni oyunda rol alma imkânı olduğu yazıyordu. O dönemler Olacak O Kadar zirvedeydi ve Levent Kırca Oya Başar tiyatrosu oyunları hep kapalı gişe oynuyordu, neyse ben ailemden gizli gittim o sınava girdim, aslında sadece kendimi denemek istemiştim ama yaklaşık 300 kişi arasından ilk 30’a kaldım, bir yandan ailemin buna asla müsaade etmeyeceği korkusu bir yandan da böylesine büyük bir ekip ile çalışma ve eğitim imkânı vardı. Kafam çok karışmıştı ve ben kalbimin sesini dinledim, ailemden gizli o eğitimi aldım ve yeni başlayacak olan “Hangi Yüzle“ isimli oyunda da yer alma şansı elde ettim.

Benim dışımda herkes bu sevincini ve gururunu ailesiyle paylaşırken ben bin bir yalan söyleyerek provalara devam ettim. 2 ay süren bir prova döneminden sonra oyun premier yaptı ama artık iş çığırından çekiyordu ve aileme söylemek zorundaydım. Aslında biraz da bir şeyler başardığımı görmelerini ve benim bu sevincimi paylaşmalarını istiyordum ama öyle olmadı anneme ve babama bunu söylediğimde bana ya evden ayrılmamı ya da onlara göre boş hayal olan oyunculuğu bırakmamı söylediler. Çok gençtim aynı zamanda da sokakta kalmaktan korkuyordum ve gidip bana verilen kostümleri gözyaşları içinde tiyatroda kimsenin olmadığı bir saatte tam sahnenin ortasına bıraktım. Hayatımda yaşadığım en büyük acılardan biridir bu, ama şimdi dönüp baktığımda aslında bütün bu olanların beni ne kadar beslediğini güçlendirdiğini de görüyorum.

Yıllar sonra Levent Kırca ekibine yeniden başvurdum ama bu sefer Trans geçiş sürecini tamamlamış bir kadın olarak. O dönem ekibin genel sanat yönetmenliğini yapan kişi benimle aynı dönemde eğitim almış ve ekibe seçilmiş bir arkadaşımdı, ismi Feyza idi. Ona ulaştım ve durumumdan bahsettim oda beni 4.levent’te Olacak O Kadar’ın çekildiği stüdyoya davet etti. Biraz çekinerek biraz da umutsuzca gittim açıkçası, benim için bir hayaldi, Feyza zaten ben gitmeden durumdan ve benim önceki ekipten olduğumu Levent Kırca ve Oya Başar’a bahsetmiş ve gittiğimde benimle çalışmak istediklerini söylediler, ilk olarak Oya Başar ile karşılaştım çekimdeydiler ve gel şekerim kapımız sana açık dedi. Ertesi gün ben Olacak O Kadar ekibinde yeni işime başlamış oldum. O gün benim hayatımın bir dönüm noktası oldu ve şu an bulunduğum yeri ben öncelikle Allah’ıma sonra arkadaşım Feyza’ya sonra da Levent Kırca ve Oya Başar’a borçluyum ve her zaman minnetle anarım kendilerini. Hayatımın en umutsuz döneminde elimi tutup bırakmadıkları için.

Son 15 yıldır Türkiye’de her alanda bir sansür söz konusu. Bu ekranlara da yansıdı. Farklı fikirde, düşüncede hatta görünümde olan birçok kişi uzaklaştı veya uzaklaştırıldı. Birçok LGBTİ+ için iş sağlayan “Olacak O Kadar” programı da politik skeçleri sebebiyle bu sansüre takıldı. Pek siz o dönemde hem içerden hem de dışarıdan sansüre ve baskıya maruz kaldınız mı?

İlk skeçlerim yayınlandıktan ve daha görünür olduktan sonra, kadroda bir transseksüel oyuncu olması basının fazlasıyla dikkatini çekmişti ve TV’de haber programları, gündüz kuşağı programları, Talk Show programlarından fazlaca davet almaya başlamıştım. Bu dizi yönetimini biraz rahatsız etmiş olmalı ki bana olacak o kadar dışında herhangi bir programa çıkmama kuralı koydular ve ilk defa Türk TV’lerinde uzun süreli kadrolu bir transseksüel olmasına izleyicinin nasıl tepki vereceğini bilmediklerinden bir dönem de rolümü azalttılar, skeçlerde daha az görünür oldum bunu iç sansür olarak adlandırabiliriz. Fakat sonrasında izleyici beni çok sevdi ve kabul etti hatta transseksüel olmamla %80 izleyici ilgilenmedi bile. Kadrodaki herhangi bir kadın oyuncuydum izleyici için.   Sonrasında   Ben 2006 yılında Olacak O Kadar kadrosundan ayrıldım. O zamana kadar dışarıdan herhangi bir baskı ya da sansür yoktu. Dizide Transseksüel bir oyuncu var diye herhangi bir sorun yaşamadılar. Yasaklanması ise ben ayrıldıktan çok sonra daha çok politik mizah yapıldığı için olmuştu.

Gelelim 2011 yılına, Amerika’ya gidişinize ne vesile oldu? Bu kararı almanızdaki sebepler neydi?

Aslında hiçbir zaman yurtdışında yaşamak gibi bir düşüncem olmamıştı. Ama piyasaya çok küsmüştüm, onca emeğe uğraşıya rağmen rol olarak hala hakkettiğimi alamadığımı düşünüyordum. Gelen teklifler hep bir iki cümlesi olan sokakta seks işçiliği / otostop yapan transseksüel rolleriydi ya da transseksüelliği karikatürize eden, komedi unsuru gören rollerdi, ben oyunculuğu hiçbir zaman hobi olarak görmediğim hep mesleğim olarak kabullendiğim için bu tarzda gelen rol tekliflerini hep geri çevirdim, sırf ekranda ya da sinemada görüneyim diye sokaktaki x şahısın da oynayabileceği rolleri istemedim. Zaten çok fazla da Transseksüel oyuncuların da içinde olduğu proje olmuyordu.

Sonra ne yapabilirimi düşündüm.  Biraz macera sever bir yapım var, o yüzden de kısa dönem başka dünyalar görmek istedim ve bunun için de en uygun yerin New York olduğuna karar verdim. En azından bunu tecrübe etmek istedim. Bir okula kaydoldum ve öğrenci vizesi ile geldim. Ve hep ben döneceğim kalmayacağım burada diyordum ama kısmet burada yaşamakmış, o yüzden de önce dil eğitimi daha sonra da oyunculuk eğitimine ağırlık verdim. Burada ufak tefek işler yapmaya başladım, oyunculuk piyasasını tanıdım hem Broadway hem bağımsız tiyatro sinema dizi derken Burada bir trans kadın için imkânların Türkiye’de olduğundan daha fazla ama İngilizce ana diliniz olmadığından ve oyunculuk yapabilmek için de dile hakim olmak gerektiği için bir o kadar da zor olduğunu gördüm. Zoru severim, birazda mücadeleci bir yapım var, beni seçmeyeceklerini bile bile seçmelere girmeye başladım, bunun kendimi geliştirmek için bir basamak olduğunu biliyordum ve hep denedim o yüzden, çoğuna seçilmedim ama seçildiklerimden de çok fazla şey öğrendim. Benim için okul dışında ikinci bir eğitim oldular diyebilirim.

 

Hem Türkiye’de hem de Amerika’da Drag Queen çalışmalarınız oldu. Türkiye ve Amerika arasındaki farklar nelerdir?

Şimdi dışarıdan bakan biri olarak söyleyeceğim ve bu cevabıma Türkiye’deki Drag Queen arkadaşlarım alınabilir ama Türkiye’de Dragqueen olmak demek güzel ya da seksi kadın olmaya çalışmak demek, yani sanat ikinci plana atılıyor. Sosyal medya hesaplarında Dragqueen olmanın dışında en güzel en seksi olma çabasındalar.

Aslında bir iki Dragqueen arkadaşım var en azından çabalıyorlar ama genele baktığınızda ve buradaki Dragqueenlerle mukayese ettiğinizde maalesef farkı görüyorsunuz. Yani burada tek tip Dragqueen yok bizde tek tip.

Mesela eğer Dragqueen kulübe gidiyorsanız Showlarda sadece Dragqueen’ler var çünkü bu bir kültür ve asla bu kültüre başka bir şey katma çabaları yok, Türkiye’de artık moda oldu kadın erkek Dragqueen vs hep bir arada, bu da bir tarz olabilir evet ama artık Türkiye’deki dragqueen kulüplere baktığımızda sahnede show yapan Dragqueen’den fazla kadın erkek dansçı var.

Mesela burada Dragqueen’lerin saçları, makyajları, aldıkları eğitimler, kostümleri inanılmaz ve inanın genelde kendileri yapıyorlar. Ve çok ucuza mal ediyorlar. O yüzden sanatçı diye adlandırılıyorlar. Aşırı bir saygı var hem izleyici hem de mekan sahipleri çalışanları tarafından, sanki dünyaca ünlü bir star gibi ağırlanıyorlar, yani sadece gay olmak peruk takip makyaj yapıp kadın kıyafetleri giymek yetmiyor Dragqueen olabilmek için. Özellikle RuPaul’un TV’de yaptığı Dragqueen yarışması çitayı fazlasıyla yükseltti ve artık buradaki Dragqueen’ler en iyi olma çabasındalar. Bunun için insan üstü bir emek ile çalışıyorlar Türkiye’de ise olay tam tersi, kimsenin umurunda bile olmuyorsun. Dragqueen’leri  star gibi görmüyorlar ve davranmıyorlar.

 

1942’lerden günümüze Broadway’de sahne alan “The Skin of our Teeth” oyununda yer aldınız. O süreci anlatır mısınız?

Amerika’da her rol için her oyuncu seçmelere girmek zorunda, bu tanınmış bir oyuncu bile olsa böyle. Maalesef torpil yok, yeteneğin varsa rolü alıyorsun. Demin de bahsettiğim gibi rol trans karakter olsun, kadın karakter olsun önemsemeden seçmelere giriyordum. Hatta The Skin Of Our Teeth’in seçmelerine girerken bunun bir Broadway müzikali olduğunu bilmiyordum. Seçmelerin ilan edildiği web sitesine bakıyorum yaş olarak tarih ve yer olarak etnik olarak bana uygun seçme varsa başvuruyorum. Ama öncelikle seçmelere de kabul edilmeniz lazım. Yani Bazılarından buyurun seçmelere girin diye cevap geliyor bazılarından hiç gelmiyor. Bu oyun için başvurumun birkaç gün sonrası seçmelere gelin diye bir e-mail aldım. Ben vasat bir yer bekliyordum ama gittiğimde aşırı profesyonel bir ekiple karşılaştım. Onlarca oyuncu vardı seçmelere girmek için, o an korktum, alay edilmekten ya da ne işi var bunun burada İngilizcesi bile aksanlı vs diyeceklerinden korktum kendi kendime hadi kızım kalk eve dön dedim ama şansımı da denemek istedim, sıram geldi odaya girdim sadece yönetmen vardı Arin Arbus isminde 30’larında genç bir kadındı, çok ciddi görünüyordu. Bana geçmişte oyunculuk adına yapmış olduğum işleri sordu, müsaitlik durumumu sordu, şarkı söyleyip söylemediğimi sordu ve seçme bitti. Olumlu görürsek biz sana haber vereceğiz dedi. Ay dedim kim bilir hakkımda neler düşündü. Yaklaşık bir hafta sonra sözleşme ile birlikte oyun için seçildiğime dair bir e-mail aldım. Provalar başladı ve oradan da çok şey öğrendim. Oyun 2 ay boyunca pazartesi günleri hariç 500 kişilik bir salonda her gece kapalı gişe oynadı. Ve ben bir Türk Trans oyuncu olarak o ekibin içindeydim. Broadway müzikal oyunlarını zaten çok seviyorum ve öyle bir şovun bir parçası olmak beni fazlasıyla gururlandırdı ve mutlu etti.

 

Türkiye’de büyük takipçisi olan “Orange is the New Black” dizisinin yeni sezonunda da rol aldınız. Kadroya katılışınızdan ve dizideki rolünüzden bahseder misiniz?

Burada bir oyunculuk ajansı ile çalışıyordum. Bir gün beni arayıp Orange is the new black dizisinde özellikli bir transseksüel rolü olduğunu söylediler, ilgilenirsen ofise gel konuşalım dediler. Gittim 6. sezon için kadınlar hapishanesinde yeni bir koğuş açılacağını deligöz karakterini canlandıran Uzo Aduba’nın bu koğuşa transfer edileceğini, benim rolümün de o koğuşun transseksüel karakteri olacağını söylediler. Sıfır makyaj doğal saç, boyasız kısa tırnak vs şartları vardı. Anlaştık. 1 hafta sonra sete başladım. Çok güzel bir setti, birkaç bölüm oynadım, ana karakterler o koğuştan kendi koğuşlarına dönünce bizim rolümüz de bitmiş oldu. Dünyada çok fazla izleyicisi olan bir dizide rol almak benim için inanılmazdı. Çoğu oyuncunun kapısından bile giremediği sete oyuncu olarak girip çalışmak hakikaten benim için büyük bir ödül oldu.

 

Amerika’daki tiyatro ve dizi sektörü Türkiye’ye göre çok daha profesyonel işliyor. Siz bunu tecrübe etmiş biri olarak aradaki farklardan bahseder misiniz?

Dediğim gibi burada torpil yok. Kimse seni arayıp ta a gel senin için bir rolüm var oyna demiyor, o karaktere uygun oyuncuyu bulana kadar arıyor. İşte profesyonellik burada başlıyor. Sektörde Amerika ve Türkiye arasında çok fazla uçurumlar var diyemeyeceğim, oyuncular arası hiyerarşi burada da var, herkes eğitimli olduğu için çok fazla rekabet var. Dünyanın her yerinden yetenekli insanlar köşe başlarında bir rol alabilmek için bekliyorlar, sonra çok fazla dizi film tiyatro oyunu var. Yani eğer yetenekliysen seçilirsen iş imkanı daha fazla. Para vermeden oynatmak isteyen yapımlar burada da çok var ve parasız oynayan oyuncuda çok fazla var, herkes kendini bir şekilde göstermek istiyor çünkü. CV sini doldurana kadar bunu yapmaya bir yerde mecbur.  Amerika’da çalışma saatleri daha insanca, diziler bizdeki gibi 2 saat sürmediği için gerek senaryo gerek yapım olarak kaliteli işler çıkıyor dolayısıyla. Bir de tabi ki teknolojinin nimetlerinden sonuna kadar faydalanıyorlar.

Son 3 yıldır Ramazan ayı bahane edilerek İstanbul Onur Yürüyüşü Emniyet ve Valilik tarafından engelleniyor. Yasaklara bu yıl Ankara Valiliği tarafından bir yenisi daha eklendi ve tüm LGBTİ+ etkinlikleri süresiz yasaklandı. Türkiye’deki homofobi ve transfobi de tırmanışta. Siz ne düşünüyorsunuz, Türkiye’de LGBTİ+’ler için özgürleşmek mümkün olacak mı?

Yasak zaten kelime olarak çok irrite edici ve kötü, kısıtlamak yasaklamak o topluluğu yok saymaktır ki o yüzden yılda bir kez yapılan onur yürüyüşünde biz yok değiliz varız diye haykırmak istiyor tüm LGBTİ’ler. Buradan göründüğü kadarıyla insanların kendinden olamayana tahammülü saygısı tamamen bitmiş, zaten yoktu ama tamamen bitmiş. Aynı görüşü paylaşmıyorsan senden kötüsü yok. Ben açıkçası şöyle düşünüyorum, LGBTİ olarak halkın, insanların sempatisini kazanmalı, onları yanımıza çekmeliyiz zaten bizi anlayan ya da sempati duyan bir avuç insanı da kaybetmemeliyiz, bu süreçte onlara ihtiyacımız var. Çoğunluğu Müslüman bir ülke ve saygı bekliyorsak saygı göstermeliyiz, bize karşı olan insanları daha da kışkırtacak şeylerden kaçınmalıyız, çoğu tanıdığım KGBTİ sırf kavga olay vb. çıkacak diye yürüyüşlere gitmiyor, oysa bu bir karnaval ve tüm dünyada ileri ülkelerde olduğu gibi karnaval havasında geçmeli.  Transfobi homofobi maalesef tüm dünyada büyük bir sorun. Özgürlükler şehri New York’ta bile bazen homofobiyi hissedebilirsiniz ama tabi kanunlar LGBTİ’leri koruyor dolayısıyla suç oranı artmıyor yoksa inanın kanunlar olmasa burası da pek rahat olmazdı.

 

Amerika’da yaşamanın keyifli olduğu kadar zorlukları da vardır mutlaka. Amerika’daki günlük hayatınızdan bahseder misin? İlerde Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musunuz?

New York biraz İstanbul’u anımsatıyor bana, belki de o yüzden bu kadar uzun süre kalabildim burada, 7 yıl oldu. Bir kere her milletten insan var ve bir o kadar da farklı kültür var. Manhattan’da yapabilecek gidip görebilecek yerler mutlaka bulursunuz her ülkenin kendi mutfağına ait restoranları var farklı tatları denersiniz, ücretsiz kurslar etkinlikler vs yani kendinizi meşgul tutabilirsiniz. Bende ilk 2 senemde öyle yaptım ama artık bunları yapmaya vaktim olmuyor.  Aynı zamanda Yabancı bir ülkede göçmen olarak yaşamak dünyadaki en zor şey, öyle ince bir çizgi ki adapte olana kadar yılların geçiyor, ülkeni eşini dostunu aileni oluyorsun, geri döneyim gideyim diyorsun ama gelip sıfırdan var ettiğin hayatını tekrardan yıkamıyorsun, zaten başka bir hayatı yıkıp gelmiş en baştan başlamışsın yeniden yeniden hakikaten yıpratıyor insanı. Ayrıca yabancı ülkede yaşamak insanı yalnızlığa itiyor, en azından benim için bu böyle, farklı milletlerin kültürleri çatışıyor, senin hayatın ona yabancı onun hayati sana, yani hep bir kendini anlatma çabası. Birde New York çok pahalı bir şehir olduğu için herkes çalışmak zorunda bazen az sayıda olan arkadaşlarımı bile göremiyorum. Vakit olmuyor, çünkü hep bir koşturmaca içindeyiz vakitlerimiz çoğu zaman uyuşamıyor. Ben önümüzdeki seneden itibaren   biraz Türkiye’de biraz Amerika’da yaşamak istiyorum artık, denemek istiyorum bunu eğer becerebilirsem daha mutlu olacağım sanırım, tamamen Amerika’da kalmak istemiyorum.

 

Önümüzdeki dönemde yer alacağınız yeni projeler var mı? Sizi Hollywood filmlerinde de görebilecek miyiz?

Evet hem tiyatro hem de sinema da yeni projeler var. Bunların içinde benim için en önemlisi ise, yaz sonunda ilk defa bir Hollywood yapımında rol alacak olmam. Bu uzun metrajlı bir sinema filmi, çekimler Los Angeles’ta olacak, kamera önü ve arkası genelde LGBTİ+ bireylerden oluşuyor. Filmin adı Death and Bowling. Filmde 4 adet başrol var, bunlardan biri benim canlandıracağım Arnie isminde bir Lezbiyen karakter. Benim için çok değişik bir rol, tabularımı yıkacağım sanırım bu rolle. Kendimi daha çok karakter oyuncusu olarak tanımlıyorum ve her projede çok uç karakterler canlandırmak beni heyecanlandırıyor. Mesela geçen sene New York’ta bir tiyatro oyununda Bulgaristan milletvekilini oynamıştım, aksanım bu role seçilmeme sebep olmuştu ve yönetmen için bir kadın karakterini transseksüel oyuncunun oynaması sorun değildi. Yani görüyoruz ki yeteneklerinize göre rolü alıyorsunuz ya da alamıyorsunuz cinsel yöneliminize göre değil.

 

Çok sevindim, filmi ben de merakla bekliyor olacağım. Röportaj için ve verdiğiniz içten cevaplar için size çok teşekkür ederim, çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Ben çok teşekkür ediyorum hem desteğiniz için hem de Türkiye’deki LGBTİ+ bireylere hayat hikayelerimizi ulaştırıp eğer içlerinde umutsuz veyahut cesaretsiz olan arkadaşlarımız varsa onlara azıcıkta olsa ilham olabilmemize aracı olduğunuz için.  Eğer hakkımda daha çok bilgi sahibi olmak ya da projelerden, neler yaptığımdan haberdar olmak isteyen okuyucular varsa beni www.deniseturkan.com adresinden yada @denise.turkan isimli instagram hesabımdan takip edebilirler. Sevgilerimle.

11. SAYI

HOMOJENOku

İndir

1 Trackbacks & Pingbacks

  1. 11. SAYI – HOMOJEN

Comments are closed.