1998 yılında 9 yetenekli müzisyen bir albümde toplanmıştı. Hepsi birbirinden özgün, hepsi birbirinden farklı, içlerinde müzik hayalleri besleyen gençlerdi. Kendilerinin yazıp yorumladığı şarkılarla müzik dünyasına girişin ilk adımlarını atmışlardı. O albümden bugüne gelen çok az kişi oldu. Onlardan biriydi Fatih Erdemci. Farklı bir ses rengi, şarkılarında aşktan meşkten farklı dertleri, farklı bir soundu vardı. Arayı çok uzatmadan hemen ertesi sene ilk albümünü kaydetti. Yaşamak Zor adlı bu albüm ve bilhassa albümün lokomotifi Ben Ölmeden Önce rock müziğin klasikleri arasına girerken, birtakım talihsizlikler ile Fatih Erdemci uzuuuuun bir ara verdi. Derken 2017 Ekim ayında raflarda yer aldı Fatih Erdemci’nin Kapılar adlı 2. albümü. Ben de fırsat bu fırsat yapıştım yakasına kadim dostun ve hayattan, müzikten, aşktan kısacası her telden konuştuğumuz bu söyleşi gerçekleştirdik. Keyifli okumalar.
Röportaj: Tunca Tutkun
Uzun bir zaman imbiğinden geçip demlenen şahane şarkılardan oluşan bu albümle 18 yıl sonra yeniden kavuştuk. Önce ilk duygularını, beklentilerini alayım. Yeni albümünle ulaşmak istediğin hedefler neler?
Tek dileğim kalıcı şarkılar olsun. Elbette ki her bestecinin olduğu gibi geniş bir kitleye derdini anlatabiliyor olmak. Yaşamak Zor albümündeki şarkılar öyle oldu. Umarım bu albümün de kaderi böyle olur.
18 yıl olmuş ve ben sana bu sürede neler yaptığını sormayacağım, bin kişi sordu zaten sana bunu. Albümün çıkması için doğru zaman buymuş ve şimdi raflara çıktı. Ben daha çok bu şarkıların pişme sürecini merak ediyorum. Bu şarkılar ne kadarlık bir sürede, nasıl çıktılar?
İçlerinde “Ben Ölmeden Önce” bestesinden eski şarkılar var. Önceki albümde yer alamamış şarkılar. Diğerleri için uzun zamanım vardı. Acele etmeden ki bu zaten belli oluyordur her halde, yavaş yavaş oluştular.
Sence bu kadar beklemek doğru bir karar mıydı? Ya da bu kadar uzun aranın nedeni senin tercihin miydi yoksa piyasa şartları vs. etkenler mi neden oldu bu nadasa?
Benim kararım olmadı hiç. “Yaşamak Zor” albümü sonrasında bağlı olduğum plak şirketi kapandı ve yeteri kadar tanıtım yapılamadı. Albüm başarılı olduysa da konser ve benzeri performansları takip edecek kimse olmadığından istemeyerek te olsa müzikten uzaklaşmak durumunda kaldım. Bir süre ara verdikten sonra çeşitli mekanlarda performanslara yeniden başladım. Müzikten ayrı kalmak kolay değil. Tamamen vaz geçtiğim zamanlar olmadı desem yalan olur.
18 yıl içinde milenyum değişti, insanların beklentileri, dinledikleri şeyler, yaşam tarzları değişti, peki senin içinde olduğun rock camiasında ve genel olarak müzik piyasasında nasıl değişiklikler gözlemledin? Neler değişmiş neler aynı kalmış? Özlemiş misin bu telaşları?
Hayır. Hiç özlememişim. Özlediğim tek yer sahne. 90’lar çok renkli ve sağlam prodüksiyonların olduğu yıllardı. Televizyonların ve radyoların çoğalması da işlerin tanıtılmasında çok etkili oldu. Öte yandan tek kanallı dönemdeki projelerin düştüğü tekrar, insanları birdenbire kalitesi ne olursa olsun tüm çıkan işleri dinlemeye, takip etmeye yöneltti. Garip bir pop müziğin doğmasına sebep oldu bu. Plak şirketlerinin bu furyada kazançları hayli arttı. 90’ların sonuna doğru ciddi bir Türk Pop Müziği Endüstrisi’nden bahsedebilir olduk. İşte içlerinde seçimlerini doğru yapanlar, biraz daha kaliteli işler çıkararak kalıcı oldular. Türkçe sözlü rock müziğin ise tarihsel süreci hiç böyle değil. Bana üzücü gelen ise; süreç ve pratikleri ayrı olan bu iki tür akımın şimdilerde biraz birbirlerine dönüşmüş olmaları. Aslında arabesk ya da taverna müziği sınırında dolaşan parçaların altyapılarında duyduğumuz gitarlar sebebiyle rock olarak tanımlanmaları.
Peki 18 senede Fatih Erdemci’de (yaş dışında) değişen neler oldu? Neler aynı kaldı? Mesela vokal performansın konusunda ne düşünüyorsun, ben Kadıköy Sahne’de konserini izlerken ilk albümdeki vokaline nazaran çok daha oturmuş ve daha rock bir tını aldım mesela. 27 yaşındaki Fatih Erdemci şarkılarını 47 yaşındaki Fatih Erdemci’den dinlediğimde şarkılar bambaşka formlara büründüler, o yaşın coşkunluğuyla yazılan şarkılar şimdi olgun bir adamın duygularını yansıttılar, zira aradan geçen yıllarda yaşanmışlıklar değişiyor, duygular değişiyor, o şarkıların yazıldığı heyecanlar kalmıyor ya da biçimi değişiyor diyeyim, insan daha dinginleşiyor, şarkılarını yorumlamada bu seni nasıl etkiliyor? Yaşının verdiğin olgunluğun şarkılarının ruhunu daha da ortaya çıkarmada bir avantaj olduğunu düşünüyor musun?
Elbette öyle. Yaş almak güzel bir şey. Bir de yaşını yaşayabiliyorsan daha da güzel. Her halde müzisyen olduğum için olsa gerek çoğunlukla yaşımı göstermediğim söylenir. Müzik yapmak ruh sıkıntılarını hafifletir. Ben şarkıcıdan çok besteciyim. Asla iyi bir vokalist olduğum iddiasında olmadım. Zamanla ses kalınlaşıyor, eski tınısını kaybediyor. Ancak bu da farklı bir duygu ortaya çıkarıyor. Ben kendimi dinlerken öyle hissediyorum.
Önceki albüm şahaneydi, ancak yeterince tanıtılmadığını düşünüyorum demiştin, neler yapılmadı o zaman? Şimdiki aklın olsa neler yapardın?
Daha çok konser vermek için daha çok çabalardım. Tek pişmanlığım o. Yayın haklarımı almak için bir avukat bulup başka bir plak şirketine geçerdim. Ama her açıdan zor yıllardı.
Denemedim değil.
Kapılar diyorsun yeni albümde neyi temsil kapılar senin için? Ben bir nevi yüzleşme anladım Kapılar’da hayata ve hayatımıza giren insanlara dair, bu anlamda tema olarak Ben Ölmeden Önce’deki yüzleşmeyi anımsattı. Çıkış noktası neydi bu şarkının?
Aynen de anladığın gibi. Buradaki kapılar bir metafor olarak var. Tıpkı “Ben Ölmeden Önce” deki gibi ölü birinin kendine ağıtı gibi. Şarkını çıkış noktası ise dostlar ve dost görünenler, bir yandan da uzun süreli kadın erkek ilişkilerindeki ağır yükler.
Sen en güzel şarkılar mutsuzken/melankolikken yazılır tezine katılıyor musun? Şarkılarını melankolik anlarda mı yazarsın yoksa belli bir ruh hali gerekmez geldiğinde gelir mi diyorsun? Nasıl çıkar bir Fatih Erdemci şarkısı? Melankoli hayatının ne kadarını kaplar, neşe ne kadarını?
Oldum olası melankolik biriydim. Hayat bence zaten hiç toz pembe değil. Neşe anlık bir duygu oldu benim için. Nihilist biriyim. Evet çoğunluk mutsuzken daha derin ve anlamlı şarkılar üretebiliyorum.
Sırlarım var, bir lunapark ambiyansını andıran intro ile başlıyor. Bu anlamda anlamlı buldum, lunaparklar ardında binlerce sırrı taşır ve bu anlamda çok gizemli gelir bana. Eğlenceli çığlıkların art hikayelerini görmeyiz, mesela biz hiç bilmeyiz yüzü her daim gülümseyen palyaçonun maskesinin ardındaki hüznü ya da hayat kavgasını. Bu anlamda şarkıyı söyleyen adamın sırları, lunapark sırları teması ile çok uyumlu olmuş. Aslında sen bize hepimizi ters yüz ediyorsun, şarkıyı dinleyenler saklandığı maskelerini atıp kendi sırlarını düşünüyor ister istemez. Bence bu şarkının klibinde de kullanılması çok güzel bir tema olur. Albümde de en çok dikkat çeken şarkılardan oldu. Bu şarkının hikayesi nedir?
Sırlarımız var. Hepimizin var. Hiç kimseye söyleyemediğimiz. Benim de. Sadece söze dair sırlar değil bazen. Gizli yerler, sadece kendine ait kuytular. Şarkı bunlara dair. Anlamaya çalışmak sırların, gizli yerlerin gerçekliğini. Sırlar acıların mesnedidir, dayanağıdır.
Şarkıların genel olarak aşk meşk işlerinden çok -o temalar da olmakla birlikte- isyan, yüzleşme, kendiyle konuşma, kendini eleştirme, yıkılma ve yeniden başlama, hayatla kavga ve sonra barışma temaları etrafında dönüyor. İlk albümünde yaşamak zor diyordun, ikinci albümün yaşamak hala çok zor diyorsun. Yaşamak gerçekten bu kadar zor mu? Hayatla derdin ne?
Hayatın kendisi dert. Dert etmeyenin ciddi sıkıntıları var bence. Kolay mı yaşamak. Bunca yalan dolan. Savaşlar, sınıf çatışmaları. Ötekileştirilen ruhlar. Elbette güzel yanları var. Her şeye rağmen. Ancak bedeller ödüyoruz bunları yaşamak için. Var olmanın dayanılmaz hafifliği işte bu. Yaşamak zor ve bu derin ruhlar için hiç değişmeyecek.
Şarkılarında hep kendinden mi yola çıkarsın yoksa gözlemlediğin insan hikayeleri de yer alır mı?
Kendime dönük iç yolculuğumda öğrendiğim hikayeler aslında çoğu. Kendi içine bakma cesareti göstermek ve umarsızca bunu açık edebilmek. Bazen de anlatmaktan çok dinlemeyi bilmek. Garip bir aforizma. Kendini dinlemek. Stephan Zweig’ın “Satranç” ında olduğu gibi hem siyah hem beyazı oynamak. Kim kazanır?
Kimlerin düşünceleri senin için önemlidir? Şarkıları ilk kime dinletirsin?
Kendimin. Sadece kendim dinlerim, çalarım. Eğer her çaldığımda beni duygu olarak tatmin ediyorsa olmuş demektir.
Bu albümde ilk albüme kıyasla daha polifonik bir müzik olduğu dikkatimi çekti. Senfonik rock albümü olmuş. Akordeonlar, piyanolar, obualar, yaylılar gibi klasik enstrümanlar bolca kullanılmış, bunda sanırım kadim dostun ünlü şef Murat Cem Orhan’ın düzenlemelerde imzası olması yatıyor. Bu ortaklığı anlatır mısın? Yollarınız nasıl kesişti ve bu albüm sürecinde birlikte nasıl bir beyin fırtınası oldu?
Albüm yapmaya karar verdiğimde, öncelikle şarkıları sahnede çalarak olgunlaştırmaya karar vermiştik. Bu amaçla müzikal dünyasına güvendiğim yol arkadaşlarımla birlikte çalıştık. İçlerinde en çok birlikte müzik düşündüğüm kişidir. Diğer yanda Sencer Özbay da öyle. Murat ile aynı kafada olduğumuzu gördük. Birlikte iyi bir iş çıkardığımızı düşünüyorum.
Albümünde dikkatimi çeken bir tema da iki şarkıda platonik bir aşkın konu edilmesi. Olsun Varsın da “herkesin haberi var olanlardan, bir tek senin haberin yok” diyorsun, Şarkılarımda da “Başkasının aşkısın” diyen aşkının acısını içinden haykırırcasına yaşarken, dışarıdan hissettirmeyen bir adam var, senin uzun yıllardır Özlem Erdemci ile evli olduğunu biliyoruz, ama şarkılara baktığımda evlilik öncesi süreci merak ediyorum. Sen aşkın nasıl yaşarsın, “yakarım Roma’yı da yakarım” der misin, gözü kara aşık mısın, yoksa bu şarkılardaki gibi için için yanan bir adam mıydı Fatih Erdemci? Ya da “seviyorsan git konuş” mu dersin şarkıdaki gence?
Biraz intim bir alan ile ilgili bir soru bu. Aşktan ziyade sevgi benim için daha yoğun bir duygu olmuştur. Fırtınalı bir aşık olmadı hiç. Şarkıdaki gence diyeceğim şu olur. Git anla, tanı, sırdaş ol ve uzunca bir süre birlikte olmak için savaş.
47 yaşındaki Fatih Erdemci, 27 yaşında yolun başındaki Fatih Erdemci’ye ne söylemek isterdi?
Hata yapmaktan çekinme. Daha çok savaş ver her şey için. Etrafına örülen duvarları yıkmak için kimseden korkma. Dostlarınla daha çok vakit geçir. Gez toz. Takma kafana her şey olacağına varacak.
Eşin Özlem Erdemci’nin sözlerini yazdığı bir şarkı da var albümde. Susma. Bu şarkının hikayesi var mı? Eşinin şarkı yazarlığı yönünde başka çalışmaları var mı? Eşini bu yolda destekliyor musun?
Destekliyorum. Eşim aslında iyi bir şair ama kendine bu konuda pek güvenmiyor. Mükemmeliyetçi biri. Ama bir gün mutlaka şiirlerini bir kitapta toplayacaktır.
Şarkılarını dinlerken tatlı bir MFÖ-Ortaçgil-Kızılok havası da geldi kulağıma. Hatta Coldplay’in akustik piyanolu tatlı şarkıları da canlandı aklımda. Bu isimlerin senin müzikal kimliğindeki yeri nedir, sen profesyonel olarak müziğe girmeden önce kimler ilham kaynağın oldu? Neler dinlerdin. Müzisyen Fatih Erdemci’nin resmini çizen müzisyenler kimlerdir?
Gitar öğrenmeye 16 yaşımda başladım. Hala sürüyor öğrenciliğim. 19 yaşımdayken küçük barlarda şarkı söylemeye başladım. Elbette ki sevdiğim müzisyenlerin şarkılarını düzgün söylemeye çalışarak. Kimlerdi onlar; MFÖ, Bülent Ortaçgil, Fikret Kızılok, Barış Manço, Doğan Canku, Edip Akbayram, Erkin Koray, Alpay, Pink Floyd, Jethro Tull, Simon And Garfunkel, Cat Stevens ilk aklıma gelenler. Neredeyse 2000 şarkıdan oluşan bir repertuvar. Hepsi benim hocalarım. Şarkı bestelemeyi bana onlar öğretti.
Senin iç mimarlık yönün de var ve iç mimarlar bence bizim bir binada/yapıda göremediğimiz ayrıntıları gören özel gözlere sahipler. Senin iç mimar olman müziğinin matematiğine nasıl yansıyor? Mimari becerilerini müziğine kattığın oluyor mu yoksa ikisi iki ayrı kaynak mı?
Mimar değilim. İç mimarlık yapıyorum. Daha çok iç mekan tasarımı diyelim. Bu anlamda tasarımcı olarak müzik düşünmek elbette ki etkileşimli bir alan. Tasarım yapmak; bir tasarımcı için özünde içten içe kendini haklı çıkarmak istencidir. Besteci için de öyle
Şarkılarımın çoğu sen de benim gibi mi düşünüyorsun? diye sormakta aslında. Bunun cevabını gelen tepkilerle alır besteci. Tasarım yapmak gibi bir yanda. Farklı bir bakış açısıyla var olanın –tasarımcı için obje, besteci için duygu durumu-yeniden yorumlanması.
Harun Kolçak’ın Çeyrek Asır albümünde gözlerim seni aradı. Zira Harun’un önceki albümünde seninle birlikte düeti vardı. Harun benim için çok özel adamlardandı, hastanede de ziyaret etmiştim. Aranızdaki iletişimden bahseder misin? Senin gözünden Harun nasıl biriydi? Nasıl buluştunuz? Neden o proje albümünde yoksun?
Bir bilgim yok. Harun abi çok iyi elektriği olan biriydi. Nur içinde yatsın. Benim için Türk müzik camiasında çok önemli bir yeri var. Çok görüşme fırsatımız olmadı.
Sosyal medya geri dönüşlerin nasıl? Albümün rüzgarından memnun musun? İlk albümde deneyimlediğin ve bu albümde kesinlikle öyle yapmayacağım/yapılmasına izin vermeyeceğim dediğin şeyler var mı bilinirliğin arttırılması için?
Sanırım ilk albümümde olduğu gibi şarkıların geniş kitlelere ulaşması yine biraz uzun sürecek. Rüzgardan bir esinti gibi. Albümlerimin hiçbir kenarından pişman değilim. Bilinirlik varsın doğal yollarla zaman için de artsın.
Anlat hikayeni de Ben Ölmeden Önce’ye referans var diyebilir miyiz? Anlat hikayeni için Ben Ölmeden Önce’nin akustik part 2’si diyebilir miyiz? Şöyle ki, canı sıkkın bir dostla bir muhabbet var ve ondan onu düşündüren, üzen, şeyleri anlatmasını istiyorsun, derdini dağıtacak çareler bulamasan da anlatıp rahatlaması için bir el, bir dost sıcaklığı sunuyorsun ve sonra bilsen neler neler yaşadım ben de diyorsun, bu noktada aklım Ben Ölmeden Önce’deki adama gitti, orada adam ölmeden önce yaşadıklarını anlatıyordu, bunda “şimdi sıra sende, gel otur yanıma, anlat hikayeni” diyorsun. Yani bu bir nevi soru-cevap terapisi olabilir mi?
Kesinlikle öyle. Bir gün belki de konsept bir albüm yapma şansım bile olabilir. Evet şarkılarımda karşıma birini alıp sohbet etmeyi seviyorum. Güzel bir tespit. Tebrik ederim.
Siz ne anlarsınız da elinde kara bir toprak parçası tutan adama anlamsızca bakan birine sen ne anlarsın diyorsun, şarkıda hissettiğim; şehirleşmenin ve betonlaşmanın meydan getirdiği sıkkın ruh hali. Her yer beton, yeşil alanlar sadece bilgisayarların masa üstü resimlerinde kalmış, gökdelenlerden dolayı gökyüzünü göremez olmuşuz ve geceleri florasan lambalar yüzünden yıldızların ışığını unutmuşuz. Adam elinde balonla geziyor ama kimse onun içinde yaşatmaya çalıştığı çocuğu görmüyor, çünkü hayatın telaşesi içinde insanlar insanı insan yapan değerleri unutmuşlar, adam bu duyarsızlığa ve bu duruma “Güneşimi bana geri verin, denizimi verin, gökyüzümü, Umudumu geri verin, bana geri verin, düş gücümü” diyerek isyan ediyor ve insanları silkip kendine getirmek istiyor. Metropol hayatının insanların ruhunda yarattığı tahribatı göstermek istiyor. Öte yandan insanları başka bir konuda uyarmak isteyen bir adam var orada. Adamın elinde kara bir toprak parçası tutması insanların dünyevi heveslere kapılıp ötesini düşünmemesine bir atıf gibi geldi. Bu anlamda Fatih Erdemci’nin mistik, tasavvufi bir yanı var mı? Ölüm senin için ne ifade ediyor?
Ölüm sondur. Mistik biri değilim. Kara toprak parçası şarkıda kökleri temsil ediyor. Hrant Dink’in değindiği toprak o. Sahiplenmek için değil. Alıp götürmek için de değil. Gelip günü geldiği zaman dibine girmek için. Karışmak için kök salarak bu topraklara. Oysa beyefendiler bu toprakları rant için sever oldular. Alıp götürmek için.
Müzisyen Fatih Erdemci’den vatandaş Fatih Erdemci’ye geçmek istiyorum. Toplumdaki olaylardan nasıl etkileniyor vatandaş Erdemci? En son hangi haber çok etkiledi? Fatih Erdemci’ye göre sanatçı toplumsal/siyasi/hayata dair düşüncesini açıkça söylemeli mi? yoksa politik davranıp düşüncesini kendine mi saklamalı dersin?
Açık etmeli elbette ama sanatçı olduğu için değil. Vatandaş olarak. Doğrudan yana biri olarak. Haktan ve adaletten yana biri olarak. Barış istemenin suç sayıldığı zamanlarda yaşıyoruz. Hakkını aramanın terörle bağdaştırıldığı bir sistem kuruldu. Kendine sakladığın bir gün sana başka türlü geri döner. Elbette ki medya ile bir sanatçı kadar kolay bağlar içinde bulunamayanlar için de bir aracı olmalıyız. Bu bir vatandaşlık borcudur.
Nereye böyle’de de bir sistem eleştirisi var. Düşünmeyip her şeyi kadere bağlayanlara, bir de tepeden bakıp nasihat verenlere işte siz bu kadarsınız diyorsun, ele verir talkımı kendi yutar salkımı tarzı insanlara yönelik bir eleştiri var ve toplumun genelinde bu iki yüzlülük çok yaygın, kimse kimseyi sevmiyor, herkes herkesin hayatına karışmakta sakınca görmüyor, kimse kapısının önünü süpürmüyor ama ahkamlar diz boyu, her dakika şiddet olayları, 3 sayfa haberleri, cinnetler… Toplum nereye gidiyor böyle?
Kısa cevap: Toplum baş aşağı gidiyor. Sorun şu tarih tekrar etmez uyak düşürür. Toplum bir yere gitmez bana göre. Toplumlar muktedirlerin elinde savrulur. Ancak gün gelir devran döner.
Toplumun en çok kanayan yaralarından biri kadınlar ve çocukların yanı sıra LGBTi+’lerin de erkek egemen sistemde yaşadığı, çoğu zaman ölüme kadar giden insanlık dışı muameleler. Bunlar çözülmek bir yana şiddeti gitgide artmakta. Yakın vadede çözülecek gibi de durmuyor. 3 yıldır LGBTi+ onur yürüyüşüne izin verilmiyor, en son Ankara Valiliği tüm LGBTi+ etkinliklerini süresiz yasakladı. Fatih Erdemci’ye göre bu sorunun çözümü nerede yatıyor? Yaşam hakları elinden alınmaya çalışılan LGBTi+ gruplarına Fatih Erdemci nasıl seslenmek ister? LGBTi+ meselesine bakışı nedir?
Anarşizm ile terörizm arasındaki dağlar kadar farkı bilen kaç kişiden bahsedilebilir? Punk ile rock farkını bilen kaç gitarist var? Ya da besteci. “Farklı” olmanın bir hastalık olduğunu düşünen Hipokrat yemini etmiş doktor/psikiyatrist sayısı oldukça fazla ve çok yakın bir zamana değin bunun devletler politikası olduğunu da biliyoruz. Süreç uzun ve zorlu. Tüm totaliter anlayışların özünde dayatma vardır. Örneğin; “Aile” kavramı bir dayatmadır. Toplulukta yer almanın şartı aile olmak olarak dayatılır. Ve denir ki toplumu oluşturan en küçük ölçekte “kurumsal” birim ailedir. Heteroseksüellik de kurumsal totaliter bir dayatmadır. Ancak baskı unsuru olarak bu dayatma istatistiksel verilerin gerçeklerini ört bas edemez. Ne yazık ki. Herkesin kendi seçimleriyle huzur içinde yaşayacağı günleri elbette göreceğiz ya da birileri görecek.
LGBTi+ sevenlerinle diyaloğun nasıl? LGBTi+’lerden geri dönüş alıyor musun? Herhangi bir LGBTi+ derneği ile iletişim halinde misin? Ya da LGBTi+ etkinliklerinde ya da mesele yürüyüşlerinde, kampanyalarında yer aldın mı ya da düşünür müsün?
Bir diyaloğum yok. Bir kampanyada da yer almadım ama karşı da değilim. Destek olurum.
Bundan sonrası için planların neler? Son söz olarak ne söylemek istersin?
Müziğe, beste yapmaya devam. Teşekkür ederim
10. SAYI