Büşra Köse yazdı: Rüya

Bulunduğu yer gökyüzü… Yavaşça bırakıyor kendini, bulutların içinden geçerek aşağı süzülüyor. Kollarını açarak, bedenine çarpan rüzgârı kucaklıyor süzülürken. Saçları uçuşuyor, rüzgâr kirpiklerini kıpırdatıyor. Kendini o kadar hafif hissediyor ki o an, sanki hep böyle uçabilirmiş gibi geliyor. İçini, tüm bedenine sessizce yayılan bir huzur kaplıyor. Sevinçli bir huzur bu, onarıcı… Gözlerini kapıyor, gülümsüyor. Şu an yapmak istediği tek şey bu! Her şey o kadar sahici ki tüm hayatını şu anki gerçekliğine sığdırabilmek istiyor. Tüm hayatını, şu anki gerçekliğinin üzerine inşa edebilmeyi diliyor.

Hazırlayan: Büşra Köse

Yeryüzüne yaklaştığını fark ediyor birden, yavaşlıyor. Anda yaşamanın ona vermiş olduğu güçlerden biri de bu: Dilediğince yavaşlayabilmek. Hatta içinde bulunduğu anı dilediğince uzatabilir ya da kısaltabilir, eğip bükebilir; fakat yapmıyor. Yeryüzüne kısa bir mesafe kalacak şekilde duruyor ve havada asılı kalmış gibi beklemeye başlıyor. Sadece gözlemliyor o an. Sadece, gözlerini hafifçe kısarak izlemeye hazırlanıyor.

Bulunduğu yer, bir metro istasyonunun sekiz metre yukarısı şimdi. Boşlukta asılı bir şekilde onları bekliyor, tüm algıları sonuna kadar açık. Her ne olursa olsun asla müdahale etmeyeceğine dair söz veriyor kendine. O bir kurtarıcı değil. Sadece izliyor. Olacakları dikkatle gözlemliyor.

Durağa gelen, yetersiz ışıklandırmaya sahip, eskimiş, köhne bir metro bu, kötü kokulu ve tekinsiz. İçerisinde bir iki serseri dışında bir de çift var, ellerinde birer valiz olduğu halde ayaktalar. Bir yolculuğa çıkıyor gibiler ya da bir vedaya mı hazırlanıyorlar? Emin olamıyor gözlemci. Bedenleri birbirine dönük değil, göz teması kurmuyorlar. Suskun yolculuklarının ağırlık veren enerjisini bulunduğu uzaklıktan dahi hissedebiliyor gözlemci. Sanki aralarından birtakım rüzgârlar geçiyor; ürperiyor kadın. Metro tam hareket edecekken tüm cesaretini toplayıp ani bir kararla iniyor metrodan. Adam şaşkın, öylece bakıyor kadının ardından. Gecikmiş bir hamle ile elini uzatsa da titreyen eli boşlukta asılı kalıyor. Vazgeçildiğini anlıyor adam… Vazgeçiyor… Başını çeviriyor ve susuyor yine. Gözlerindeki hüzün boşluğu eritiyor… Peki, bunca his aynı anda birkaç saniyeye nasıl sığabiliyor?

Vermiş olduğu karar, kadına kendisini güçlü hissettiriyor. Bakışları daha parlak, adımları daha kararlı şimdi… Sadece adını koyamadığı tuhaf bir boşluk kaplıyor içini. Kaplamak gibi de değil. İçindeki boşluğu dolduran başka bir boşluk bu… Boşluk içinde boşluk… Her neyse, bu da biraz fazla sanki! Eliyle ağzını kapatırken, delirdim galiba diye düşünüp kıkırdıyor kadın; “duygu içinde duygu böyle bir şey olsa gerek” diyor içinden. Sahi, insanoğlunun duygu durumları ne kadar da ani değişkenlikler barındırıyor, öyle değil mi?

Metro istasyonunda kırmızı ışıklı bir WC tabelasının önünde duruyor kadın. Burayı daha önce hiç görmemişti. İçeri girip bavulu yere bırakıyor ve önünde durduğu dev aynadan yansıyan görüntüsünü inceliyor. Solgun ışık, yüzünü daha da bitkin gösteriyor. Bu gibi yerlerde ışık hep yetersiz mi olmak zorunda sanki?

Keskin bir idrar kokusu genzini yakıyor. Birdenbire, aynadaki tuhaf görüntüyle irkiliyor kadın. Tam arkasındaki açık alanda, duvar dibindeki klozetin üzerinde oturan bir sokak çocuğu… Altındaki kalın eşofmanı dizlerine inmiş, ayakkabıları delinmiş, üstü başı yırtık, kir içinde ve başında lacivert bir bere. Çocuğun hemen solunda, yerde duran açık mavi bir kova… Çocuk, hüzünlü bakışlarını ayna üzerinden kadının bakışlarına temas ettirdiği an, çocuğun gözlerinden kendi ruhuna çağlayarak akan yüksek dozdaki hüzün karşısında afallıyor ve bir an nefessiz kalarak sarsılıyor kadın.

Işıklar, aniden sönüyor. Kadın, oluşan zifiri karanlığa rağmen gözlerini çocuğun gözlerinden ayıramıyor bir türlü. Gözleri, birbirine kilitlenip kalıyorlar öylece. Gözbebekleri, büyüdükçe büyüyor. Gerilimli bir enerji hissediyor kadın, içinden korkular yükselirken olduğu yerde mıhlanmış gibi sabit duruyor ve bekliyor. İnce uzun, metalik bir pırıltı, havayı ikiye böler gibi vızıldayarak geçiyor kadının yanından ve kulakları sağır eden bir şaklama ile çocuğun boynuna iniveriyor. Kan içindeki kılıcın yere düşmesiyle eş zamanlı olarak düşüyor çocuğun kesik başı, sol yanındaki mavi kovanın içine… Başsız bedeni öne doğru devriliyor. Peki, bunca şey aynı anda birkaç saniyeye nasıl sığabiliyor?
Kadın, önce çocuğun kesik başına bakıyor dehşetle, sonra kılıca. Kendini, az sonra çıldıracakmış gibi hissediyor. Böyle bir şeyi kim, neden yapmış olabilir?

Çıkış kapısı kilitli. Hatırlıyor şimdi! Gözleri çocuğun gözlerine kilitlendiğinde, çıkış kapısının da aynı anda, nasıl olduğunu anlayamadığı bir şekilde, bağlantılı bir enerjinin etkisiyle kilitlendiğini hatırlıyor. Ve tuhaf bir şekilde, bütün bu olanlara hiç şaşırmadığını fark ediyor. İçeride kendisiyle birlikte kilitli kalan diğerlerine sakin olmalarını ve hiç bir yere dokunmamalarını söylüyor. Çocuğa bunu yapan her kimse, halen içeride. Polis, birazdan yanlarında olacak. Kendisine sakin ve soğukkanlı olmayı telkin ediyor.

Diğerlerinin arasından sıyrılıp ilerlemeye çalışırken, göremediği sert bir şeye çarpıyor başını. Islaklık hissiyle elini başına götürdüğünde, başının oluk oluk kanamaya başladığını görüp paniğe kapılıyor. Kocaman bir tuvalet kâğıdı öbeğini buruşturup, kanayan yerine sıkıca bastırıyor. Kendi kanının kokusunu alıyor. Öğürmeye başlıyor kadın. Bütün vücudu kan ter içinde kalıyor. Başı dönüyor. Birdenbire, iç dünyasındaki tüm blokajların yavaş yavaş çözülmeye başladığını hissederek karşı konulmaz bir ağlama nöbetine giriyor. Ruhsal bir dönüşüm yaşıyor. Çevresindeki kimse onu fark etmiyor. Aslında en başından beri, çevresindeki hiç kimse onu fark etmedi çünkü kadın, görünmezdi.
Gözünün önüne aniden, yavaşlatılmış bir film izliyor hissi uyandıran, art arda eklenmiş görüntüler hücum etmeye başlıyor. İşte o an, birdenbire her şeyi anlıyor! Çocuğun sakince onaylayan bakışını görüyor; ”şimdi”, diyen ince sesini duyuyor içinde. Havada vızıldayarak çocuğun boynuna inen kendi elindeki kılıcı görüyor ve sonra çocuğun hipnotik bakışlarından taşan deliliğini okuyor gözlerinden.

-Peki neden? Çocuk, bunu neden yaptırmıştı kendisine? Neden bu iş için kendisini seçmişti? Cevapları belki de asla bilemeyecekti.-
……………………..

Ağlama nöbeti devam ediyordu ve kanaması yavaşlamıştı kadının. Uyumak istedi, sadece uyumak. Her şeyi zihninden silecek kadar uzun bir uykuya ihtiyacı vardı. Bunları düşünürken, metro istasyonunun koridorunda yürürken buldu kendini. Şimdi de aniden mekân mı değiştiriyordu? Üzerindeki kıyafetlerin değiştiğini fark etti. Başı artık kanamıyordu ve üstü başı tertemizdi. Neler oluyordu böyle? Biri ona bunların hepsini açıklamalıydı artık!

Yürümeye devam etti. Koridoru takip eden yolun sonunda şık bir cafe vardı. İçeri girdi kadın ve beklendiği masaya oturarak karşısındaki kadına “merhaba” dedi. Kendisini orada bekleyen kadın, ünlü bir polisiye yazarıydı ve tüm hikâyeyi ciddiyetle dinlemek istiyordu fakat karşı masada, suratında ”Ne yaptığını biliyorum.” der gibi çarpık bir gülüş taşıyan ve kendisine içinde kırmızı şarap olan bir kadeh kaldıran, geçkince bir hayat kadını oturuyordu. Siyah küt saçları ve küt kesilmiş kâhkülleriyle, kıpkırmızı ruju ve kırmızı elbisesinin derin dekoltesinden taşan görüntüsüyle dikkatini dağıtmış olsa da, toparlandı ve anlattı hikâyesini yazara. Hikâyeyi bitirdiğinde her yerin bembeyaz olduğunu gördü, temizlenmişti ruhu. Özgürdü artık… Uyudu. Uzun bir rüyadan, gerçekliğe uyanmak için uyuduğunu bilmiyordu.

Gözlemci, bulunduğu yükseklikten aşağı süzüldü, paralel evrende gözlemlediği, bir rüyanın içinde yaşayan ve artık bembeyaz renkle parıldayan yorgun bedenine sevgi dolu bir geçiş yaptı. Olan bitene hiç müdahale etmeden, sadece yukarıdan izlemişti. Çünkü bir rüyayı değiştirdiğinizde, tüm kazanımlarınızla birlikte, anlamı da değiştirirdiniz…

6. SAYI

HOMOJENOku

İndir