Röportaj: Merve Gezen

Röportaj: İlker Bozkurt

Tiyatroya ve oyunculuğa ne zaman başladınız?

Tiyatroya 4.5 yaşındayken Fransızca bir tiyatroda oynayarak başladım; sonrasında Paris Devlet Konservatuarı ve Sorbonne Üniversitesi’nden tiyatro bölümünden mezun oldum. O tarihten beri de tiyatro ile ilgili her şeyi yaptım; oyuncu, yönetmen, figürasyon, sahne amirliği, suflörlük,  hatta bir kaç kere de, benim alanım olmasa da oldukça emek gerektiren bir bölümde, kostüm dikip dekor boyadım.

 

Yönetmenliğe adım attıktan sonra çektiğiniz “Nerdesin Aşkım?” kısa filmi oldukça ilgi görüyor. Bu filmde anlatmak istedikleriniz nelerdi?

Aslında ilk etapta böyle bir filmi çekmek gibi bir fikrim yoktu; başka bir projenin hazırlığı için Türkiye’ye gelmiştim. Bir gün gazetede Dora’nın ölümünü gördüm ve bu beni çok üzdü. Daha otuz yaşına bile gelmemiş birinin hayata böyle veda etmesi oldukça trajikti. Niye transların hikayesini anlatmıyoruz dedim kendi kendime. Bu film transların çalışma, barınma ve yaşama haklarının elinden alınmasına parmak basıyor. Toplum tarafından dışlanıp doğru düzgün bir işte çalışmalarına izin verilmeyen trans bireylerin hayatta kalabilmek için fuhuşa yönelmeleri ve her gün ölümle burun buruna yaşamaları, pembe nüfus cüzdanını alabilmek için çektikleri büyük sıkıntı, aileleri tarafından reddedilmeleri, ve tabi ki filmin sonunda intihara sürüklenen bir trans bireyin trajik hikayesi.

 

Nerdesin Aşkım? Hangi festivallere katıldı? Hangi ödülleri kazandı?

Filmimiz ilk defa 2015 yılında Cannes Film Festivali’nin kısa film köşesinde gösterildi; sonrasında Durban, Londra, Brisbane, North Carolina, Boston, Los Angeles ve Kanada’daki festivallerde gösterildi. Boston’dan insan hakları, Kanada’dan yabancı film dalında ödül aldık.

 

Ekipteki oyuncularla nasıl bağlantı kurdunuz? Oyuncularla çalışmak zor oldu mu? Çekimlerde neler yaşandı?

Böyle bir filmi yapmak için öncelikle Türkiye’de yaşayan translarla iletişime geçmem ve onların hikayelerini dinlemem gerekiyordu. Tabi bu insanları nasıl bulacağımı bile bilmiyordum; sonra Lambda’da “Benim çocuğum” belgeselinin gösterimi vardı, oraya gittik ve orada Spod’dan bana çok yardımcı olan Deniz ile tanıştım. Deniz bir kaç trans bireyle görüşmemi sağladı; ben onlara bir sürü sorular sordum ve hikayelerini dinledim. Hatta yazdığım senaryoyu onlarla paylaştım zira yanlış bir şey yazmak istemiyordum. Örneğin “koli”, “but” gibi konuşma tarzını da orada öğrendim desem yalan olmaz. Teslimiyet filmini seyrettiğim için Seyhan’la ve Didem’le kontağa geçtim. Didem vasıtasıyla da Esen ve Cansel ile tanıştım.  Filmi başından beri gerçek translarla çekmek istiyordum. (erkeklere peruk giydirip çekim yapmak istemedim)

Oyuncuların hepsi oldukça kooperatif davrandılar ve ellerinden ne geldiyse yaptılar. Aslında bu filmi çekerken başımıza gelmeyen kalmadı ve bütün oyuncular kendilerini bu beklenmedik durumlara adapte ettiler; o yüzden hepsine teşekkür etmek lazım.  İlk etapta kimse evini çekim için bize vermedi! “Translarla ilgili çekim yapacağız” dediğimde bir dayak yemediğimiz kaldı.  Sonra Seyhan ile Didem’in rakı içip yemek yedikleri sahnenin diyalogları son dakikada değişti; bu sahnede küçük bir oğlan çocuğu vardı ama küçük oyuncumuz kaza geçirip kolundan ameliyat olunca sete gelemedi, dolayısıyla birçok şeyi doğaçlama oynamak durumunda kaldılar. Seyhan’ın tiyatroda çalışmış olması durumu rahatlattı. Sonra sokak sahnelerini çekerken pek çok kişi tarafından sözlü tacize uğradık, tinercisi, sarhoşu, pezevengi, ahlaklı geçineni, meraklısı bizi rahat bırakmadılar. Hatta bir ara saldırıya falan uğrayacağız diye korktuk ve ikinci sokak sahnesini başka bir yerde çekmek zorunda kaldık. Hava o kadar soğuktu ki o akşam oyuncular üzerlerindeki o incecik kıyafetlerle donmalarına rağmen hiç seslerini çıkarmadılar.

Sonra Seyhan’ın kız kardeşi ile olan sahneyi çekerken kız kardeşi oynayan oyuncumuz rahatsızlandı ve o sahneyi bütün açılarla çekemedik. Özetle başımıza gelenler saymakla bitmiyor…

 

Türkiye’deki homofobi ve transfobiyi düşününce zor bir konu üzerine bir kısa film yaptınız. Filmin konusu sebebiyle tereddütleriniz oldu mu?

Hayır hiç bir tereddüttüm yoktu, zaten bu konulara değinmek için yaptım ama bana bir sürü insan “ne işin var bu insanlarla, başka konu mu bulamadı?”, en güzeli “dönme değilsin niye böyle bir şey çekiyorsun?” gibi yorumlar aldım. Bu tip yorumlar güya eğitim seviyesi “yüksek” insanlar tarafından geldi. Ya da İstanbul’da Gay Pride’da o insanlarla beraber yürüdüğümde “işim mi yok, insanlar seni sonra gay zannedecekler” dendi. Bende onlara filmlerde fahişe ya da katil rolünü oynadığımız zaman kimse bize “katil” yada “fahişe” etiketini koymuyorsa siz neden böyle etiket koymaya meraklısınız dedim.

 

Yurtdışında yaşayan biri olarak Türkiye’deki ötekileştirme, ayrımcılık, homofobi ve transfobi konusunda düşünceleriniz nelerdir?

Toplumumuzda hala gay, lezbiyen, trans kelimeleri en korkunç, en felaket kelimeler olarak algılanıyor. Bir insan bilmediği şeyden korkar; gaylere, translara, lezbiyenlere vebalı gibi bakıyoruz ve onların yaşamalarına izin vermiyoruz. Dolayısıyla Türkiye’de öldürülen her LGBT cinayetinin en büyük sorumlusu bu toplumsal düşüncelerdir! Ben bu filmi çekerken translarla vakit geçirdim, onları tanıdım. (Bu filmi çekmeden önce hiç trans tanıdığım yoktu.)  Onlarda insan, onlarda senin benim gibi yemek yiyip, su içip, uyuyup, tv seyredip, candy crash oynuyorlar;  yani aslında ben insanlara bu ayırımın yapılmasından bile haz duymuyorum; o gay, şu trans, bu lezbiyen. Hepimiz sadece insanız ve herkesin eşit olarak yaşama hakkı olduğuna inanıyorum!

 

Türkiye’de yaşayan LGBT bireylerin anayasal hakları henüz tanınmış değil. Yok sayılma durumunu aşmak için yapılan çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce neler yapılabilir?

Ülkemiz maalesef bu konuda çok geride! Daha bir kaç gün önce televizyonda haberleri izlerken New York’ta bir okul,  ailelerin ve okul yönetimin teşvikiyle okuldaki trans öğrenciler için trans tuvaleti ve soyunma odası açtı ve trans öğrencilerine sahip çıktıklarını söylediler; bunu seyrederken içimden “bizde değil trans tuvaleti bu insanlar sokakta gündüz vakti yürüyemiyorlar bile” dedim.

Türkiye, Avrupa’da LGBT suçlarında maalesef birinci sırada. Her şeyin başı eğitim diye düşünüyorum.  Biz toplum olarak küfür ederken bile “ibnenin teki”, “göt veren” diye terimler kullanıyoruz yani bir bakıma çocukluğumuzdan itibaren bilinçaltımızda “ibnelik” kötü, aşağılık bir şeydir diye büyüyoruz. Halbuki kişinin gay, lezbiyen ya da trans olması kişinin kendi bedeni ve ruhu ile alakalı şeyler; insanın kendi bedeni olan bir şeye toplum nasıl karışabilir! Toplumun bilinçlenmesi ile olacak bir şey; bugün hala Ahmet Yıldız’ın davasının devam etmesi olduğumuz durumu gösteriyor.  Bir ibne eksildi toplum pislikten temizlendi mantalitesindeyiz!

Bu filmi çekerken hiç kimse bize sponsor olmadı! Her şeyi cebimizden verdik; özetle bize söylenen, buna en okumuş ve en elit kesim de dahil, “kusurumuza bakmayın şirketimizin isminin dönmelerle anılmasını istemiyoruz” diye cevaplar aldık; hatta fon istediğimiz bir kuruluş “senaryonuz gerçeği yansıtmıyor” dedi. Demek istediğim bu ayrımcılığı okumuşundan cahiline herkes yapıyor!

Lambda’nın bir ara lokal bulmakta zorlandığını biliyorum, kimse evini “gaylere” kiraya vermek istememişti. Bunları söylerken gerçekten üzülüyorum!

O yüzden eğitim diyorum ve tabi ki bu tip konulara değinen sanatsal projelerin daha fazla olması gerekiyor diye düşünüyorum. Niye tiyatroda translarla ya da gaylerle ilgili bir oyun seyretmiyoruz? Ya da bu konu ile ilgili bir resim sergisi vs.. Bu sene New York’un en önemli sanat kuruluşu olan Lincoln Center’daki tiyatroda gay çiftlerin çocuk sahibi olması konusunda muhteşem bir oyun vardı ve sonrasında oyunla ilgili bir çok kere panel düzenlendi. Aynı şeyleri bizde yapmalıyız.

 

İlerleyen dönemde yeni projeleriniz var mı?

Kadına şiddetle ilgili bir projemiz var, onun üstünde çalışıyorum.

 

Takip ettiğiniz, örnek aldığınız kişiler var mı? Kimler?

Hayatta örnek aldığım kişi annemdir; beni her konuda desteklediği için ona teşekkür etmem lazım. Tiyatroda örnek aldığım ve çok saygı duyduğum kişi Yıldız Kenter’dir.

 

Böyle bir konuyu ele aldığınız için, lgbt hareketine katkı sağladığınız için ve bu keyifli röportaj için çok teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.

5. SAYI
HOMOJENOkumak İçin Tıklayın!
İndirmek İçin Tıklayın!