Komik Olmayan Büyük Aşklarımız

Bizim komik yalnızlıklarımız ve hiç de o kadar komik olmayan, büyük aşklarımız üzerine…

Hazırlayan: muahhhh

 

İnsanoğlu bu, her birimiz yalnız gelip yalnız giderken, küpümüzü nelerle, ne acılarla, ne sevinçlerle, ne kederlerle, ne eğlencelerle dolduruyoruz… Ve tabii ki bir de aşklarımızla… Ve aşklarımızdan daha büyük yalnızlıklarımızla…

Galiba insanoğlunun envai çeşit türleri içinde, yalnızlığı en komik olan, hatta belki de tek komik olan bizim yalnızlığımız. Birçoğumuzun elinden tutacak, teselli edecek, bizi kabul etmiş bir ailesi, anne babası bile yokken, bizzat kendimiz birbirimize sahip çıkmıyoruz… Hatta belki de yalnızlığı en anlamsız olan da biziz…

Yıllar önce, Brezilyalı bir transseksüelin, gazeteye verdiği demeçte, zikrettikleri,  kolay dile dolanan bir şarkının, nakaratı gibi, gelir konar dilime kimi zaman;

“Yıllar içinde bir şey fark ettim, bizler yalnız doğar yalnız ölürüz.”

Nasıl da vicdansız kodlanmış, yalnızlığın kuralları bilincimize. Çok çabuk aşık oluyor, çok tatlı gülüyor, çok çabuk kanımızı kaynatıyor olsak da, aynı zamanda çok çabuk vazgeçiyor, çok çabuk sıkılıyor, çok çabuk pes ediyor hatta kesip atıyoruz…

Bizi bir araya getiren sosyal medya aynı zamanda bizim en büyük ayırıcılarımız da oluyor. Aradığımızı sandığımıza kolay ulaşıyor, acılarımızı atlatmak için, başka bedenlere çok kolay sarılıyoruz. Bedenlerimiz ruhlarımızdan önce gidiyor ve sırf bu yüzden ruhlarımız geride kalıyor. Ve çoğu zaman ruhlarımızın, bedenlerimizi yakaladığı an, artık çok geç oluyor. Hatta iş işten geçmiş oluyor.

“Bitti, geride kaldı” diye güle oynaya anlattığımız bir adamın, “Ya aslında daha yaşım genç, hem ortak geleceğimiz yoktu, mantıksızdı bu ilişki” dediğimiz bir ilişkinin, sarsıntısı bir müddet sonra habersizce yakalıyor.

Geliyorum demeden, belki yürürken, belki bir dost meclisinden dönerken yahut yağmur yağarken, tam da daha yeni çok gülmüşken, hay aksi erken de uyumamız gerekirken, ya da aslında sorun değil sabaha çok varken… Bir zarf düşüyor kalbimize, aklımız başında okuyoruz. Satırı satırına hatırlatıyor bize neyi kaybettiğimizi… Çoğu zaman, daha yeni başka bir bedenin koynundan çıkarken oluyor bu… İlginç…

Ruhumuzun bir parçasını daha, bir kaç saat ya da bir kaç gün önce, daha yeni tanıştığımız o adamın yatağında bırakmışken, gözler dalıyor bir an, hareketler yavaşlıyor. Zarfı açıyoruz ve şunlar yankılanıyor zihnimizde… (O çok sevdiğim büyük aşklarıma ithafen);

-Ama bir saniye… Ben seni sevmişim. Ben seni çok sevmişim. Ben seni çok sevdim kere çok sevmişim. İyi de neden şimdi fark ettim. Ne kadar dibindeydin kalbimin ki, çıkman bu kadar uzun sürdü. Dönebilir miyim? Dönmeli miyim? Beklesem geçer mi? Geçse geçtiğine sevinilir mi?

Beni affet olmaz mı? Ben de hatalıyım. Shakespeare’in o dizeleri geliyor aklıma;

Bak nasıl da sararıp solmuş tanrıça kederden,
Sen ondan çok daha güzelsin diye
Sen tüm yıldızların ilki
Sen aydınlatırsın geceyi.

Nasıl, neden şimdi hatırladım, ben seni çok sevmişim. Ve yeni dizeleri geliyor aklıma aynı sonenin.

Tüm göklerin, en güzel yıldızlarından ikisi
Yalvarıyorlar onun gözlerine, işleri olduğundan
Biz dönünceye dek, siz parıldayın diye…

Ahhh bu gökyüzü, isimler beliriyor sanki yıldızlarda, geleceği değil geçmişi anlatıyor tüm fallar. Oysa ben en çok geleceği merak ediyorum.

Her ilişkide en az bir kez şöyle demeli insan;

Lütfen gitme, lütfen beni terk etme, terk etmek kolay ama gel deneyelim.

Peki ama ben, ben diyecek miyim?

6. SAYI

HOMOJENOku

İndir