”ÇOCUĞUMA DOKUNMA” DİYENLERİN ÖYKÜSÜ
Hazırlayan: Seda Ceren Sağıroğlu
Bize kapılarını açan Listag Derneği üyesi Sema Yakar ile Listag Derneği, Türkiye’de lgbti mücadelesi, Benim Çocuğum Belgeseli ve Boysan Yakar ile ilgili gerçekleştirdiğimiz ve yer yer mücadeleci, yer yer hüzünlü, yer yer keyifli röportajımızla sizleri baş başa bırakıyoruz..
-Uzun süredir vardınız fakat şimdi bir dernek çatısı altındasınız. Neden dernekleşme ihtiyacı duydunuz ve dernekleşme süreciniz hakkında bilgi alabilir miyiz?
Derneğimiz 2015 Ocak ayında kuruluş başvurusunda bulundu. 23 Mayıs’ta da genel kurulunu yaptı ve faaliyete başladı. Biz aslında 8 yıllık bir inisiyatif olarak ortaya çıktık. Birkaç anne, babanın yan yana gelerek başlattığı bir süreç fakat 1 yıldır dernek olma ihtiyacı hissettik ki; yaptığımız işi kurumsal bir yapıya taşıyalım. Çünkü Türkiye’nin her yerinde yaptığımız iş hem bir ciddiyet kazansın hem de devlet artık bizi tanısın istedik çünkü gittiğimiz yerlerde, katıldığımız etkinliklerde ”Siz kimsiniz?” sorusuna cevap olarak ”Trans annesiyim, eşcinsel babasıyım, biseksüel annesiyim” demek zayıf kalıyordu. İstanbul Valiliği’nden onaylı bir derneğiz.
-Derneğinizin misyonu hakkında bilgi alabilir miyiz?
Çocuklar -lezbiyen, gey, biseksüel, transeksüel çocuklar- ailelerine açıldıktan sonra bize geliyorlar yani isteyenler tabi. Sonra biz de çocukların aileleriyle bilgi ve deneyim paylaşımında bulunuyoruz. Aslında derneğimiz hem alanda hem de savunuculukta rol alıyor. Bu nedenle Türkiye’de her iki alanda çalışan az derneklerden biriyiz çünkü genelde dernekler ya alanda ya da savunuculukta çalışıyorlar.
Anne, baba ve herhangi aile bireylerine bilgi aktarımı yapıyoruz. Onlara diyoruz ki ”Yalnız değilsin, biz de aynı süreci yaşadık. Seni en iyi biz anlarız.”
Daha sonrasında bizimle daha fazla vakit geçirmelerini istiyoruz ki bizler de böyle yaptık. Zaten süreç içerisinde sürekli buluşur hale gelince Listag ortaya çıkmaya başladı. Daha sonra bu buluşmalar düzenli toplantılar halini aldı. Türkiye’de ilk olmamız lgbt dernekleri arasında bayağı yankı yaptı. Çocuklar annelerini, babalarını, yakınlarını alıp bize daha çok gelmeye başladılar.
Mesela Ankara ve İzmir’de güzel ilerleyen iki grubumuz daha var. Biz İstanbul grubuyuz.
-Derneğinizin çalışmaları nelerdir? Ne gibi çalışmalar içerisindesiniz?
Özellikle üç tane düzenli toplantı yapıyoruz Her hafta teknik toplantımız oluyor. Bu toplantıları cumartesi günleri yapıyoruz. O haftanın gündemini ele alıyoruz ve gündeme göre plan yapıyoruz.
Her ayın ilk perşembesi İstanbul’da CETAD (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği)’ın kendi merkezinde düzenli toplantılar yapıyoruz. Orada yeni aileler ve eski aileler yani öğrenmiş ve çocuğunu kabullenmiş, bir müddet yol almış ailelerle bir araya geliyoruz. Bu toplantılar bilgi ve paylaşım toplantıları oluyor. Aile orada doktora sorularını direk yöneltebiliyor ve bizim eski aileleri de görünce bir kaynaşma oluyor.
Aslında CETAD sonrası bir toplantı daha planlıyoruz, netleştirdik diyebilirim, sürekliliğini ise şu an katılım belirleyecek.
-Özellikle ayda bir defa yaptığınız yemekleri merak ediyorum.
Evet, ayda bir yemek yapıyoruz. Aslında bu yemekler çocuklar ve ailelerin bir araya geldiği bir etkinlik olduğu için oldukça önemli. Bu etkinlikte çocuklar birbirleriyle tanışıyor, aileler birbirleriyle tanışıyor. Bir hala bir halayla, bir abla bir başka ablayla, bir baba bir babayla daha rahat konuşabiliyor. Çünkü her ay CETAD toplantısında hepsinin bir araya gelip konuşabilmelerinin imkanı olmuyor.
Bize gelen aileleri her ay düzenli olarak arıyoruz, yemek ve CETAD toplantımızı hatırlatıp hal hatır soruyoruz. İsteyen bir işimizin ucundan tutuyor. Herkesin görünür olması gerekmiyor ama arkada yapacak çok işimiz var.
Ayrıca şu an gündemimizde belediyelerle birçok işbirliğimiz söz konusu. Boysan’da açık kimliğiyle Şişli Belediye Başkan Danışmanıydı, onun sayesinde o kapı açıldı bize. Boysan’ın Toplumsal Eşitlik Birimi adıyla başlattığı bir proje vardı. Şu anda o proje hayata geçirildi.
Biz Listag olarak sendikalar, sivil toplum kuruluşları, yurt dışı aile örgütleriyle ayrımcılığa/ötekileştirmeye karşı sürekli etkinlikler ve çalışmalar düzenliyor ve yürütüyoruz. Ayrıca üniversiteler de film gösterimi ve ardından soru-cevap bölümümüz var. Bu yıl tıp fakültelerine çok gittik mesela. Bunlar umut verici şeyler çünkü bu durum tıp fakültelerinde okutulmuyor bu yüzden bizim çocuklarımız sağlık alanında açık kimliğiyle sorunlar yaşıyorlar özellikle trans kızlarımız.
-Derneğinizin işleyiş mekanizması hakkında bilgi alabilir miyiz?
Biz burada yatay bir işleyiş mekanizması yani eşitlik adı altında bir işleyiş mekanizması yürütmeye çalışıyoruz çünkü eşit haklar, eşit hayatlar ilkesine inanan bir derneğiz. Tabi ki devlete karşı bir yönetim kurulu şemamız var ama hiyerarşik değil.
-Yurt dışındaki derneklerle yaptığınız ortak çalışmalar var mı? Bu çalışmalar ya da etkinlikler hakkında bilgi alabilir miyiz?
Elbette var. Zaten biz bir inisiyatif haline gelirken 4 anne, 1 babaydık. Bizim bir de Metehan adında bir çocuğumuz var. O bizi toparlamasaydı yani örgütlü bir yapıya doğru götürmeseydi bugün burada olmayacaktık. Çünkü bizler evlerinden çıkmış insanlardık, ingilizce bilen insan sayımız yok gibiydi. O bizi çekip çevirdi, yurt dışı aile örneklerini bize getirdi. Tüm o dökümanlar çocuklarımız tarafından türkçeye çevrildi. Biz de o dökümanları kendi kültür yapımıza göre düzenledik.
Yurtdışına ilk gidişimiz ise 2008 Mayıs ayında Metehan ve iki anne olarak gittiğimiz İtalya’da ki büyük aile toplantısıydı. Bu toplantı 5 günlük bir etkinlikti. Olay orada çok başka bunu fark ettik. Bize Yeni Doğan Aileler adında bir belgesel izlettirdiler. O belgesel de bizim burada CETAD’la yaptığımız çalışmanın bir benzeri söz konusuydu, bu bizi oldukça heyecanlandırdı. İtalya dönüşü Onur Haftası başlıyordu. Arkadaşlarla dedik ki ”Evet, biz de bu yürüyüşte yer almalıyız.” Üstelik o dönem Lambda’nın kapatılma davasına denk gelmişti. Biz de ilk pankartlarımızı hazırlayıp alanda yerimizi aldık.
”Çocuğumun Derneğine Dokunma!”
”Çocuğuma Dokunma!”
-Belgesele değinmişken Benim Çocuğum Belgeseli’nden bahseder misiniz?
”Bizim aileler olarak ortaya çıkmamız lgbt hareketine 10 yıl ivme kazandırdı” diyorlar. O dönem şöyle düşünüyorduk; bu iş böyle yürümeyecek takma adlarla, fotoğrafsız röportajlarla. Lgbt görünürlüğü için yüzümüzü açmalıyız.
İlk başta oluşturduğumuz grupla burada piştik, öğrendik, bilinçlendik. ”Evet, açarız yüzümüzü, yürürüz alanlarda da, fotoğraflarımız da paylaşılsın” dedik. Yalnız biz bu sürece gelene kadar çok bilgilendik, bilinçlendik, araştırdık, öğrendik. Bilgisizlik korku yaratıyor. İnsan bildikçe, çocuğunun hayatını anladıkça, bir varoluş şekli olduğunu kavradıkça ilerliyor, topluma bir şeyleri anlatmak istiyor. O yıllarda bunu topluma duyurmak istiyorduk ama yüz açıp gezdiğimiz alanlar üniversiteler oluyordu.
Bir gün Boğaziçi Üniversitesi’nde Toplumsal Cinsiyet Paneli’ne davet edildik. Orada yönetmenimiz Can Candan ile tanıştık. Panel de bizi dinlemiş yanımıza geldi ve ”Çok ağladım, çok etkilendim. Anne baba ilişkilerimi ve benim çocuğumla aramdaki ilişkiyi sorguladım. Sizlerin hikayeleri çok kıymetli, sizinle bir belgesel yapalım” dedi. İlk tohum orada atıldı çünkü İtalya’da bunu görmüştük, onlar bu şekilde büyümüşlerdi.
Elbette kaygılarımız vardı. Medya da çocuklarımız ”sapkın, marjinal, kafası karışık, hormonları bozuk” gibi söylemlerle lanse ediliyordu. Ailelerin de ortaya çıkması bizi de bir tarafa savurabilirdi. Doğru insanların elinde bu işi yapmak gibi bir kaygımız vardı ve gerçekten çok doğru bir insana denk geldik ve Benim Çocuğum Belgeseli’ni çektik. Belgeselimiz İfİstanbul Film Festivali’yle vizyona girdi.
-Belgesele geri dönüşler nasıl oldu ve belgeselinize nereden ulaşabiliriz?
Belgesele geri dönüşler hala devam ediyor ve oldukça iyi, bu bizi mutlu ediyor.
Hatırladığım bir an var. İfİstanbul kapsamındaki programda belgesel gösteriminden sonra sahneye çıktık ve insanlar çok şaşırdılar. İzleyicilerden biri ”Ya biz bu çocukları hep görüyorduk ama bunların da aileleri olduğunu hiç düşünmemiştik” dedi. Belgesel bir şok etkisi yarattı. Ondan sonra aldığımız davet sayısı %100 arttı. Harvard ve Oxford dahil yurt içi ve yurt dışı gösterimler yaptık.
Bizim için belgeselin en güzel tarafı çocuklar ailelerine yönelimlerini açıklarken belgeseli koyuyor, annesini, babasını ya da bir aile yakınını oturtuyor ve diyor ki ”Ben bu babanın kızı gibiyim ya da ben şu annenin oğlu gibiyim.” Bu bile o kadar güzel ve umut verici bir şey ki.
Bir de belgeselin heteroseksüellere ve toplumumuzun önemli bir yapısı olan ailelere hitap ediyor olması çok önemli bir nokta.
Bir de gelecek nesiller bilmelidirler ki; böyle çocuklar da dünyaya geliyorlar ve bu bilgiyle hayata başlamak, çocuk doğurmak çok önemli.
D&R ve Mephisto Kitabevi’nden belgeselimize ulaşabilirsiniz.
-Ailelerin, çocuklarının lgbt bireyi olduğunu kabulleniş sürecinden bahseder misiniz?
Türkiye’de cinsellik konuşulmadığı için ”ayıp, günah, kapıların arkasında yaşanmalı ama asla konuşulmamalı, belden aşağı bir şey” olarak algılandığı için toplumda, aile daha kendi cinselliğini konuşamazken çocuğunun cinsel yönelim ve kimliğiyle karşılaşınca afallıyor. Hem toplumsal baskıya maruz kalmaktan hem de aileleri tarafından öteki sayılmaktan korkuyorlar. Aile kendi içinde durumu öğrenip araştırdıkça, bilgilendikçe dik durabiliyor ve bu duruşu sağlamak zaman alıyor ama sağladıktan sonra ise cevabını soran kişilere gayet rahatça verebiliyor. Açılma sırasında çocuğun yanında bir aile bireyi olduğu zaman durum daha da kolaylaşıyor.
Süreci kendimden biliyorum, çok iyi tanıdığım çocuğumu bir anda başka biri gibi gördüm, yani bir anda…yani nasıl ben hiç mi bir şey bilmiyordum çocuğum hakkında? Aynı evde, aynı sofrada, kanepede yan yana otururken ama o şoku isteyen aile, çocuğunun yanında olmayı seçen aile, çocuğunu koşulsuz seven aile daha kolay atlatıyor ve sürece dahil oluyor, araştırıyor, soruşturuyor. Ben çok bilirim kitapçılarda gezdiğimi, o kitaplarda, o satırlarda çocuğumu aradığımı. Çok da yanlış bilgiyle karşılaşıyordum. Çok yıkılıp çok ayağa kalktım ama yine en doğru bilgiyi bana çocuğum anlatıyordu. Bıkmadan usanmadan tekrar tekrar anlatırdı. ”Cinsel yönelim nedir, cinsiyet kimliği nedir” o kadar zor gelirdi ki bana o kavramlar, düşünsenize heteroseksüel bir birey olduğunuzu çocuğunuzun yönelimini öğrendikten sonra fark ediyorsunuz. Ben bunu böyle öğrendim çünkü toplumda bir kadın, bir de erkek vardı bir araya gelir çocuklarıyla beraber bir aile kurarlardı. Öyle yetiştirilmiştik, bir sistem algısıydı.
Bilgi ediniyorsunuz ama sindiremiyorsunuz başta. Yeni bir şeyler koymanız lazım çünkü eski düşünceyi kaldırıp yerine yeni bir düşünce tarzı yerleştirmeniz gerekiyor.
İki seçenek var önünüzde yani ya çocuğun yanında olacağım, onunla yürüyeceğim bu yolu ya da bu konuyu tamamen bir kenara bırakıp bir daha asla açmamak, yok saymak gibi örnekleri var.
Hatta daha ilerisi olabiliyor ”Senin okul paranı keserim, seni şöyle yaparım, böyle yaparım” gibi tehdit içerikli söylemlere kadar gidebiliyor ve hatta bu söylemler uygulanabiliyor.
Fakat çocuğunu yürekten, koşulsuz seven aileler, çocuğunun yanında olmayı tercih eden aileler topluma dönüyor ve gördüğü şey homofobi, transfobi, bifobi oluyor. Çocuğunuzun toplumda öteki olduğunu ve açık kimliğiyle hiçbir hakka sahip olmadığını görüyorsunuz. Bu çocuğunuzun olduğu kadar sizin de onurunuzu zedeliyor.
O aşamaya erişen aile, anne, baba, hala, abla diyor ki ”Suçlu yok aslında. Suçlu yok…ben de suçlu değilim, çocuğum da suçlu değil. O halde gidip bunu topluma anlatabilirim.”
Bazı aileler ise çocuklarını ortadan kaldırıyorlar ne yazık ki.
Ahmet Yıldız, Roşin Çiçek olayları.
-As kendini kurtulalım diyen aileler..
Evet, Okyanus Efe olayı.
-Türkiye’de başlangıç noktasından beri lgbt mücadelesi hakkında sizlerin görüşleri nelerdir?
Türkiye’de 23 yıldır lgbt hareketi var. O zamanlar 35-40 kişi ile başlamış bir hareketten bahsediyoruz. İlk zamanlar çok fazla gözaltı olmuş, buna rağmen gayet sağlam ve kararlı yürümeye çalışmışlar.
İlk derneğimiz Lambda, çok güzel bir misyon taşıyor. Lambda’nın içinden Spod adında sosyal politikalar derneğimiz çıktı mesela. Onlar da bugün politika alanında çok iyiler. Kaos gl aldı başını gitti. İzmir’de Siyah Pembe Üçgen çok iyi ilerliyor.
Listag’da Lambda’dan çıktı diyebilirim. Biz o derneğin kapısında oturuyorduk, bağımsız durmak adına. Özellikle Gezi’den sonra lgbt mücadelesi çok yol aldı Türkiye’nin birçok yerinde lgbti örgütleri oluştu.
Bugün o derneklerimizle gurur duyuyorum. Biz Listag olarak hepsine eşit mesafedeyiz.
–Gezi’de görünürlük arttı.
Evet, görünürlük arttı…çok enteresan bir nokta var, Onur Haftası temalarını 2-3 ay önce belirler bizim çocuklarımız ve ona göre programı hazırlamaya çalışırlar. O yılın teması Direniş’ti, Gezi’de bir direnişle başladı. Gezi bulunan insanlardan birçoğu bizim çocuklarımızdı.
Çünkü onlar direnişi iyi biliyorlardı. Doğdukları andan itibaren kendilerine direndiler, topluma direndiler, iş yerlerinde, okulda öğretmenlerine ve arkadaşlarına direndiler. Onun için bizim çocuklarımız direnmeyi çok iyi biliyorlar. Onların sağlam duruşu bir sürü insanı oraya çekti ve bence direnişin mayası bizim çocuklarımızdı.
Gezi sonrası yerel seçimlere çocuklarımızda katıldı. İstanbul’da Sedef Çakmak, Çelik Özdemir ve Boysan Yakar üç isim de Chp’den meclis üyeliği için adaylıklarını koydular. Sedef Çakmak belediye meclis üyesi oldu, benim oğlum Boysan Yakar Şişli Belediye Başkan Danışmanı olarak görev aldı.
-Söz Boysan Yakar’a gelmişken Boysan Yakar kimdir? Lgbt mücadelesinde ön sıralarda gördüğümüz Boysan hakkında annesi olarak bizimle paylaşmak istedikleriniz nelerdir?
Boysan…
Birkaç kelimeyle anlatmak çok zor Boysan’ı.
Doğduğu andan itibaren hep farklı bir çocuk, farklı bir insan olduğunu zaten aile içerisinde görüyorduk. Farklılık derken; düşünce yapısında, hayata bakışında, geleceğe yönelik kurduğu hayallerde hep bir başka düşünürdü Boysan. Başka bakan bir insandı. Bir kere ”Eşit Haklar ve Eşit Hayatlar” felsefesi vardı onun.
Şöyle de bir sözü vardı; ”Bir hak diğerinden üstün veya farklı değildir. Verilmemiş her hak alınması için ortak mücadele ve dayanışmayı gerektirir.” Bu felsefeyle hayata bakan bir çocuktu benim çocuğum.
Biz ailesi olarak onun yönelimini öğrendikten sonra, toplumun lgbti bireylere karşı tavrını da gördükten sonra ”Yurt dışına git yavrum, orada oku, orada yaşa, rahat edersin” dedik.
”Hayır” dedi. ”Benim işim burada. Ben burada mücadele vereceğim. Bu mücadeleye ihtiyacı olan çok fazla hayat var.”
Boysan onların dili oldu, onların bedeni oldu, onların görünürlülüğü oldu.
Aynı zamanda Boysan bir performans sanatçısıydı. Yaptığı çalışmalarda hep toplumsal cinsiyet eşitliğini savunurdu. Toplumun önüne çıktığında mutlaka bir etek, bir küpe yani toplumsal bir cinsiyeti üzerinde taşıyarak çıkardı. İnsanların kafası karışsın isterdi. Karışsın ki düşünsünler.
Boysan gibi Zeliş ve Mert’ten de bahsetmeli. Zeliş’te Boysan kadar bu hareketin içinde aktif çocuklarımızdan biriydi. Bu hak mücadelesinde birlikte çok iyi anlaşarak yürürlerdi. Haklarını duyurmaya çalışırlardı. ”Biz de varız! Alışın! Gitmiyoruz! Evet, bize alışmak zorundasınız!”
İnsan gibi yaşamak ve eşit haklara sahip olmak içindi mücadeleleri. ”Evet, ben buyum ve buradayım!” diyebilmek içindi.
Hem sanat hem hak mücadelesi alanında o kadar çok şey yaptı ki Boysan, yani o, o kadar çok insana, hayata, renge dokunmuştu ki, yani onun kaybından sonra bize çok gelen oldu. Yurt içinden, yurt dışından insanlar ve gelen mesajlar…”ben onu şurada tanımıştım”, ”hayatımı değiştirdi”, ”iki lafı beni çok düşündürdü” diyenler…
Yani böyle bir çocuktu Boysan.
Dokunur, bırakır giderdi.
Onun bu evi her daim kapısı açık bir evdi. Dertleşmek isteyenler, partnerler, sevgilisinden ayrılanlar, arkadaşlar, dostlar.
Boysan anlatmakla bitmeyen biri zaten. Ben de bu hareketin içine onunla girdim. İlk anneyim bu yolda. Ben bu yol içerisinde onunla adımlar attım, kendimi çok sorguladım. Yani çocuğum 16-17 yaşlarında ”Ben kimim?” diye sormuş kendine. O dönemi hatırlayınca hep üzülürüm. Yan yana yatak odalarında yatarken neden bunu bize anlatmadı, söylemedi, paylaşmadı? Biz kendimizi açık fikirli bir aile olarak düşünürdük, aslında öyle değilmişiz.
Ben hatırlıyorum ilk söylediği günü, bir utanç ve suçluluk duygusu içindeydi çocuğum. Koltuğun kenarında, elini yüzüne kapattı ve ağladı. Yani olamaz böyle bir şey. Kimse suçlu değil ki…bir varoluş şekliydi bu. Bu kadar netti.
Ben de sonra kendimi sorguladım, 43 yaşındaydım. Dedim ki ”Ben kimim? Ben kimim o zaman?” Bir baktım ki ben yokum. Sema yok, toplumun normları varmış yalnızca. Ben bir birey değildim, birey olmayı çocuğum sayesinde öğrendim. İnsan olmayı onun sayesinde keşfettim. Çok güzel bir şey birey olmak, olabilmek ama bu konuda benim çocuğum, benim öğretmenim oldu. Bana o yolu çocuğum açtı. ”Yaparsın anne, aşarsın anne, hadi anne.”
Çok hızlı adımlarla yürüdü Boysan, zamanı azmış meğer. 10 yıl gibi bir sürede bir sürü şey sığdırdı ömrüne ama o bir adım atardı ileriye, ben onun yanına yetişmek için koşardım. Öyle bir mücadeleyle geçti hayatım. Işıklar içinde olsunlar.
Gidenin arkasından bir sessizlik kalıyor…
O benim yol arkadaşımdı.
Benim o yola devam etmemi isterdi..
O ara programlarımı durdurmuştum. 1 ay kadar sonra çalışmalara tekrar başladım. ”Boysan’ın, Zeliş’in, Mert’in bayraklarıyla, arkadaşlarıyla birlikte bu mücadeleye devam edeceğim.”
Boysan’ın anısına biz ailesi olarak 5 yıldır yaşadığı mekanı ”Boysan’ın Evi” adı altında Türkiye’de ki lgbti örgütlerine toplantı, seminer ve eğitim çalışmaları için 16 Haziran’da kullanıma açtık..
-İnsanlar sizlere nasıl ulaşabilirler?
Danışma hattımız 0531 467 77 53
İnternet sayfamız http://listag.wordpress.com
Elektronik postamız [email protected]
“Benim Çocuğum” belgeselinin tamamını izlemek için tıklayın…
6. SAYI