Kuş Kafesi – The Birdcage

“Good morning Vietnammmm…” haykırışı size kimi hatırlatıyor desem herhalde aklınıza gelen tek isim Robin Williams olacaktır. Evet Robin Williams benim için gökkuşağı gibi bir oyuncuydu desem yeridir. Yüz yılın en iyi aktörlerinden biri olduğu resmi olarak tescillenmiş olan ve kariyerine yüzden fazla sinema filmi ve diziler sığdıran efsanenin ne yazık ki sonu benim için ve milyonlarca hayranı için çok üzücü olmuştu. 11 Ağustos 2014 sabahı uyandığımda haberi okudum ve uzun süre okuduğum haberin sıkıcı bir şaka olması için dua ettim. Ama ne yazık ki haber doğruydu ve komik adam artık yaşamıyordu.

Hazırlayan: stonewall   

21 Temmuz 1951’de Chicago’da doğmuş, iyi ki de doğmuş. Hayatımıza ilk defa 1987’de çektiği Good Morning Vietnam” filmi ile girmiş ve “Günaydın Vietnam…” çığlığı ile hafızalarımıza kazınmıştı. Arkasından çektiği filmler ve diziler ile sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmış ve benim için de her zaman çok özel oyunculardan biri olagelmiştir.  Onu “gökkuşağına” benzetme sebebime gelince ise kariyeri boyunca hayat verdiği karakterlerin hepsinin birbirinden farklı olması. Ve onu efsane kılan ise bu karakterlerin hepsinin hakkını vermesinden kaynaklanır. Ölü Ozanlar Derneği filmini izleyip hangimiz “keşke benim de böyle bir öğretmenim olsaydı, hayatım bambaşka olurdu” demedik ki.  Patch Adams, Jumanji, Hook, Can Dostum filmleri hangimizi kahkahaya boğmadı ya da gözlerimizi yaşartmadı. One Hour Photo’daki karakteri ile gerilim yaratıp Mrs. Dobtfire filmi ile hayal gücümüzü zorlamadı mı? Sadece iyi bir komedi oyuncusu olarak kalmadı, aynı zamanda dram filmlerinde de çok başarılı performanslar sergiledi. Çoğu oyuncu belli bir karaktere sıkışıp kalırken ve izlediğimiz her performansında birbirinin benzeri  şeyler yaparken, Robin Williams her karakterinde bambaşka birisi olarak çıktı karşımıza.  Zaten bu başarısı da hayatı boyunca aldığı 1 Oscar, 6 Altın Küre, 2 Emmy ve 6 Grammy ödülü ile de belgelenmiş oldu.

Ne yazık ki 11 Ağustos 2014 tarihinde California’daki evinde kendi yaşamına son vermeyi seçti. Dışarıdan bakılınca bu kadar sevilen, bu kadar başarılı bir kariyere sahip biri neden böyle bir şey yapar ki diye insan sormadan edemiyor. Ölümünün ardında çok fazla spekilasyon yapıldı. Ancak karısının yaptığı açıklamada ileri derecede parkinson hastalığının yanı sıra başka psikolojik hastalıklarla da mücadele ettiğini okuduk. İntihar etmeseydi birkaç yıl içinde bir yerlere kapatılabileceği de sözleri arasındaydı. “RIP Robin Williams” deyip bu tatsız konuyu burada bitirmek daha yerinde olacak. Zira kendisini her zaman yüzümüzü güldüren filmleri ve parıldayan gözleri ile hatırlamak benim daha çok işime geliyor.

İşte o filmlerden bir tanesi 1996 yapımı Kuş Kafesi (The Birdcage) filmi. Aslında Fransız yapımı olan ve orijinal adı Çılgınlar Kulübü (La Cage aux Folles) olan film 1973 yılında Jean Poiret tarafından tiyatro eseri olarak yazılmış. 1978 yılında Fransa-İtalya ortak yapımı olarak ilk versiyonu beyaz perdeye aktarılmış.  1996 yılında ise Mike Nichols tarafından Hollywood versiyonu çekilmiş. Robin Williams’ın Armand Goldman karakterini canlandırdığı film bana göre gelmiş geçmiş en eğlenceli komedi filmlerinden bir tanesi. Defalarca sıkılmadan izlediğim ve her defasında yüksek sesle kahkahalar attığım arşivlik bir film. Film eğlenceli olmanın ötesinde aslında çok da ciddi bir misyon üstlenmiş durumda. The  Birdcage isimli gece kulübü sahibi bir “adam” ve onun dragqueen sevgilisinin hikayesi anlatılıyor. Filmde bir erkek çocuk sahibi olan bu çiftin evlenme çağına gelen ve maalesef muhafazakar bir ailenin kızına aşık olan oğullarının iki aileyi bir araya getirme ve tanıştırma hikayesi anlatılıyor. Gerisini siz tahmin edin artık. Filmde Robin Williams’ın yanı sıra Gene Hackman ve Dianne Wiest de unutulmaz performansları ile renk katıyor. Robin Williams’ın sevgilisini başarıyla canlandıran Nathan Lane ( Albert Goldman) ve beni en çok güldüren uşak karakterini ise Hank Azaria (Agador) canlandırmış. Bu filmde aslında içten içe verilen mesaj ise eşcinsel bir çiftin de çocuk sahibi olup “normal” insanların yaşadıkları sorunları yaşayabilmeleri. Yani bu durum “normalleştirilmiş” diyebiliriz. Senaryoda yer alan ahlaki değerler ve aile kavramına ilişkin replikler ise bu durumu daha fazla destekliyor.

Film başarılı oyunculukların yanı sıra kostümleri, dansları ve atmosferiyle de insanı büyülüyor ve en azından bana, “keşke benim olsa…” dedirtiyor. İyi vakit geçirmek istiyorsanız ve hala bu filmi izlemediyseniz mutlaka edinin derim. Tekrar tekrar izlemek isteyeceksiniz.

Büyük usta Robin Williams’ın kariyerinin son filmi olan Bulvar (Boulevard, 2014) filmi ise yine eşcinsel temalı filmlerinden bir başkası. Amerika’da Temmuz 2015’de gösterime giren ve Robin Williams’ın son filmi olarak tarihe kaydedilen Bulvar filmi, eşcinselliğini geç fark eden başarılı ve evli bir adamın kendisini keşfetme yolculuğuna çıkartıyor bizi.  Yönetmen koltuğunda Dito Montiel’in oturduğu film her ne kadar Hollywood yapımı olsa da bildiğimiz ana akım Hollywood filmlerinden çok bizim “sanat filmi” dediğimiz Avrupa sineması tadında. Film bir yerde başlayıp bir yerde sona ermiyor. Nolan Mack’in (Robin Williams) hayatından geçiriyor bizi. Bir yerinden dahil olup bir yerinde onu yine kendi haline bırakıyoruz.

Huzur evinde yatan babasını ziyareti dönüşü yolda arabasına aldığı eşcinsel bir fahişeyle tanışan ve onunla gerçek kimliğini bulan Nolan’ın hayatının aslında nasıl altüst olduğuna tanık oluyoruz. Felçli babasına kendini itiraf edişi, aslında belki de babasına değil de kendisine yüksek sesle itiraf ettiği gerçekler, bu durumun karısı ile olan ilişkisine yansıması ve daha fazlası… Her anını yaşayarak izliyoruz. İçerik olarak aslında gerçek hayatın bir parçası olan hikaye belki de yan komşunuzun ya da sizin her an başınıza gelebilir. Ciddi bir dram filmi izlemek isteyenlere Robin Williams’ı bir kere daha saygı ve sevgiyle yad ederek sanatçının son filmi olan Bulvar’ı izlemeye davet ediyorum.  Aşkla kalın…

 

3. SAYI
HOMOJENOkumak İçin Tıklayın!
İndirmek İçin Tıklayın!