horizonmersin yazdı: Günümüz aşklarını utandıran AŞIK ile MAŞUK’a selam olsun

“Benzemez kimse ona”, denilir ya, onun gibi belki…Ya da, ölümsüz Müzeyyen Abla’nın o unutulmaz parçasındaki gibi, “benzemez kimse sana!” mı demeli? Bildiğiniz gibi değil…

Bence, Celaleddin Rumi’nin Şems’ine karşı hissettiği şeylerin tarifi pek de olanaklı değil.

Ya da, böylesi bir tarifin sözcükleri ve kavramları olarak kullanılacak sembollerin ifade gücünün yeterli kılınabilmesi kolay değil…

O zaman, bu tarifi imkansız aşk örneğini betimlemek yerine, aşık ile maşukun kendi sözlerine ve hayat profillerine yer verip, öyle tanıtmaya çalışmamak elde değil…

Denilebilir ki, Mevlana, Şems gelene kadar hayatını kitaplara, bilgiye ve ulemasına adamış bir din adamı ve bir bilge iken Şems’ten sonra tüm bu kimliklerinden arınmış ve aşk içinde teslim olmuştur. Şems’in varlığı ile yüreğine güneş doğuran Mevlana, onsuz bir an bile geçirmeye tahammül edememiş; Şems’in kısa dönem ayrılığında kendini kaybetmiş ve bu aşkın ateşiyle uzunca bir süre kendine gelememiştir. Şems’in geri dönüşünden sonra tekrar kendi benliğini bulan Mevlana’nın bu halleri, yaşadığı dönemdeki Konya ahalisi tarafından çok farklı biçimlerde yorumlanmış ve dile getirilmiştir. Kendileri için büyük bir alim olan Mevlana’nın bir deli derviş tarafından büyülendiğinden, aralarında cinsel birliktelik olduğuna kadar varan rivayetler ortalıkta dolanmaya başlamıştır. Bütün bunlardan soyutlanmış Şems’in aşkıyla yanan Mevlana’nın, Şems’te gördüğü aşk, aslındaEnel Hak” kavramı ile derisi yüzülen Nesimi’nin “Hak İnsandadır” kavramının ta kendisidir. Bu felsefede, secde Adem’edir ve Adem Hakkın bir yansımadır şu alemde. Öyleyse Mevlana, Şems’te Hakk‘ı görmüştür ve Şems gidince bu ışığı yitirip günlerce gözyaşı dökmüştür.

Peki, kimdir bu Rumi’nin secdegahı olmayı hakeden Şems-i Tebrizi (Tebriz’in güneşi) adlı fani?

Tam adıyla, Şemsüddîn Muhammed bin Alî bin Melikdâd Tebrîzî, günümüz Azerbaycan-İran topraklarında olan Tebriz kentinde doğmuş bir İslam düşünürü ve alimi. Şii İslamın ve tasavvufun en önemli kalemlerinden biri olan Şems, Rumi’nin hocası, dostu ve sırdaşı olarak geçirdiği yaklaşık üç buçuk yıllık bir sürenin sonunda, onun hayatında yeni ufuklar açmış ve onu ilahî aşkın potasında eriterek, kâmil bir Hak aşığı yapmıştır.

Şems’e yönelik suçlamalarda bulunan çevresindeki insanlar için şöyle bir yanıt vermiştir Mevlana:

Onun ışığı vurmazdan önce ölü bir nakıştım sadece, taş duvarlarınızda. O, elindeki yay ile vurmazdan önce tellerime, hep aynı nameyi çalıp söyleyen, kendi sesine yabancı bir kuru rebaptım. Ben onun avucunda bağlar, bahçeler, ağaçlar, deryalar gibi geniş, deryalar kadar berrak sular görürüm. Onun avucunda çıkan ağaçların gölgesinde dinlenirim. Lâkin siz bunların hiçbirini göremezsiniz.

Sizce, bu aşk tek yönlü müydü ki? Değildi tabi… Nitekim, Şems’in ölümüne ilişkin rivayetlerin birinde şöyle anlatılır, kendini Rumi için feda edişi:

Şems-i Tebrizî’nin dedesi Haşhaşiler tarikâtında mürittir. Aile kurmak üzere tarikattan ayrılmak ister ve ayrılır. Ailesini kurar ama tarikat yönetimi değişir ve torun Şems’in tarikâta bağışlanmasını ister. Dedesi de vermek istemez. Zaten Şems eğitim için Şam’a gider ve Şems’i takip bu aşamada başlar. İlk önce bulurlar lakin kaybederler Şems’i ama Şems Mevlânâ’dan ayrılıp Şam’a gittiği vakit tarikattan bir mürit Şems’i fark eder ve Şems’i takip Konya’ya kadar sürer. Daha sonra Şems bir dergâha çağrılır, tam yedi derviş gelmiştir Şems’i öldürmek için. Şems, Celâleddîn Rûmî’den ayrılmak üzere izin ister. Tam bir vedalaşma hissi vermeden kendi eliyle ölüme gitmiştir. Hatta ölüme giderken “Rabbim şu kuyu mezarım olsun,” diye dua etmiştir. Dergâha gittiği zaman yedi derviş onu beklemektedir artık. O her bir dervişle odalarda ayrı ayrı görüşerek hepsini konuşmalarıyla bayıltmıştır. En son derviş en iri cüsseli ve bilgili olandır. Şems, dervişlerden, namaz kılarken öldürülmesini istemiştir. Ve namaz kılarken Şems suresini okumuştur. Şems hazretleri Mevlânâ’ya bir mendil gönderir ölmeden önce. Mendilde şu yazmaktadır: “Ölümümün gözlerinin önünde olmasını isterdim, gör bakalım aşk için ölmek ne demekmiş”. Mevlânâ, bunu okuduğunda bayılmıştır.”

Ayrıca, Şems’in kendi rızasıyla Konya’dan ayrılıp kaybolmasını zayıf bir ihtimal olarak görenler, Allah’ın ona rüyasında, kendisine istediğinin verilmesine karşılık ne verebileceğini sorduğunu ve Şems’in de, “Canlara kanlara boyanacak başımı,” diyerek aşk yolunda başını verdiğini anlatmaktadır…

Evet. Bu sarsıcı profilden sonra, bu aşkın boyutlarına ilişkin ipuçlarını en iyi sergileyen kaynağa yer vererek bitirmek şart ve kaçınılmaz: Mevlana’nın, Şems’in Konya’dan ilk ayrılışı sonrasında geri dönmesi için yazdığı mektuplar!

Bugüne dek okuduğum veya işittiğim hiçbir aşk şiirinde rastlanılmayacak düzeyde bir sevgi, acı, muhtaçlık, tasvir ve teslimiyetin ağırlığı hakim bu metinlerde…Aşağıda bazı kısımlarına yer verdiğimiz bu kutsal ifadelerin tamamını okumanızı öneriyor ve aşkla kalın diyoruz…

Ah ah! Gönlüm çilem, aşkım, kederim, acım, gönlüm! Sustukça hoş geçimlim, dile geldikçe parlayan alevim. Kopup saçılan gerdanlığında soylu nedimelerini savrulan incileri yere inen hüzünlerim. Aramadan bulduğum yola koyulmuş göçüm. Bir türlü kavuşamadığım, kavuşmaya doyamadığım. Dışında olamadığım, içinden çıkamadığım. Gecelerin hâkimi, gözyaşlarımın pınarı efendim. Tozunu yıkama- ya erişemediğim, pasını silemediğim. Karanlığım, güneşim. Gönlüm, aziz dostum! Nerelerdesin, ya dön artık yurduna ya da iki satır yaz bize…Kim gücendirdi senin o nazende yüreğini, hangi kem söz, hangi sinsi nazar seni benden kopardı ey Şems? Varım yoğum sensin. Sen de yoksan ben bir hiçim bilmez misin? Kavline mestan olan Mevlana’ya ayrılığı hediye etme. Etme Şems. Seninle öyle doluyum ki, kafatasım çatlayacaktı. Damarlarımda akan kan, sendin. Göğüs boşluğumdaki kalp senin kalbindi. Damarlarım çatlayacak, göğsüm yarılacaktı. Seni teneffüs ediyordum; hicran kanatları beni gökten yere indirdi. Oysa seninle kanat çırpıyorduk. Sensiz her geceyi hummalı yaşadım, belki humma daha güzeldi. Ne belkisi? Ama uzviyet ne kadar dayanabilir ki bu gerginliğe? Aşka teşekkür borçluyum. Ben o hummanın içinde erimek istiyorum. O alevin içinde yanmak, kül olmak biricik muradım. Kül olmak, ışık olmak, efsane olmak.
Ben senim, sen de bensin. Aynı kokuları, aynı heyecanları, aynı acıları yaşıyoruz…”

Senin aşkın yüzünden bütün dünya beni kötülese pervam olmaz, say ki gerçek hakkında yüzlerce yalan söylenmiş, ne önemi olur bunların? Aşk suskunluğumdu benim! Aşk yangınımdı benim! Aşk vurgunumdu benim! Aşk yazımdı benim! Aşk yasağımdı benim! Aşk itirafımdı benim! Aşk heyecanımdı benim! Tek varlığım ve tek yokluğum… Yaram ve merhemim… Kazanmadığım; ama hep kaybettiğim. Evet, buydu aşk! Özledim, ey Şems özledim. Çık gel Allah aşkına! Aşkın insanı büyüttüğünü, olgunlaştırdığını da öğrendim artık. Bu yaşıma kadar kimse öğretmedi bana aşkın karşılıksız olduğunu. Sadece gönülden sevenin bu acıyla kavrulacağını, sevilenin ise sevildiğini bilmeyeceğini… Şükürler olsun sana,  bana hayatta öğretilmeyenleri hissettirdin. Hiç kimse için yapamayacaklarımı yaptım. Pişman mıyım? Hayır, hiç pişman olmadım ve aşkı sonsuzluğuma saklarken bile mutluyum. Hayatımın son basamaklarında bana böyle bir aşkı yaşattın. Seni sevmeme izin verdiğin için teşekkür ederim.”

Şems-i Tebrizi / Celaleddin Rumi

Kaynakça:
Düşündürücü Yazılar. 2015. www.infethiye.net.
Özgentürk, Işıl. 2015. Mevlana’nın Şems’e Platonik Mektupları, www.cumhuriyet.com.tr
Tali, Murat. 2012. İndigo, Sayı:83.
Yağmur, Sinan. ( ) Aşkın Gözyaşları-Tebrizli Şems, Karatay Akademi.
http://www.islamansiklopedisi.info, 2015. Şems-i Tebrizi, Cilt: 38, Sayfa: 511-517.
http://www.eba.gov.tr
http://www.wikipedia.org, 2015. Şems-i Tebrizi.

 

3. SAYI
HOMOJENOkumak İçin Tıklayın!
İndirmek İçin Tıklayın!