Gezi: Kanada

Yaz neredeyse gelmiş durumda ve eminim ki pek çoğumuz zaman ve imkanımız dahilinde aklımızdan farklı farklı yerlere gitmeyi geçiriyor, bu konuda çevremizle muhabbet ediyor ve fikir alışverişi yapıyoruz.

Hazırlayan: rdbear (Eray)

Gerek ülkemizin coğrafi konumu, gerekse kültürel beklentilerimiz açısından insanımız için genelde birkaç ihtimal aklımıza geliyor diye tahmin ediyorum.

1-Güneye inmek! Ege ve Akdeniz sahillerinde yakın arkadaşlarla, sevgiliyle, aileyle zaman geçirip yaşanılan günlük stesten uzaklaşarak yeni bir ortamda yeni bir enerji kaynağı yaratmak.

2-Avrupa’da herkesin konuşup anlattığı şehirlere 3-5 günlük turla gitmek, ya da (üniversite öğrencileri için en ideali) İnterrail tarzı bir tura çıkarak yaz havasının güzelliğinden yararlanarak olabildiğince şehir ve kültür görmek.

3-Work & Travel tarzı bir programla bir sonraki döneme başlamadan önce ABD’ye gitmek, İngilizceyi geliştirmek ve para kazanabilmek. Bir çılgınlık yapıp Alaska eyaletine giderek donmuş balık ayıklamak.

Bu seçenekleri daha önce değerlendirmiş ya da direkt olarak ana akım hayallerden uzak olmayı tercih edenler için farklı coğrafyalar ve tecrübeler hakkında bilgi almanın önemini bilenlerden biriyim. Dolayısı ile Homojen’in bu sayısında, bir süredir yaşadığım ülke olan Kanada’dan bahsederek turizm için çok da akla gelmeyen bu memleket konusunda sizlerle tecrübelerimi ve fikirlerimi paylaşmak için büyük bir heyecan duyduğumu söylemeliyim.

Her ne kadar Kanada hem dünyada hem de ülkemizde göçmenlik konusunda son derece ünlü bir ülke olsa da, bu ülkenin sahip olduğu ve turistlere sunduğu pek çok doğal ve kültürel değer de var. İmkanım olduğu kadarı ile (bu ve sonraki potansiyel sayılarda) aklıma gelen herşeyden bahsetmek isterim. Bu makaleyi yazarken hem kendi tecrübelerimden hem de çevremden zaman içinde gelen sorulardan yararlandığımı eklemek isterim.

O ya da bu şekilde araştıran pek çok insanın bildiği gibi, Kanada multikültürel bir ülke; şu an ülke nüfusunu (vatandaş olanlar) oluşturan toplumun yüzde otuzu ya 1. ya da 2. dereceden göçmen. Yani bu insanların ya kendileri ya da ebeveynleri zamanında farklı farklı ülkelerden gelip, önce göçmen olup sonradan vatandaşlıklarını almış durumda. Bir o kadarı da ebeveynlerinden önceki jenerasyonlardan gelen çoğunluğu Avrupa kökenli Kanadalılar’dan oluşuyor. Her ne kadar yerli nüfusu son 200 yılda trajik bir şekilde azalmış olsa da günümüzde Kanada hükümeti yerli (İndigenous Canadians) halkların hakları için ekstra önem gösteren bir anlayışa sahip. Ülkenin Doğu/Atlantik bölgesindeki Fransız etkisi de Quebec kültürü öncülüğünde Kanada’nın resmi kültürünü bir hayli etkileyen faktörlerden.

Kanada, toprak konusunda oldukça şanslı durumda. Dünyanın en büyük ikinci ülkesi olduğu için halk geniş bir coğrafi alana yayılmış durumda. Her ne kadar koskoca bir kıtaya yayılmış olsa da, insanların çoğunluğu sert geçen kışlar sebebi ile Amerikan sınırının hemen kuzeyindeki şehirlerde yaşıyor. Batıda kıyısındaki Vancouver, merkez bölgelerindeki Calgary ve Winnipeg, doğudaki Toronto, Ottawa, Montreal ve Atlantik yakasındaki Halifax gibi şehirler en bilinenlerinden. Hepsinin kendine ait karakteristik özellikleri olduğu gibi bütün bu şehirlerde garip bir şekilde Kanada’ya ve Kuzey Amerika’ya özgü ruhu da hissetmek mümkün. 

Kanada’ya uzun vadeli yaşamaya gelen her Türkiyeli’nin geçirdiği ilk kış genelde dramatik oluyor. Uzun süren soğuk ve kış şartlarına alışık olmayan bizler için günlük hayata ayak uydurmak biraz zaman alabiliyor; dolayısı ile Kanada’da zaman geçiren insanlarımızın sosyal medya hesapları sürekli yaşadıkları şehirlerin ne kadar soğuk olduğu, ne kadar sıklıkla kar yağdığı ve bu karın nasıl temizlendiği ile ilgili haberler, fotoğraflar ve yorumlarla dolup taşıyor. Sonunda da Türkiye’deki insanların akılda kalan tek şey Kanada’nın soğuğu ve bu soğuğun getirdiği günlük hayattaki zorluklar oluyor.

Unutmamak lazım ki Kanada tam anlamıyla ‘öküz gibi bir ülke’. Her şehri, her bölgesi farklı hava şartlarına sahip. Batı yakasındaki Vancouver tüm yıl boyunca çok nadir kar görürken kuzey bölgelerindeki şehirlerin kar olmadan geçirdiği zaman oldukça kısıtlı. Ülkenin en kalabalık şehri Toronto için Ocak – Nisan arası karlar altında geçerken başkent Ottawa ve fransız tarafındaki Montreal için kış birazcık da olsa daha sert. Buna rağmen saydığım bu son 3 şehir için de yaz ayları İstanbul’u veya İzmir’i aratmayacak derece sıcak olabiliyor. Doğma büyüme İstanbullu biri olarak Ottawa’da geçirdiğim ilk yaz 44 dereceyi görünce Kanada’nın ‘soğuk’ imajı konusunda bayağı bir yanılabileceğimi anlamıştım. Kasım’a kadar giden bu sıcak hava sonrasında birkaç hafta içinde yerini tehditkar bir soğuğa bırakabiliyor. Sonrasındaki 4-5 ay da hep bahsedilen (-45’lere varan) soğuğu ile insanları oyalıyor.

‘Soğuk Kanada’ algısını bir kenara bıraktığımızda, ısınan hava ile birlikte canlanan şehirler de dahil tüm atmosferi dolduran doğa, bir çok turist için güzel bir tatil olanağı yaratıyor. Gölleri, uçsuz bucaksız ormanları, nehirleri, okyanus kıyısındaki sahil ve fiyortları, 3 tarafındaki tekne gezintileri ve dağları ile hem yaz hem de kışları gezilecek görülecek pek çok şey ortaya çıkıyor. Şüphesiz ki Kanada’yı en çok ziyaret eden turist akımı ABD’den oluyor. Güneyden ve batıdan komşu olmaları dolayısı ile Kanadalılar Amerika’ya, Amerikalılar da Kanada’ya turist olarak gelip gitmeye her zaman hazır durumda.

İstanbul’dan THY ve Air Canada sayesinde Toronto ve Montreal’e direkt uçuşlar bulunuyor, dolayısı ile Türkiye’den ve çevre bölgelerden Kanada’ya gelenler en çok ya Montreal ya da Toronto civarındaki turistik bölgeleri ziyaret ediyorlar. Bu bölgedeki birkaç ünlü turistik aktivite ve bölgeleri sıralamak gerekirse aşağıdaki gibi bir liste ortaya çıkıyor.

 

TORONTO

Toronto, Kanada’nın en büyük şehri ve Ontario eyaletinin başkenti. Genel olarak Amerikan Kanada kültürünü en iyi temsil eden şehirlerden biri. Şehrin demografik yapısı son derece karışık ve yeni gelen göçmenlerin çoğu gerek iş gerekse eğitim olanakları için bu şehre akın ediyor. 

Şehir, Ontario golünün batı kıyısına kurulmuş durumda ve iklim olarak da yaşam ve turistik gezi için son derece uygun. Eğer hem Amerikan hem de Kanadalı şehir hayatı nasıl olur merak ediyorsanız, Toronto bunun için biçilmiş kaftan. Şehir merkezindeki Yonge-Dündaş Square’de bir haftasonunuzu yürüyerek ve sokakları gezerek geçirebilir CN Tower’in tepesine çıkıp hem şehir ve göl manzarasının keyfini çıkarabilir hem de kendinizi ipe bağlayarak şehre doğru sarkabilir ve adrenalinin kralını yaşayabilirsiniz (yükseklik korkusu olanlar için pek hoş olmayacaktır).

 

NİAGARA

Niagara, Ontario eyaletinin güneyinde yer alan Amerikan sınırına konuşlanmış bir şehir. Toronto’ya araba ile 1 saat civarında uzaklıkta olduğundan ve sınırın öbür tarafında Amerika’nın Buffalo şehrine komşu olmasından dolayı işlevsel bir coğrafi noktada. Bunun yanında Kanada için bu şehri önemli kılan iki kriter var. Bunlardan ilki, şehirde yer alan kumarhaneler ve otellerin bolluğu. Pek çok lüks otel bu şehirde yer alıyor ve yetişkin ziyaretçiler için eğlence seçenekleri bir hayli fazla, gece hayatı ve partileri son derece ünlü.

Niagara’yı asıl ünlü yapan, hatta şehrin bir anlamda oluşmasını sağlayan şey tabii ki Niagara Şelalesi. Bu şelale, Amerika ve Kanada sınırında bulunan devasa boyuttaki Niagara Nehri’nde yer alıyor. Kanada, bu şelaleyi deneyimlemek için Amerika’dan çok daha avantajlı bir seçenek sunuyor, çünkü şelale Kanada kıyısına doğru akmakta olduğundan manzarası gerçekten de muhteşem.

Şelale’yi direkt görebilen bir otel bulmak çok da zor değil. Her ne kadar şelale manzarası olmayan oteller 10 dakikalık kısa bir yürüyüş mesafesi ile çok daha uygun fiyata bulunabilse de otel odasından geceleri ışıklandırılan şelaleyi izlemek bambaşka bir zevk. “Bir kere geldik paraya kıyalım” diyebiliyorsanız düşünmeyin derim.

Şelaleyi daha yakından deneyimlemek isterseniz, her yarım saatte bir nehrin kıyısından kalkan tekneler ile şelalenin direkt olarak altına gidebilir ve Amerikan kıyısından kalkıp size yaklaşan Amerikan bayraklı teknelerle sözlü olarak atışabilirsiniz. (Uzaktan bakınca Kırmızı renkli Kanadalı tekneler ile mavi renkli Amerikalı teknelerin aralıksız çekişmesi ile dolup taşar bu şelale!) Suyu ve ıslanmayı pek sevmiyorsanız tekne olayına çok girişmemenizi öneririm, zira tekneye binmeden önce elinize plastik bir yağmurluk verecekler. Bu yağmurluğu giyseniz bile tekneden sırılsıklam olarak ineceğinizi garanti ederim. Koca bir şelalenin altına girmek çok kuru bir eylem olmuyor ne yaparsanız yapın. Aynı şekilde fotoğraf çekeceğim diye telefonunuzu da ıslatıp durduk yere telefondan olmayın.

 

KİNGSTON

Ontario golünü kıyıdan takip edip kuzeye doğru araba ile çıkabilir ve Kingston şehrine günlük bir gezi yapabilirsiniz. Kingston, son derece küçük ama bir o kadar da şirin bir şehir. Özellikle yaz aylarında Kanadalılar ve Amerikalılar için popüler bir turistik nokta. Bunun en önemli özelliklerinden biri birkaç organizasyonun (şehrin şirin mimarisinin yanında) Bin Adalar (Thousand Islands) bölgesine tekne turları düzenliyor olması. Bu turların özelliği, ziyaretçileri büyük tekneler (bizim vapurlara benzer tasarıma sahip) ile Ontario gölüne bağlı olan St. Lawrence nehri üzerinde yer alan irili ufaklı tam 1.800 adanın çeşitli bölgelerine götürüyor olması. Bu adaların pek çoğu, ilk yerleşimcilerin kurduğu/inşa ettiği kaleler, şatolar ve çeşitli mimarı yapılar ile dolu olduğundan nehir üzerinde tekne ile gezerken edindiğiniz manzara masalları andıran bir güzelliğe sahip olabiliyor.

Kingson’a vardığınızda şehirde birkaç saat geçirebilir (yemek yemek güzel bir seçenek) ve sonrasında sahip olduğunuz zamana göre tekne turuna çıkabilirsiniz. 1-2 saatlik turların yanında 4-5 saatlik (içinde akşam yemeği için restaurant/bar olan teknelerle) turlar da bulunuyor. Hangisini seçerseniz seçin, açık nehir havası ve her adanın kendine ait karakteristik özelliği ile doğaya doymak mümkün.

 

PERTH

Biraz daha kuzeye çıkıldığında uğranacak şehirlerden biri de kesinlikle Perth. Bu şehir Toronto’ya birkaç saat uzaklıkta ve her ne kadar şehir desek de aslında (bana göre) bir kasabadan ibaret. Kasaba’nın tamamı ilk yerleşimcilerin kurduğu mimari sayesinde bir İskoç köyünü andırıyor. Şehrin yazın düzenlediği Kilt ve Gayda festivalleri bölgeyi ziyaret eden turistler için bayağı ilgi çeken aktivitelerden biri.

Gölgede yer alan göl ve doğal su kanalları da balık tutmayı sevenler için bulunmaz nimet diyebilirim. Tekne kiralayabilir veya kanallardan birinin kenarında oltanızı alıp balık tutabilir, tüm gününüzü güneşlenerek geçirebilirsiniz. Kasabanın sokaklarında yürüyerek evleri incelemek ve orada yaşayan insanlarla muhabbet etmek Perth’u gezmenin en güzel yolu. İnsanları pek bir arkadaş canlısıdır.

 

OTTAWA

Ottawa-Gatineau bölgesi, Kanada’nın politik kalbinin attığı yer olarak betimlenebilir. Kanada’nın başkenti olan Ottawa şehri, ülke tarihi için önemli bir yere sahip. Coğrafi olarak Ontario eyaletinde yer alsa da, Ottawa Nehri’nin ötesindeki Quebec eyaletine bağlı Gatineau şehri ile göbekten bağlı durumda olmasının sembolik ve politik sebepleri çok. Tarih boyunca Fransız geçmişinden gelen Frankofon kimliğini öne çıkaran Quebec ile Kanada’nın Anglofon kimliğini başa baş temsil eden Ontario’nun politik olarak orta yolu bulması için seçilmiş bir bölge burası. Her ne kadar resmi başkent Ottawa olsa da pek çok devlet binası ve organizasyonu, Ottawa Nehrinin hemen ötesindeki Gatineau şehrinde yer almakta.

Ottawa, resmi olarak iki dilde de servis alabileceğiniz şehirlerden. Dolayısı ile bu şehirde yaşayanların önemli bir kısmı çift dilli bir kültüre sahip. Sokakta yürürken yanınızdan geçen Fransızca konuşan çocukları dinlerken bir yandan da İngilizce ile bağırıp çağırarak tartışan insanları görmek çok marjinal bir durum değil. Her ne kadar Ottawa bir başkent olsa da, 1 milyon civarındaki nüfusu ile büyük bir şehir olarak nitelendirilemez. Buna rağmen potansiyelinin bir hayli üstünde aktiviteler ve organizasyonlar düzenlenir tüm sezon boyunca. Yazları bol bol yemek festivalleri yapılır ve doğa ile iç içe bir şehir olduğundan gezmesi zevklidir. Parlamento binasının içini gezebilir, sonrasında Ottawa Nehri’nin ve Rideau Kanalı manzarasının tadını çıkarabilirsiniz. Kış sezonu geliniyorsa, donarak dünyanın en uzun buz pateni pisti haline gelen Rideau Kanalı’nda paten kaymak eşsiz bir tecrübe olacaktır.

 

MONTEBELLO

Montebello, Ottawa-Gatineau bölgesinden yarım saat kadar uzakta, bünyesinde devasa bir ahşap otelin de olduğu küçük ama son derece huzurlu bir bölge. Ottawalılar için Montebello oteli’nin en önemli iki özelliği haftasonları gidip gölde kanoya binmek ve otelin sunduğu masaj, sauna, buhar odası gibi olanaklardan yararlanarak rahat bir gün geçirmek. Çok koşturmak istemiyorum ama mis gibi güneşli bir günde yemeğimle masajımla rahat rahat oturayım diyorsanız, gidilmesi gereken en ideal yerlerden biri.

 

PARC OMEGA

Parc Omega, Kanada’nın doğal hayatını en etkili şekilde temsil eden parklardan biri. Ottawa’nın kuzeyinde Quebec eyaleti sınırlarında yer alan bu parka hem kendi arabanızla hem de düzenlenen turlar ile gidebilme olanağınız var. Parkın girişinde aldığınız bilet sonrasında tesislerinde yemek yiyebilir, hediyelik eşya alabilir ve arabanız ile gezeceğiniz parktaki hayvanlar için havuç patates gibi sebze/meyveler satın alabilirsiniz.

Araba ile çıktığınız park yolunda yavaş yavaş ilerlerken araba boyutunda geyiklerin size yaklaştığını ve arabanızın camından (eğer açıksa) kafalarını sokup havuç talep ettiğini görmeniz son derece olası. Tur boyunca bol bol havuç ile besleyeceğiniz geyik, yaban domuzu, kurt, köpek, çakal vb. artık ne ararsanız gözlemleme olanağınızın olduğu bir yer Parc Omega.

Yaz aylarında gidiyorsanız kış uykusundan yeni uyanmış ve yavruları ile dolaşan inanılmaz tatlılıktaki Kanada yerlisi ayıları da gözlemleyebilirsiniz. Woof!

Parkta aynı zamanda geziye ara verip arabadan inebileceğiniz bir bölge de var, bu bölgede küçük boyutta geyikler sizinle direkt olarak temasa geçebilir selfie çekmeniz için (havuç karşılığında) poz verebilirler. Yerli kabilelerin yaşam tarzını öğrenmek istiyorsanız, bu park içinde yer alan özel bir parkuru da yürüyerek gezebilir ve Kanada yerlileri hakkında deneyim kazanabilirsiniz.

 

MONT-TREMBLANT

Mont-Tremblant, Quebec eyaletinde, Ottawa’nın 1.5 saat kuzeyinde yer alan şirin ötesi bir Fransız kasabasıdır. Bu kasabanın en önemli özelliği kış aylarında dağ yamacına kurulmuş bu yerleşim biriminin aktif bir kayak pisti haline gelmesidir. Ottawa civarında kalıyorsanız haftasonları için Mont-Tremblant görülmesi gereken yerlerin başında gelir. Turistler için öncelikli olarak hazırlanmış bir otelde kalabilir, geleneksel Fransız mimarisi ile süslenmiş dar sokaklarda gezebilirsiniz.

 

Yaz aylarında Ziplining denen aktiviteyi yapmazsanız çok şey kaçırıyor olabilirsiniz. Belinizden bağlanan iplerle Tremblant dağının tepesine adeta uçarak ulaşabilir, sonrasında uçsuz bucaksız ormanın içinde mis gibi bir havada son sürat uçmaya devam edebilirsiniz.

 

QUEBEC

Ottawa ve kuzeyindeki Fransız etkisinden bahsetmişken, Quebec’ten bahsetmeden makaleyi bitirmek olmaz. Montreal şehri, hem Quebec, hem Kanada hem de tüm Kuzey Amerika için eşsiz denilebilecek bir şehir. 80’lerde ülkenin teknoloji merkezi olan Montreal, sonralarda bu statüsünü Toronto’ya kaptırmış olsa da Fransız altyapısı ve bilingual insanları sayesinde Amerika kıtasında Avrupa havasını tatmak için birebir. Şehrin eski yerleşim bölgelerinde yürüyüş yapmak, kafelerinde kahve çay içip öğle yemeği yemek gibi aktiviteler son derece zevkli ve pozitif bir duygu hissettiriyor bünyede.

 

LGBT gece hayatının da son derece canlı olduğu bu şehirde yapılacak birçok şey var. Türk Hava Yolları ve Air Canada sayesinde İstanbul’dan direkt uçulabilecek diğer bir şehir olduğunu da hatırlatmak isterim. Şehrin resmi dili her ne kadar Fransızca da olsa, İngilizce bilmeyen yok gibi. Az biraz Fransızcanız varsa ve bunu kullanmaya özen gösteriyorsanız yerel halkı size çok daha sevecen bulacaktır, dolayısı ile Fransızca’nızı denemekten çekinmeyin.

 

QUEBEC CİTY

Quebec City, Quebec eyaletinin başkenti ve Montreal’de kalanlar için 2 saatlik araba yolculuğu ile görülebilecek eski mi eski bir Fransız şehri. Şehir, Montreal’ın kuzey doğusunda yer almakta olduğundan kışları biraz daha sert ve soğuk geçmekte. Yaz aylarında bu fark bir hayli kapanmakta. Şehrin gece hayatı son derece canlı. Bu şehri öncesinde bahsettiğim diğer şehir ve bölgelerden farklı kılan özelliklerden biri, Atlantik Okyanusuna açılan nehrin kontrolünü elinde bulundurması. Buradan bulacağınız turlar ile Okyanusa yakın bölgelerde balinaları gözlemleyebilir, yine yakın bölgelerdeki fiyordlara uğrayarak doğal güzellikleri tadabilirsiniz. Şehirdeki tarihi kaleler, kiliseler ve müzeler de kesinlikle görülmeye değer artıları.

Eğer bu şehre kışın geliyorsanız, tamamı buzdan yapılma olan Hotel de Glace’da bir gece geçirmek de isteyebilirsiniz. Yüzde yüz buzdan yapılma olan bu otel, kolay kolay rastlanmayacak güzellikte bir yapıya sahip. Enteresan bir şekilde, dondurmuyor.

Her ne kadar İngilizce’nin konuşulduğu bir şehir olsa da Quebec City kesinlikle İngilizce’nin konuşulmasını seven bir şehir değil. Quebec’in başkenti olmasından dolayı siyasi olarak pro-Fransızca bir duruşa sahip bu şehirde Fransızca’nız zayıfsa uzun zaman geçirmek pek mantıklı bir karar olmayacaktır. Ancak 1-2 haftalık bir tatil için gerçekten de güzel bir şehir olduğunun altını çizmek isterim.

Şimdilik aklıma gelen görülmeye değer bölge ve şehirler bu kadar. Unutmamak lazım ki Ontario’nun doğuşu ve Quebec’in batısındaki bölgelerin dışında gerek Atlantik bölgesi, gerek Orta Kanada gerekse Batı eyaletleri olsun görülmeye değer pek çok ilginç şey var, bunlardan da bilgim dahilinde bahsetmek istesem de çok uzun ve sıkıcı tutmamak için şimdilik kesmeye karar verdim.

Kanada konusunda tartışılan pek çok konu var, bunların en başında ülkenin politik yapısı (Justin Trudeau abimiz sağolsun bayağı popüler oldu son zamanlarda), eğitim sistemi, göçmenlik koşulları ve özellikle Türkiye’deki gençler için potansiyel göçme yolları gibi başlıklar ilk aklıma gelenler. Tabii ki bir LGBT dergisi olarak Kanada’nın insan hakları ve LGBT alanındaki durum ve çalışmalarına değinmek de ayrı bir heyecan uyandıran konu. Bu konularda merak ettiğiniz kısımlar, sorularınız varsa rdbear@ayısozluk.com üzerinden benimle iletişime geçmekten çekinmeyin. Kim bilir, belki de gelecek sayılarda bu konulara odaklanan başka içerikler de yayınlama şansına erişmiş oluruz!

5. SAYI
HOMOJENOkumak İçin Tıklayın!
İndirmek İçin Tıklayın!