Ali Bahadır Bahar yazdı: Rakı ne zaman bitti?

Rosa’ya göre devrimci kadın güzel kokmalı. Rosa’ya göre güzel kokan her kadın devrimcidir.

Aynı Rosa’ya sormuşlar:
Devrimci kadın nasıl kokmalı? “Kırmızı bir değirmende öğütülen buğday, başak gibi kokmalı” ve ekleyerek devam etti:

Buğday ve başak öğüten kırmızı değirmenin kapısında rastladım ona ilk kez; ağlıyordu. Üzerindeki elbiseye aldırış etmeden kolunun üstü ile makyajını silmeye çalışıyordu. Gözlerinin içindeki sararmış derin çizgiler akıyordu yere ve gözyaşı başağa hayat veriyordu. Devrimci ve mücadeleci bir kadının ayakta duran lideri gibiydi. Birazdan gözyaşı bitti yanına gittim. Yere düşen gözyaşlarına basmaktan korkuyordum çünkü onlar kırmızı bir değirmenin içinde öğütülen gözyaşlarıydı. Beni görünce az evvel komşunun camını sapan ile kırmış ama bunun günahını kime anlatacağını bilmeyen bir çocuğun utancı karşıladı. Ağlamak tekrar ağlamak istiyordu ama bugün yeterince ağlamıştı ve koluna sürdüğü kırmızı ruju saklamaya çalışıyordu. Değirmenin patika yolundan sessiz sedasız aşağıya doğru inmeye başlayınca onu takip etmeye başladım. Sahil bizi karşıladı. Ben cemre düşmeyen bu kumların üstüne oturdum. Elini yüzünü tuzlu suyla yıkadıktan sonra yanıma geldi. Sere serpe kumlara uzandık. Biraz sessizlik iyidir. Sanki beni bekliyordu. Gökyüzündeki bulutları saymaya başlayınca adımı sordu birden “Rosa” dedim.

“Güzel isim. Benim adım…… Şu bulutu görüyor musun? Aynı kardeşime benziyor” dedi, adını söylememişti. Parmağı ile gösterdiği buluta baktım. Silueti hiç bir canlıya benzemiyordu aksine sanki her şeye inat bize gülüyordu. Gözüm diğer bulutlara -üstünlük- sağlamış hiç bir şeyden korkmayan saf ve şeffaf; yağmursuz bulutta, kulağım ise adını bilmediğim fakat sadece kütüphaneden aşırdığın bir ansiklopedinin rastgele açılmış bir sayfasında karşılaştığın o nadir -ceylanda-

“Gözünü kapat!” dedi. -İçimdeki ruh ona güveniyordu- Denizin sesi ceylanın sesine karışınca kendimi anlatılan hikayenin içinde buldum. Gözümü açtığım yer kapkaranlık. Yutkundum. Hiç bilmediğim yerde korkudan terledim. Ben karanlıktan korkarım. Apartman boşluğuna düşmüş çimento çuvalı gibi patladı beynimin içindeki sinirler. Bir çığlık attım ‘o’ uyuşan beynimi rahatlatmak için odanın kapısını açtı ve birden geceyi gündüze çevirdi. “Burası neresi” dedim; tüm dünyayı tek solukta koşan bir kadının nefes nefese kalmış hali ile “Burası benim dünyam” dedi. Beni terasa çıkardı hava çok güzeldi. Değirmencinin köy havasına hiç benzemiyordu. Rüzgardan, yağmurdan ve kuş seslerinden eser yoktu; sadece o ve ben. Temmuz ya da Ağustos ayı olmalıydı. Küçük bir masa vardı terasta, iki tane sandalye ve masanın üzerinde büyük bir güneş şemsiyesi; beni bekliyordu sanki. Masanın üzerinde daha önce hiç görmediğim dünyanın en enteresan şişesi, karşılıklı ikişer boş bardak ve ağzı tıka basa su dolu sürahi vardı. Oturduk ve önümde duran soldaki ince uzun bardağa o enteresan şişenin içindeki şeyden aktardı sonra onun üzerine sürahiden su doldurdu az evvelki bardağımın içine doldurmuş olduğu şey bembeyaza bürününce dedim “Bu ne?” dedim. “Hayat” dedi. Kendi önünde duran soldaki bardağa enteresan şeyden doldurdu içine su koymadı sağdaki bardağın tam yarısına kadar su doldurdu bir dikişte içti az biraz su aldı ağzına gargara yaptı sonra yuttu. “Peki, bu senin içtiğin şey ne?” diye sordum “Ab-ı Hayat” dedi. “çok sonra bu berrak/bembeyaz şeyin adı rakı olacak” Benim içmeye engel korkularım var. Bardağın içindeki rakıyı önce kokladım sonra dilimle tadına baktım. Bu koku kırmızı değirmenin patika yolundan sessiz sedasız inerken aldığım koku ile aynıydı. Bu tadı bilmiyordum ama alışırsam müptezeli olabilirim. Bir dikişte olmasa da rakıyı içtikçe güzelleşmeye başlamıştı- kırmızı değirmenin kenarında tanıştığım kadın ya da ben içtikçe güzelleşiyordum. Anlatmaya çoktan başlamıştı ama ben ortalarında yakaladım gayriihtiyari sordum:

-Değirmenin orada neden ağlıyordun?
-Bir kadını çok sevdim ama aramızda kalsın Rosa, benim için ilahtı

Az konuşup çok içiyordu içerken hiç ağlamadı. İçtikçe anlatmaya anlattıkça güzel kokmaya başladı. Anlattıkları öyle herkesin yaşayabileceği olaylar değildi. Ellerini gösterdi çok nasırlıydı sanki piramitleri tek başına yapmıştı. Bu direncine, azmine ve kokusuna aşık olabilirdim. Cennet gibi desem değil farklı bambaşka bir koku bu! o an anladım ki devrimci kadın güzel kokmalıydı. Rakı ne zaman bitti? Bu onun hikayesi ben onun değirmende öğüttüğü, büyüttüğü gözyaşıyım. Birazdan yanımıza sahildeyken gülümseyen bulut geldi. İkimizi sırtına aldı gökyüzüne çıkardı. O kadar mutluyduk ki biz kahkahalar attıkça bulut da bizimle eğleniyordu. Tüm gün bizi sırtında dolaştıran bulut akşama doğru kırmızı değirmenin yanına bıraktı. Sonra o bulut bize kendisine ait üç tane yağmur damlası verdi. Kocaman -rakı içmiş bizi- sıkı sıkı da tembih etti: ‘sakın ağlamayın çünkü siz ne zaman ağlarsanız bu dünyaya cemre düşer’ dedi. Onunla aynen böyle masalsı bir günün sabahında tanıştım. Devrimci kadın cemre gibi avucu anason kokmalı.

Hazırlayan: Ali Bahadır Bahar

8. SAYI

HOMOJENOku

İndir

1 Trackbacks & Pingbacks

  1. 8. SAYI – HOMOJEN

Comments are closed.