Gel-Gitler

Yangından mal kaçırır gibi kaçtım gittim odadan. Ne olup bittiğini de kimse anlamadı. Ben de dahil. Birden bir ses içimden kalk git dedi, gittim!

Her şey normal başlamıştı halbuki; bildiğimiz iş günü. Öğlen yemeği ardından kahve sigara.

Saat 3:00 gibi birden sesler kesildi etrafımdaki. Hiç bir şeyin sesi yok. Telefon, yan masadakiler hatta nefesimi bile duyamıyordum. Arkadan çok uzaklardan bir dalga sesi yavaş yavaş yaklaşıyor. Çocukken, denize giderken; ellerimizde piknik  çantaları-tüpler, yaklaştıkça sahile duyduğum ve heyecanlandığım deniz sesi gibi.

Bir heyecan duygusu içimde; kalbim pır pır; on üç yaşında çocuğum sanki. Bir hoş geldi denizin sesi başlarda yani.

Sonra dalga sesleri arttı öyle ki ayaklarıma bakmak zorunda kaldım. Suya değdi değecek sanki ayaklarım. Ama deniz yok. Sabah giydiğim ayakkabılarımla zevksiz renkli ofis halısına basıyorum kuru kuru.

Ağzımda da demir gibi bir tat. Dalga seslerine dayanamayınca ayağa kalktım sandalyemden. Birden dengemi yitirip yerime oturdum yine. Demek denize girmişim dizlerime kadar olmalı ki dalga vurunca vücudum dengesini yitirdi.

Başım dönüyor kalbim ağzımda. Ne oluyor demeye kalmadan sesimi duyamadığımı fark ettim. Yoksa konuşmadım mı? Yan masaya baktım kimse bana bakmıyor bile.

İçimde bir adam konuşuyor benimle. Evet biri benimle konuşuyor. Hayatımda duyduğum en güzel ses… Birinin sesini duymanın verdiği mutluluk bir yana, bu adamın sesini çok ama çok seviyorum belli ki yüzüme bir gülümseme yayılıyor.

Ne olur sen de gel bak her şey çok güzel olacak diyordu bana.

Bense kravatımla, klasik kıyafetimle, mail adresimle garanti altına aldığım hayattan vazgeçemediğimden hayır diyorum üst üste.

Benim sorumluluklarım var.

Ailem beni özler.

İşim beni bekler.

Hem emekli olmam lazım yaşım geçip gider.

Ya beni orada sevmezsen

Ya ben oralarda yapayalnız kalırsam.

Sarılacak bir dostum olmazsa.

Sen… dedi. Benim seni terk ettiğim gün ancak mezarımın başında sitem edebilirsin dedi.

İnanmadım mı?

İnandım.

Ama gitmedim.

Sonra ayaklarımda bir uyuşukluk hissettim. Soğuk sudan deyip geçiştirdim. Eğer uzun süre soğuk suda hareketsiz kalırsanız kangren olur ayaklarınız.

Hemen ayağa kalkmam lazımdı.

Kalktım. Demek soğuk su henüz işlememiş. Zaten su da yok dedi ses. Ama dedi vakit az. Sular yükseliyor.

Bilirsiniz, gelgitlerden sonra sahilde hiç iz bırakmaz deniz. Tüm gün gelip geçenlerin bıraktığı hatıraları toplar alır kendi içinde saklar. Kimseye de bir daha söylemez o sahilde yaşanan mutlulukları, günahları, konuşulanları…

Ertesi gün gitseniz de hatıralarınızı anımsatacak izleri bulamazsınız.

Vakit az.. gel git 7 de başlayacak.

Vakit az…

Dün akşam vedalaştık…

Vakit az…

Az vakitleri özleyeceksin bir gün sonra…

Vaktim az…

Değil…

Hiçbir şeye az olmadı vakit.  Bizler daralttık zamanları. Daha hızlı yaşayıp daha çok iş yapmak için;

Vakit var!

Eğer içinde yüzdüğüm denize kendimi şimdi bırakırsam saat 7:00 de beni sahile ulaştırır. Ben de anıları toplar geri dönerim denize..

Mucize nedir biliyor musunuz?

Yangından mal kaçırır gibi kaçtım gittim odadan. Ne olup bittiğini de kimse anlamadı. Ben de dahil. Birden bir ses içimden kalk git dedi gittim…

Sonra nasıl oldu bilmiyorum.

Şu anda bir uçağın camından İstanbul’u belki son kez izliyorum.

Yanımda sevdiğim adam…

Kemerimiz bağlı…

İçimde, önümde, ardımda bir sürü vakit…

Gelgit beni önce vurdu sahile, topladım anılarımı küçük bir el çantasına, uçsuz bucaksız maviliklere çekti beni..

Hazırlayan: Ümit Gül

 

HOMOJENOku

İndir