wunthri yazdı: Feminizme giden yol veganlıktan geçiyor

Isaac Singer “Hayvanlar söz konusu olduğunda bütün insanlar Nazi’dir. Hayvanlar için bu, sonu gelmeyen bir Treblinka’dır.” der.

Yazıma en temelden başlamak istiyorum. Veganizm ya da veganlık nedir? Veganlık, herhangi bir nedenden kaynaklı olarak hayvan kökenli gıdaları ve diğer hayvansal ürünleri kullanmayı reddetmedir. Yazımızın diğer önemli bir başlığı ise feminizm. Herkesin hakkında çokça konuştuğu fakat tanımının düzgün yapılamadığı feminizm, kadınların haklarını tanıyarak bu hakların korunması amacıyla eşitsizliklerin ortadan kaldırılması için verilen bir mücadeledir.

Şimdi kafalarda soru işaretleri beliriyor, “Yahu feminizm ile veganizmin ne alakası olabilir ki?” diyorsunuz. Feminist olmak aynı zamanda da vegan olmak demek. En basit yoldan Bilal’e anlatır gibi gidersek:  “Sen bir kadından ( ineğin dişisini kadın olarak görürsek ) sütünü taciz yoluyla çalıp içiyor musun? Evet, içiyorsun.” O zaman kafandaki feminizm algısını sorgulaman gerek. Zira sürekli kadın bedeninin metalaşmasından dert yanıp kadının tacize / tecavüze uğramasına öfke duyup kürtaj – doğurma hakkına sahip olmasını düşünürken bir kadına, hemcinsine bunu yapmış oluyorsun bir yerde hayvansal kaynaklı besinlerle beslenirken.

Veganizmin günümüzdeki en büyük eksikliklerinden biri, bir mücadele olarak görülmesinden ziyade “hayat tarzı – yaşam stili” gibi irite edici kalıplara sokulması herhalde.  Veganizmin özü bireyin hayatını gasp etmemek. İnsanların bu noktada verdikleri tepki çoğu zaman hayvan haklarından ziyade ırkçılık, patriyarka, kapitalizm gibi sorunlarımız oluyor. Oysaki bunlar hayvan hakları değil, bireyin yaşama hakkı ve bu hakla ilişkili şeyler. Kaldı ki ataerkil hayvan sömürüsünden besleniyor, kapitalizm hayvan sömürüsünden besleniyor.

İnsanlar, çoğu zaman hayvanların kendileri için yaratıldıklarına inanırlar, omnivor beslenmenin bir diğer nedeninin de bu noktada din olduğunu görüyoruz. Hayvanlara eziyet ve işkence yapan dini ritüeller insanlara bunu normalmiş gibi gösterip kültürde yer ediniyor ve sorgulatmıyor kendisini. Bu noktada da şunu anlıyoruz: İnsanın omnivor beslenmesinin sebebi doğal değil kültür, sosyoekonomik şartlar, inançlar ile ilişkili. Bunlar göz önüne alındığı zaman kapitalizmi yerden yere vuranlar, feminizmi savunanlar aslında sadece kendilerini kandırıyor. Vermiş oldukları tam anlamıyla bir mücadele değil menfaatçiliğe düşüyor.

Et yemenin erkek egemen sistemle bir alakası var elbette. Toplumda genel olarak yanlış bir kanı var:  “Et protein alabilmek için zorunlu ve kuvvetin tek kaynağıdır.” Çocukken bu düşünce ile tanıştırılan çocuk elbette kan dökmesi gerektiğini, öldürmeden hayatta kalamayacağını düşünür ve erkek egemen sistemi kadınlara şiddet ve taciz yoluyla besler. İlk olarak ailede başlayan klişeler dizisini daha sonraki zamanlarda okul dönemi takip eder. Müfredatlarda insanın omnivor olarak gösterilmesiyle çocuk omnivor beslenmeyi hayatta kalabilmesinin sebebi olarak görür ve bu şekilde çocuklara bu durum sorgulatılmadan normalleştirilerek aktarılır.

Gözden kaçan bir diğer nokta ise işkence edilen hayvanların büyük kısmının dişi olmasıdır herhalde. Her ne kadar endüstriyel faaliyetlerinde kadınlara toplumsal cinsiyet rolleri tarafından yer verilmese de dişi hayvanlar endüstrinin bir parçası, kalesi adeta. Tavukların küçücük kafeslere yumurtlaması için hapsedilmesi, süt için sürekli “suni döllenme” ile ineklere tecavüz edilip daha sonra ineklerin yavrularının dişi olursa annesiyle aynı kaderi paylaşması, erkek olursa veal yani süt ineği eti olarak piyasaya sürülmesi endüstride dişi hayvanlara yapılan işkencelerin başlıca örneklerindendir.

Dişi ineklerden elde edilen süt ise hiç de kolay bir şekilde elde edilmiyor. Öncelikle inek tecavüz rafına yerleştiriliyor. Evet, tecavüz rafı… Bu konuda suni döllenme diyemeyeceğim zira tüm gerçekçiliği ve rahatsız ediciliğiyle konuşulmalı bu konular. İnek boğa ile ya da başka bir şekilde hamile bırakılıyor daha sonra inek doğum yapıyor, yukarıda da belirttiğim üzere yavru dişiyse annesiyle aynı kaderi paylaşıyor, erkek ise de veal eti olarak kullanılıyor. Her sene bu işlem tekrarlanıyor, inek sütten kesilene kadar yapılıyor bu işlemler ve daha sonra inek süt veremeyecek noktaya gelince öldürülerek raflarda yerini alıyor.

Bunun dışında Carol J. Adams tarafından kaleme alınan “Etin Cinsel Politikası” kitabında hayvanlar ile kadınlar arasındaki benzerlik ve bu benzerlik üzerinden kurulan ataerkilden bahsediyor. Bunlara değinmek gerekirse:

Hayvanlar, masalarımıza parça parça geliyor. Mesela tavuk, but gibi. Eğer heteroseksüel pornolara dikkat edersek kadın da bir özne olarak değil, parça parça -göğüs, bacak gibi- gösteriliyor.

“Erkek şiddeti mezbahalardan yükseliyor!” Evet, yanlış duymadınız. Erkek şiddeti mezbahalardan yükseliyor, mezbahalarda yapılan kötü muameleler türcülük kaynaklı olarak hayvanlara yapılıyor ve şiddeti normalleştiriyor. Kısacası kötü muameleler, şiddet erkek egemen sistemin doğa ve kadın üzerinde kurduğu hiyerarşiden kaynaklanıyor.

Kadını hayvanlaştırmak, hayvanı dişileştirmek ise bu noktada adeta can buluyor. Hayvan tanımlamaları üzerinden kadınların piliç görüntüsünde yaşam bulması medyada oldukça karşılaştığımız bir durum. Bunun dışında soframıza gelen yiyeceklerin isimlerine bakalım. Kadınbudu, dilberdudağı vs. gibi kavramlarla kadın bir et parçası olarak nitelendiriliyor.

Buna ilave olarak günlük hayatta kullandığımız deyimler de bunun inkâr edilemez bir gerçek olduğunu gözler önüne seriyor. Kültürümüzde ve dilimizde kadını sadece et olarak gösteren tanımlamalar oldukça yaygın. Mesela kaçak et kesmek söylemi, ilişkisi olan ya da evli bir erkeğin evlilik dışı yaşadığı kısa – uzun süreli cinsel ilişkiler için kullanılan bir tabir. Bu noktadan baktığımız zaman erkeğin et tükettikçe erkek olabileceği ve bu şekilde kadını da sömürüp tüketmesinin normal olarak görülmesi yönünde bir vurgu var.

Yani feminizm ve veganizm birbirinden ayrılamaz bir bütün ve hatta veganizm sadece feminizm ile değil, sisteme karşı gelen her şeyle ayrılamaz bir bütün.

ŞİMDİ HEP BERABER DÜŞÜNELİM

Herkes yukarıdaki yazıyı okuduktan sonra ortada bir sömürünün olduğunun farkına varmıştır. Yaşadığımız sözlü, psikolojik, fizyolojik tacize ve baskıya doğduğumuzdan beri maruz kalmamıza rağmen aynısını başka bir canlıya yaparken neden düşünmüyoruz peki? Neden o hamburgeri yerken gözümüzün önüne mezbahalar, o sütü içerken neden gözümüzün önüne tecavüz rafları gelmiyor?

Sebebi medya. En basitinden bir süt reklamında neden tecavüze uğrayan, zorla hamile bırakılan bir inek ya da zorla tacize uğrayan, sütleri alınan bir inek gösterilmiyor? Çünkü bu sahneler reklamlarda yer alsa muhtemelen kafası çalışan ya da en basitinden birazcık vicdana sahip olan insanlar bu düzene karşı gelir.

Peki ya çare ne? Çare hayvansal ürünleri kullanmamak. Taciz, tecavüz sektörüne katkıda bulunmamak bu kadar basit. Bunu yaparak aynı zamanda toplumsal cinsiyet rollerini de yıkmaya katkıda bulunmuş oluyorsunuz. Bütün bunları bir kez daha düşünürsek her vegan feminist olmalı veya her feminist vegan olmalı diyebiliriz.

“Hayvan haklarından daha önemli konular var, veganizm haklı ama önceliklerimiz …”

Şimdi veganizm herhangi bir soruna karşı sesinizi çıkarmanızı engellemiyor, yani vegan olunca da dünyadaki diğer sorunlarla ilgilenebilirsiniz.  Kaldı ki veganizmin şiddetsizlikle ilgili olduğunu düşünürsek bu bahsedilen sosyal sorun klişelerinin altında da şiddetsizlik yatar zaten. Yani veganizm bu problemlerin yenilmesinde rol alır. Aynı zamanda hayvan ürünlerinin sosyal adaletsizlik problemlerini de arttırdığının farkında olmak gerek.

“Veganizm oldukça pahalı ama … ”

Veganların büyük çoğunluğunu öğrenciler oluşturuyor. Yani öğrenci dediğin zaten başlı başına fakir bir konumda. Bu durumda insanlar düzenin getirmiş olduğu elitist teorinin etkisinden kurtulamamış. O yapamaz çünkü o fakir, “vegan olamaz” demek benim nazarımda bir kadını öldüren, bir transı bıçaklayan bir insana “O zaten cahildi, ondan oldu.” demek gibi. Düşündüğümüz zaman oldukça korkunç değil mi ama? Düşünmeyip sadece hayvan için söylerken korkunçluğunu yitiriyor neden ama? Çünkü türcülüğün etkilerini hâlâ iliklerimize kadar hissediyoruz ve bu türcülüğü bırakamıyoruz.

“BROKOLİ YİYEREK DE ERKEK OLABİLİRSİN!”

Bir diğer toplum klişesi başta da belirttiğimiz üzere et yemeyen erkek mi olur? Evet, oluyor. Daha önce yapılan bir vegan kampanyada bir kısa film gösterildi. Film, çıplak bedeninin üzerine mont giymiş bir kadının sokakta tek başına halsiz ve yorgun yürümesiyle başlıyor. Kadın yol boyunca montunun önünü kapatmaya çalışırken, bir yandan da torbaları eliyle taşımaya çalışıyor. Kadın merdivenleri ağır ağır çıkarken kameranın arkadan çekmesi üzerine kadının içinde sadece külot olduğunu fark ediyoruz. Şimdi aklımızda muhtemelen tecavüze ya da kötü muameleye uğrayan bir kadın canlandı, fakat işler sanıldığı gibi değil. Bu sırada dıştan bir ses kadının hikâyesini anlatıyor bize. “Bu, Jessica. ‘Erkek arkadaşım vegan oldu ve benim canıma okudu.’ sendromundan mustarip. Yani erkek arkadaşının vegan olduktan sonra birdenbire porno yıldızına dönüşmesiyle acılar içinde.”

Daha sonra film devam ediyor. Jessica, elindeki havuç torbasını erkek arkadaşına veriyor. Daha sonra Jessica perişan bir halde görünmesine rağmen adeta tekrar sevişmek istediğini belirten bir gülümseme saçıyor etrafına.

Yani havuç yiyerek de erkek olabilirsiniz, brokoli yiyerek de erkek olabilirsiniz. Erkek isen erkeksindir, et yemen seni ultra bir erkek yapmaz.

ÖZGÜRLEŞMEYE DOĞRU VEGANİZM

Evet, sömürüye uğruyoruz. Bir kadın olarak, bir LGBTİ birey olarak sömürüye uğruyoruz. Bu cümlenin ortasına ne eklerseniz ekleyin sömürüye uğruyoruz. Kadının özgürleşmesi homoseksüelleri de özgürleştirecek diyoruz hep. Kadının özgürleşebilmesi için hayvanların özgürleşebilmesi gerek. Kısacası özgürleşmek için, kendimi özgürleştirmek için ilk önce özgür olmasına izin vermediğimiz canlılara özgürlük haklarını tanımalıyız. Eğer her şeye rağmen özgürlük naraları atıp hayvan haklarını hiçe sayıyorsanız siz karşı çıktığınız şeye dönüşüyorsunuz.

GO VEGAN!

3. SAYI
HOMOJENOkumak İçin Tıklayın!
İndirmek İçin Tıklayın!