Platon’un Mağara Alegorisi: Özgürlüğün İmkansızlığı

İnsanın yalnız bir yaşam sürmesi düşünülemez. Bir şekilde toplumla bütünleşik olarak hayatına devam etmesi gerekir. Böyle olunca da özgürlüğüne getirilen kısıtlamalara boyun eğmesi ve ona gösterilen sınırlar içinde yaşaması gerekir. Toplumsal olanın bireysel hayatlarımızın üzerindeki belirleyici etkisini Platon, Devlet adlı eserinin yedinci kitabında mağara alegorisi yoluyla anlatmıştır. Bu alegoriye göre, bazı insanlar karanlık bir mağaraya zincirlenmişlerdir. Bu insanlar başlarını rahatça oynatamazlar, bakış açıları tam karşılarına sabitlenmiştir. Mağaradaki insanlar doğumlarından beri buradadırlar ve mağara girişinden yansıyan nesnelerin gölgelerini görüp bunları gerçeklik olarak algılarlar. Bir gün, bu insanlardan bir tanesi zincirlerinden kurtulup mağarayı terk eder. Mağaranın dışındaki hayatı keşfeden bu insan, alışık olduğu gerçekliğin dışında yeni bir gerçeklikle tanışır ve duvarda gölgelerini gördüğü nesnelerin aslında gerçek olmadığının farkına varır. Bunu, mağaradaki arkadaşlarına anlatmak için mağaraya geri döner. Onlar ise mağaranın dışında farklı bir gerçeklik olduğuna inanmazlar. Bu insanlara mağaranın dışındaki gerçekliği aktarmanın imkânı yoktur.

Bir görüşe göre, zincirli insan toplumu oluşturan her bir bireyi, mağara toplumu, zincir toplumsal yapıyı koruyan kurallar, gelenekler, normlar ve değerleri, mağara duvarına yansıyan gölgeler de toplumda kabul edilen doğruları sembolize eder. Zinciri kırıp gerçeklikle tanışan insan sorgulayan insandır. Platon sorgulayan insanın filozof olduğunu söyler.

Her bir birey doğumlarından itibaren, toplumla entegre olabilmeleri için toplumun uygun gördüğü yollarla eğitilip, toplumun birer neferi haline getirilirler. İnsanlara öğretilen gerçeklik, insanların özgürlüğünü ellerinden alıp onlara yapay bir dünya sunuyor diyebiliriz. Daha doğduğumuzdan beri, belli bir şeklin içinde muhafaza edilen toplumun dayatmalarıyla ona uygun şekli alıyoruz. Yani bir mağarada dış dünyanın gerçekliğinden bihaber yetişiyoruz. Bize öğretilen gerçekliği müdafaa etmek için yetiştiriliyoruz. Dünyamız küçülüyor, görüşlerimiz daralıyor. Gerçekliği görmüş olanlara bile inanamayacak kadar körleşip, bize dayatılan gerçekliğin yılmaz savunucuları oluyoruz.

Peki ya toplumdaki ortak düşüncenin aksini savunuyorsak? O zaman da dışlanmayı göze almalıyız. Toplum nezdinde kabul edilmiş tüm kural ve değerlere yapacağımız en ufak bir eleştiri karşısında püskürtülmemiz an meselesidir. Evet, kendi kafamızın içinde, kendi düşünce dünyamızda özgürlüğümüzün tadına varabiliriz ama asıl yaşam alanımız olan ve artık onsuz var olamayacağımızı düşündüğümüz toplum içinde fikirlerimiz yok edildiği takdirde nasıl özgür olabiliriz? Zira insan kendisini ancak başka bir insanın varlığıyla ortaya koyar. Başka birinin olmadığı bir hayat, gerçek manada bir hayat sayılmaz. Bu yüzden mağlubiyetimizi kabul edip, toplumun geleneklerine ve değerlerine boyun eğmeli ve diğer herkese benzemeliyiz diyebilir miyiz? Böylelikle diyebiliriz ki, gerçekliğin ne olduğunu öğrenen insan mağaraya döndüğünde, hayat onun için tutsaklıktan başka bir şey olmayacaktır. Gerçekliği algılayış şeklimizi belirleyen bir mekanizma, yaşamak için ona muhtaç olduğumuz sürece bizim gözlerimize ve beynimize hükmedecektir.

Hazırlayan: albertcamus

12. SAYI

HOMOJENOku

İndir