Sahiden bu Dünya’ya daha önceden gelmiş olabilir miyiz, böyle bir ihtimal var mı bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var; öteden beri Nil tüm enerjisiyle beni kendine çekerdi. Sanki orda hala tanıdık birilerini görecektim, ya da daha önceden defalarca topraklarında yürüdüğüm yerleri bulacaktım. Herhangi başka bir ülke veya başka bir şehir için sizde de bu his, yani sanki orda size ait anıların olduğu hissine kapıldınız mı bilmiyorum. Ama ben Mısır’a gitmeden önce, sanki bir akraba ziyareti yapacakmış gibi mutluydum ve hatta kendimi, Nil’i ve Mısır’ı görmeye mecbur hissediyordum.
Hazırlayan: muahhhh
Mısır’ın gizemi ve ihtişamıyla aslında daha önceden tanışmıştım. Bir arkadaşımın tavsiyesiyle okumaya başladığım ChristianJacq’in, Ramses serisinin ortalarına geldiğimde, sanki artık ben de bir Antik Mısır vatandaşıydım. Eğer hala ChristianJacq okumadıysanız, ölme planlarınızı biraz erteleyin, zira okumanız gereken kitaplar hala var demek ki.
Ve yıllar sonra, hikâyelerini bizzat kendi ağızlarından duyduğumuz, binlerce yıl öteden bize hayatlarını not almış bu insanların, bu kahramanların bastığı topraklara gitmeye karar verdim.
Vee nihayet “Mısır” Hepimizin anavatanı…
Mısır uçak biletlerini birçok firmadan alabilirsiniz, seçeneği çok fazla olan bir ülke, bu rotanıza bağlı. Sadece rotanıza diyorum çünkü Mısır uçak biletleri, bütçenizi çok hırpalayacak cinsten değil. Hatta Mısır, ender şekilde vukuu bulan bir şekilde Türkiye’den daha ucuz bir ülke. Ucuz uçak biletlerini Pegasus havayollarından bulabilirsiniz. Ama aklınızda bulunsun Pegasus Mısır’da sadece Hurghada ve Sharm el Sheikh’e uçuyor. Hurghada’ya da yerel halk Urdaga diyor. ‘Ne manaagg’ dediğinizi duyar gibiyim ama bu önemli. Hurghada ile ilgili bir şey öğrenmek isterseniz, ‘Hurghada’ dediğinizde sizi anlamıyorlar. Rotanıza karar verdiğinizi düşünelim ki bizim rotamız şu şekildeydi;
İlk önce Sabiha Gökçen Havaalanından Pegasus’la Sharm el Sheikh’e, 3 gün sonrasında feribotla Kızıldeniz üzerinden Hurghada’ya, aynı gecenin sabahı otobüsle Luxor’a, bir gece sonra trenle daha güneye Aswan’a ve aynı günün akşamı tekrar trenle Kahire’ye gelip bir gece kaldıktan sonra, Sharm el Sheikh’e geri dönüp yine Pegasus havayollarıyla İstanbul’a dönmek.
E o zaman evler yansın mıaaaaağğ… Pardon, macera başlasın mı?
Sabiha Gökçen’e vardığımızda Pegasus Havayollarına ait uçağımızın rötar yaptığını öğreniyoruz. Şaşırdık mı? Tabii ki hayır. Bu Pegasus uçuşları için adeta bir gelenek. Ama yine de laflıyoruz ve uçuşumuzu bekliyoruz. 27 Ekim, İstanbul’da hava yağışlı ve soğuk ama gittiğimiz yerde denize girmeyi planlıyoruz. Nitekim öyle de oluyor.
Sabaha karşı Sharm havaalanına indiğimizde çok şaşırdığım bir manzara karşılıyor bizi. Yağmur… Heryer ıslak. Ben denize girmeyi beklerken, nerdeyse yanıma şemsiye almadığım için pişman olmak üzereyim.
İlk algıladığım Sharm havaalanında güzel bir koku var. Sonradan ilginç bir şekilde öğrendim ki bu yasemin kokusuymuş.
Öncesinde yaptığım araştırmalardan ilki doğrulanıyor. Black market… Giriş işlemlerimi yaptırırken bir memur yavaşça bana doğru eğiliyor ve kısık sesle şöyle diyor:
“Dolar bozdurmanız gerekirse ben yardımcı olurum.”
Aslında böyle bir durumda, Avrupalı bir turist şaşırıp, garipseyebilir ama ben zerre oralı bile olmamakla beraber, adamın yüzüne bakarken aklımdan tek bir şey geçiyor; “Ohaaaa adam çok yakışıklı.”
Ama sonradan gördüm ki geneli yakışıklı olan bir ülke değil. Havaalanına bir tane bırakmışlar o da bana denk gelmiş.
Giriş işlemini tamamladıktan sonra Mısır’ın en sıkıcı yanlarından biriyle hemen karşılaşıyoruz; pazarlık. Sharm havaalanından, Sharm’ın merkezine giden tek bir toplu taşıma aracı bile yok. Sadece taksi kullanabilirsiniz. Kendimizce pazarlık yaptıktan sonra, şoförümüz bizi 20 dolara merkeze götürüyor. Bu arada biz aynı mesafenin daha fazlasını dönerken, yaklaşık 6 dolar vererek gidiyoruz. Mısırlı şoförümüzün kazığını bir güzel yerken bir yandan sohbet ediyoruz ve 9 yıl aradan sonra ilk kez o gün yağmur yağdığını öğreniyoruz. Bereketimizle gelmişsek demek ki… Özellikle Ortadoğu’da en sevdiğim sohbet politika. Çünkü haberlerden, gazetelerden, televizyondan sürekli kulağınıza çalınan yerleri, isimleri, olayları konuşmak, bizzat o ana tanıklık ediyormuşsunuz gibi hissettiriyor. İlk tanıştığım Mısırlıdan ve tanıştığım tüm diğer Mısırlılardan edindiğim izlenim şu ki; Mısırlılar yönetici konusunda üç kişi arasında seçim yapmak zorunda kalmış, kötü, daha kötü, çok kötü… Genel olarak daha kötü ve en kötü sıralamaları Mursi ve Sisi arasında gitse de, Mübarek’in en iyi kötü olmadığı ve halkın aslında ondan o kadar da şikayetçi olmadığı benim ampirik gözlemim oldu.
Sharm’daki ilk sabahımızdan ilk söylemek istediğim şu; ki bu tüm Mısır için geçerli;
“Hayır onu yemek zorunda değilsiniz, asla ve asla denemek zorunda bile değilsiniz.”
Hayatımda gezdiğim ülkeler arasında daha pis hiçbir yer görmedim. Hayatımda ilk kez yemek konusunda sınırlarım olduğunu gördüm. Boğazına çok düşkün biri olarak bu beni biraz sevindirse de, seyahatin bazı kısımlarında aç kalmaktan korkmadım değil. O yüzden Mısır’da nerede ne yenir kısmı için sadece şunu söyleyeceğim; “Hayatta kalmaya çalışın yeter.”
Yine de Naama Bay denilen ana caddede bir aşağı bir yukarı turlayabilir koli kesebilirsiniz. Eğlence anlayışları çok garip. Bildiğimiz kadarıyla eşcinsellerin tutuklandığı, tartaklandığı bu ülkede, erkekler son derece feminen bir şekilde oryantal yapıyor. Tüm Mısırlılar hiç garipsemeden onları izliyor ve herkes halinden memnun görünüyor. Bu tezatlık bize ilginç geliyor ama devam edelim…
Bizim otelimizin adı Kanabesh. Tavsiye edebileceğim bir otel değil. Temizlik maalesef yeterince iyi değil. Ama tüm Mısır için geçerli bir kural daha var; her yerde nargile içebilirsiniz. Hatta her yerde nargile için. Sahiden çok güzel yapıyorlar.
Sharm’ın Mısır’ın en pahalı yeri olduğunu duymuştum ama bu haliyle bile çok da pahalı sayılmazdı. En büyük sıkıntı doların döviz bürolarında daha ucuz işlem görmesi oldu. Ama sokakta, evet aynen sokakta, işlem yaptırdığınızda daha yüksek bir kurdan işlem yapıyorsunuz. En başlarda sokakta birilerine dolar bozar mısın diye sorup, yasadışı işler yapmakta biraz çekingen olsak ta, Mısır dönüşünde, Sharm el Sheikh, Hurghada, Luxor ve Kahire’de birçok kaçakçı arkadaş edindim. Hala numarası bende olanlar ve whatsapp’tan yazanlar var. Olur da giderseniz bir haber vermeniz yeterli, düşük bir komisyonla doğru kişilerle iletişime geçmenizi sağlayabilirim.
Sharm’da yapılabilecek birçok aktivite var ki başlıcaları, Atv’lerle çöl safarisi, dalış, deniz aktiviteleri, yüzme… Dolu dolu vakit geçirebilirsiniz. Biz gittiğimizde Kasım başı olmasına rağmen hava gayet güzeldi ve deniz suyu gayet iyiydi. İlk kez akvaryum balıklarıyla beraber yüzme fırsatını yakaladım ki şahane bir deneyimdi. Çölün bitiminde başlayan sahilse çok egzotik ve çok hoş bir manzara.
Aktivitelerle ilgili nerden bilgi edinebileceğinizi söylemeye gerek yok, çünkü onlar sizi zaten buluyorlar. Sadece unutmayın; pazarlık, pazarlık, pazarlık… Muhakkak çöl safarisi yapın ve hayatınızda bir kez güneşin batışını çölde izleyin. Hayatımdaki en güzel en romantik deneyimlerdendi.
Adın batsın Hurghada ve şahane Luxor…
Sharm’da üç günden sonra yavaştan Hurghada’ya doğru yol alacağız. Haftanın sadece iki günü feribot seferleri karşılıklı olarak var ve bilet 40 dolardı. Bu Türkiye için bile pahalıyken Mısır için de çok pahalı denebilir. Biletlerimizi aldık ve Pazar günü Sharmdan, geri dönmek üzere Hurghada’ya doğru Kızıldeniz üzerinde seyahat edecek olmanın heyecanıyla ayrıldık. 2 saat süren bu yolculuktan artakalan mide bulantısı ve baş ağrısı oldu.
Hurghada’ya vardığımızda geceydi ki gündüz gelmemizin de pek anlamı olmayacak gibiydi. Sharm’a benzeyen bu şehir, öyle pek görmeden dönülmemesi gereken bir yer olmamakla beraber eğlence anlayışı Sharm’a göre daha ağırbaşlı. Ayrıca unutmayın ki Mısır’ın her tarafında size bir şeyler satmaya çalışan veya sizi taksisine almaya çalışan insanlar var. Bu biraz bunaltıcı olsa da korkmanıza gerek yok, hatta sohbet ederseniz göreceksiniz ki çok cana yakınlar ve son derece arkadaş canlısı insanlar. Müslüman ve Türk olduğunuzu öğrendiklerinde daha sempatik davranıyorlar. Kesin bir dille hayır deseniz bile size bir şeyler satmaya çalışıyorlar ama aldırış etmeyin. Norveçli değilsiniz, mısır çarşısı görmüş adamlarsınız. Hurghada’dan o gecenin sabahı için Luxor’a otobüs bileti alıyoruz. Unutmayın Hurghada’dan Luxor’a tren yok, en mantıklı çözüm otobüs ile gitmek. Uçak biletleri o kadarcık yol için pahalı ve aktarmalı. Taksiyle gitmek ise Türkiye’den daha ucuza gelse de anlamsız.
Sabah Hurghada’da, Kerimcan Durmaz bir şekilde Caribou’da kahvaltımızı yaptıktan sonra, çölü selamlayarak Luxor’a giderken ilk izlenimim, çölün fotoğraflardaki kadar güzel, romantik görünmediği ve Mısır’ın içlerine doğru gidildikçe bir Arap ülkesinden daha çok bir Afrika ülkesini andırdığı oldu. Yol üzerindeki şehri gezemesek de son derece güzel ve renkli görünüyordu.
6 saat sonra Luxor’a vardığımızda taksi şoförleriyle yine dissatıyoruz. Evet, bu çok can sıkıcı olabiliyor ama havaalanında halkın içinde yardımcısını bekleyen Bülent Ersoy bakışı atarak onları uzaklaştırın. Öte yandan mümkün mertebe cevap verin ve konuşun. Taksi istemiyorsanız bunu kesinlikle söyleyin. Ama yine de teşekkür edebilirsiniz eğer insansanız. Kaçmanıza gerek yok.
Luxor gerçek bir antik şehir ve Nil’le beraber çok romantikleşiyor. Şehrin Nil’in ayırdığı iki yakası var, West Bank ve şehir merkezi. Krallar ve kraliçeler mezarlığı, Hatshepsut tapınağı West Bank’ta kalıyor. En meşhur yerlerden Luxor ve Karnak tapınakları ise şehir merkezi tarafında. Bazı ülkelere yalnız gidilirse daha fazla eğlenilebileceğini, bazı ülkelerde arkadaşın daha iyi, bazılarında ailenin daha iyi olabileceğini düşünürüm ama bence Mısır’a, özellikle Luxor’a sevgiliyle gidilmeli. Ramses’in Nefertari’ye aşkından mıdır yoksa krallarla kraliçelerin çok uzaklaşmadan yan yana vadilerde sonsuza kadar yatacak olmalarından mı bilinmez, çok romantik bir havası var.
West Bank’taki otelimizin adı Kareem Hotel Luxor. Son derece güzel ve temiz. Çalışanlar güleryüzlü ve gayet içten. Yolunuz düşerse lütfen burada kalın.
Otel müdürümüz bizi, bize rehberlik edecek şoförümüzle tanıştırıyor. Çok sevgili, Sheakespeare’le… Sheakespeare çok güzel, renkli gözleri olan bir Mısırlı. Siyah teninde gözleri çok değerli bir çift taş gibi parlıyor. Şahane bir İngiliz aksanı var ve son derece sempatik. İsminin hikâyesini de şöyle anlatıyor; daha önce Luxor’da yaşayan karı-koca bir İngiliz çiftin şoförlüğünü yapmış. İngilizceyi onlardan öğrenmiş bu yüzden ağır bir İngiliz aksanı var ve bu ismi de onlar vermiş. Yolunuz Luxor’a düşerse, lütfen bu iyi adama, Sheakespeare’a bizden selam söyleyin. Kendisinden dolar da bozdurabilirsiniz.
Biz Luxor’da bir gece kalsak da Luxor için iki gün kesinlikle çok az. Sindire sindire gezmek için en az dört gün ayırmalısınız. Yine her yerde pazarlık yapın. Krallar vadisinde ve Kraliçeler vadisinde tek biletle üç mezarlık gezebiliyorsunuz. Görülmeye değer olanları görevliler söylüyor zaten. Muhakkak girin, yaklaşık 4 bin yıl öncesinden gelen mesajlar şahane ve tüm o ana tanıklık etmek insanı duygudan duyguya sürüklüyor.
Bir dipnot; tapınaklar ve vadi akşam 5’te kapanıyor ve fotoğraf çekmek yasak olmasına rağmen rüşvet vererek her şeyi yapabiliyorsunuz. Yok yok biz vermedik, biz ülkece böyle şeylere, rüşvete falan yabancı olduğumuz için, biraz garipsedik hatta…
Değerli taşları iyi bir pazarlıkla, uygun fiyata alacağınız bir yer var, kraliçeler vadisinin eteklerinde. Adını şimdi unuttum, notta almamıştım ama Sheakespeare’e söyleyin o sizi götürür.
Tüm Mısır için şunu söyleyebilirim ki; İnsanlarla konuşmaktan asla çekinmeyin. Sizle konuşmak için can atıyorlar. Hatta beraber fotoğraf çekilmek istiyorlar ve sizi hemen facebooktan eklemek istiyorlar. Kendinizi pop star gibi hissediyorsunuz. Her sözünüzün karşılığında kocaman bir gülümseme alıyorsunuz.
Luxor hayatımda gördüğüm en güzel kokan şehirdi. Tüm şehir yasemin kokuyordu ki o kokunun yasemin olduğunu sonradan öğrendim. Burada anlatmak istediğim başka bir şey var. Bu kokunun kaynağını bulmaya çalışırken yol üzerinde gördüğüm çiçekleri teker teker kokluyordum. Bir yerde bir Mısırlı beni görüp, çiçeklerden bir iki dal kopardıktan sonra bana uzattı. Ben alır almaz da bahşiş istedi. Bahşiş konusunda evet, fazla ileriye gidiyorlar. Tabii ben ohanzi, delirenzi o an…
İkinci günün gecesi otobüsle Kahire’ye doğru yola çıkıyoruz. Yol boyunca en az üç tane kontrol noktasından geçiyor, askerler tarafından tüm otobüs denetleniyoruz. Offf ne garip ülkeler var ya, kendi ülkende otobüs durdurup kimlik sormak nedir abiiii.
Vee nihayet; Piramitler şehri Kahire… Sarı tozlarından tutup sürüklemek lazım seni…
Kahire’yle ilgili hissettiğim ve söylemek istediğim şey şu oluyor;
“Biri şuraları bi viledalasın, bi de bana bi fırçayla hortum verin şuraları bir yıkayayım.”
Aman yarabbi, bir şehir bu kadar toz içinde olabilir mi? Sanki birisi koskoca Kahire’yi halının altında unutmuş. O güzelim tarihi, sarı binalar silme tozun içinde. Soranlara “Efendim çölün ortasındasın şu an, o yüzden” diyorlar. Şehir son derece kalabalık. İstanbul’dan daha kalabalık, trafik daha beter. Bildiğim kadarıyla Afrika kıtasının da metro bulunduran tek şehri, Kahire.
Kalacağımız Freedom Hostel’e ulaşıyoruz. Gayet temiz bir hostel ve çalışanlar çok kibar. Gönül rahatlığıyla kalabilirsiniz. Çalışanlardan biri bize Kahire şehir planı yapıyor ve turlarımızı o ayarlıyor.
Nil turu yapmamızı tavsiye ediyor ve evet kesinlikle yapılmalı. Nil’in enerjisi insanın içine işliyor. Bunu damarlarınıza kadar, iliklerinize kadar hissetmelisiniz.
Tahrir meydanı gösterişten ve estetikten son derece uzak. Meydanın hemen yakınındaki Kahire müzesi ise Mısır’ın kalbi gibi. Ama yine de birbirimizi kandırmayalım. Biz öyle tarihle falan arası çok iyi bir millet değiliz. Tarih konusunda Dünyanın en zengin ülkelerinden birine sahip olmamıza rağmen hiç de hakkını vermiyoruz. Bu nedenle Kahire müzesindeki tüm tepkim sadece şu oldu;
“Hmmmm bunun işçiliği daha zor gibi, bayağı da ağır mı ne?”
Tabii ki Kahire’nin en büyük olayı piramitler ve Sfenks. Kesinlikle tüm piramitlere bir gününüzü ayırın ve yola erkenden koyulun. Piramitler Kahire’den uzakta, Giza şehrinde ve bir hayli yol gidiyorsunuz. Üstelik develerle gezmek isterseniz bayağı vaktinizi alıyor.
Çölde develerle insanoğlunun bu ölümü yenme arzusuna tanıklık etmek şahaneydi. Fotoğrafı en çok çekilen dünyanın bu eşsiz mekânlarından birinde bizzat bulunmak eşi benzeri olmayan bir deneyim. Tarihe merakınız olmasa bile, bir zamanlar orda ne kadar muazzam bir medeniyet olduğunu hayal edebiliyorsunuz ve bizzat ayaklarınızın altındaki kumlara, kimler kimler binlerce yıldır bastı. Tüm o enerjiyi içinize çekiyorsunuz.
Aynı günün öğleden sonrasında şoförümüz alışveriş yapmamız için birkaç yere götürüyor bizi. İlk götürdüğü yer ise camları kendi üretimi olan kokular satan bir mekân. Veeeeee işte ben, günlerdir ne olduğunu anlamaya çalıştığım kokunun yasemin kokusu olduğunu burada öğreniyorum ve tabii ki hemen alıyorum.
Kahire’de uygulamadan tanıştığım biriyle bir gökdelenin tepesinde güzel bir Mısır birası içiyoruz. Adı sakara. Mısır birası söylendiği kadar lezzetli, muhakkak denenmeli. Yine bir not, mekân yabancıların da geldiği lüks bir yer olmasına rağmen son derece pis. O gece tanıştığım Suriyeliyle sonradan çok iyi arkadaş oluyoruz ve hala facebooktan ve whatsapptan görüşüyoruz.
Uygulamaların en aktif kullanıldığı yer tabii ki Kahire. Ama yine de tüm Mısır’da pekte bir gaylife’dan söz edemeyiz. Hatta kulağımıza çalınanlara göre polis, uygulamalardan gaylere randevu verip tutukluyormuş.
İki gün sonunda, ilginç güzel anılarla Sharm’a dönüyor ve aynı gecenin sabahında İstanbul’a uçuyoruz.
Bir daha Mısır’a gider miyim? Sevgilim olur da çok ısrar ederse evet. Ama siz gitmeyi düşünürseniz sakın unutmayın, çok pis bir ülke ve her yerde pazarlık, pazarlık pazarlık yapın. Sheakespeare’a selam söyleyin. Nil nehrine ellerinizi dokundurun, sessiz yerleri bulup, gözlerinizi kapatıp Ramses’in Nefertari’ye olan aşkını dinleyin…
Şimdiden iyi tatiller…
7. SAYI