Röportaj: Mahmut Çınar

O kendini eski akademisyen, yeni şarkıcı, yazar, çizer, orada burada konuşur, tam zamanlı baba olarak tanımlıyor. Yolumuz çok sevdiğim, geçen sayıda bir söyleşisini okuduğunuz Gözde Öney sayesinde kesişti. Ben şarkılarını keşfettikçe kafamda başka başka hikayeler kurdum, başka diyarlara gittim ve şarkılarını dinledikçe onu daha yakından tanımak istedim. Şarkılarındaki umudun, hüznün ve naifliğin ötesinde nasıl biri olduğunu bilmek istedim. Sonra kazdıkça derinlerde başka yönlerini keşfettim, akademisyenliğini, aktivistliğini, ‘Barış İçin Akademisyenler’den olduğunu… Hülasa aynı bedende üç kimliği (akademisyen, aktivist ve müzisyen) taşıyan bir sanatçı olarak söyleyecek kim bilir neleri vardır diyerek heyecanla kapısını çaldım. Benim için çok anlamlı ve güzel bir söyleşi oldu. Siz de yakından tanıyınca keşke daha önce tanısaydım diyeceksiniz. O halde hemen şu anda Youtube’da açın bir Mahmut Çınar şarkısı (tercihen favorim olan Eski Bahar Şarkısı (Sen Oku)) ve söyleşinin tadını çıkarın…

Hazırlayan: Tunca Tutkun


Twitter biyografinde “akademisyen ve şarkıcı yazıyor”. Homojen dergi okurlarına kendinden bahseder misin? Mahmut Çınar’ı nasıl biliriz?

Biraz tipik olsa da çok yönlü adamın biri diyelim. Sağda solda, başka başka dallarda, alanlarda gelecekte daha çok duyabilirsin adımı. Sanıyorum ilgi alanlarım geniş ve üretmek, yaratmak gibi hayati dertlerim var. Tek sorunum tembelliğim, hayatın zevkli kısımlarından feragat edememem. Ama senin için şöyle bir özet geçeyim: Felsefe ve gazetecilik eğitimi aldım. Yüksek lisans ve doktora eğitimim boyunca medya sosyolojisi ve yakın dönem Türkiye tarihi çalıştım. Politik bir herifim, kabul ediyorum. Politik duruşumla akademik ilgi alanlarımın kesiştiği noktada ayrımcılık, nefret söylemi, ifade özgürlüğü, hak haberciliği gibi konulara eğildim. O alanlarda akademik dünyada epeyce de tanınır oldum. Dünyanın pek çok yerinde bu konularla ilgili farklı projelerde görev aldım. Derken 2016’da, 10 yıldır çalışıyor olduğum üniversiteden zorunlu nedenlerle ayrıldım. Üniversite yıllarımdan beri çalışırım, ilk kez işsiz kalacaktım ki o ara işsiz kalmamak için bir kafe açıp işlettim. Derken ilk kez şarkılar yazıp, çalıp söylemeye başladım. Pasaj Müzik ulaştı bana ve birlikte çalışmak istediklerini söylediler. Anlaştık, uyuştuk. Bu yıl bitmeden albümlü bir şarkıcı olacağım sanırım. Akademik ilgilerim sürüyor; danışmanlık yapıyorum, davet edildiğim yerlere gidip konuşuyorum, bazen eğitimler veriyorum. Artık pek istemesem de bazı medya kuruluşlarına ara ara yazılar yazıyorum. Bir yandan da üç yıldır Uluslararası İzmir Edebiyat Festivali’nin danışmanlığını ve editörlüğünü yapıyorum.


Her şeyin başladığı o ilk ana dönelim, ne zamandı o ilk dönüm noktası, “müzik benim yolum olacak” dediğin ve ilk “tamamdır” deyip profesyonel olarak müziğe geçtiğin an?

Aslında az önce söylediklerimi bir bütün olarak düşünürsek hâlâ böyle bir cümle kurabilmiş değilim. Benim için tutulacak tek yol pek mümkün değil. Belki müzik ileride hayatımın, uğraşlarımın merkezine oturacak, ama asla “müzik benim yolum olacak” demeyeceğimdir. Sorunun bir kısmına cevabım ise şöyle olabilir: 2016’nın başlarıydı sanıyorum, bir hesaplaşma çabasında olduğum günlerdi ve aklımda sözler vardı, içimden konuştuğum yani. Derken birden her şey bir melodiyle gelmeye başladı. Normalde de hep melodik düşünürüm aslında, armonik bir zihnim var, müziğe çok bağlıyım, lakin ilk kez bazı sözlerim ve bir melodi bir araya geldi, Eski Bahar Şarkısı çıkıverdi ortaya. Oturup yazdım, ilk günlerde söylemeye utandım, tuhaf geldi ama sonra alıştım. Sevgili Nilipek’le söyledik önce o şarkıyı, sonra da Pasaj Müzik etiketiyle yapılan kayıtta sevgili Gözde Öney’le. Eski Bahar Şarkısı’nı yapınca bu kez şarkı yapmak gibi bir motivasyon oluştu. Satır Satır’ı mesela tam böyle bir hisle, “ben şarkı yapabiliyorum sanırım” hissiyle birkaç dakikada yazdım ve Gözde’yle söyledik. Derken her şey ardı ardına geldi. Şimdi temel uğraşlarımdan biri şarkı yazmak. Benim için asıl güzel olansa müzik yoluyla tanıştığım insanlar… Müzik dolu, çok yetenekli, büyük kalpli, heyecanlı insanlarla çok güzel yürüyen bir müzik ve yol birlikteliğimiz var artık.


Şarkılarında 80ler sonu 90lar başı sevda şarkılarının havasını aldığım bir sevda teması var, şiirsel, Destina’ları, Eylül Akşamı’nı, Kızılok’un Farketmeden’ini vs. hatırlatan, “Kalbim” gibi kişinin kendisiyle yüzleştiği, “Sen Oku” gibi sevdiğine seslendiği, “Geldin” gibi “Boşver, gel senle kırlara kaçalım, Sıcak denizler aşalım, Bilmediğimiz yerlerde gül gibi yaşarız” diyerek umut aşılayan, göz oymayan şarkılar… Hüznünde de naiflik var… Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü, Gündoğarken gibi “başka dünyaların” adamlarının havası var şarkılarında, bolca da Bülent Ortaçgil, Fikret Kızılok ruhu… En azından ben şarkıları dinlediğimde bunları alıyorum. Böyle adamlar kaldı mı? Mahmut Çınar şarkılarında nelerden beslenir? Kendi hikayelerin mi, yoksa gözlemlendiğin hayatların hikayeleri midir şarkılarında anlattığın?

O saydığın isimler beni çok etkilemiş isimlerdir. Müziklerini yıllarca dinlediğim, hâlâ da dinliyor olduğum, bana başka bir dünyanın, sevgi ve notayla kurulabilecek bir dünyanın mümkün olduğunu anlatan… Aslında melodik, armonik yahut aranjman mantığı olarak bazen benzer, bazen benzemez müziğim onlara ama şarkı anlayışım, şarkı yapma nedenim benzer. Bence yukarıda saydığın ve eklemeler yapabileceğim o listeyi bir araya getiren zaten müzikal benzerlik değil, anlayış benzerliği. Böyle insanlar kaldı evet, biri şu anda az ötemde oturuyor, Ortaçgil… Ben de onlardan biri gibi anılabileceksem gelecekte ne mutlu bana.

Sorunun diğer kısmına gelince: Evet, maalesef şarkılarım çoğu zaman yaşadıklarımla sınırlı şimdilik. Bunu bir “bug” olarak görüyorum ve aşmaya, başka insanların, başka hayatların izlerini de anlamaya çabalıyorum. Ama bunu her şarkı birine, bir hikâyeye yazılıyor gibi algılama. Aksine, hikâyeler birleşiyor, buluşuyor, başka başka cümleler yaratıyor ve o cümleler bir şarkıda bir araya geliyor. Bir de ben yaşadığı her şeyi kendi özgül durumunda tutmaya özen gösteren biriyim; çoğu insanın yaptığı gibi geçmişimi, tek tek anları unutup tek kılıfa sokmuyorum yahut her yeni şeyde eskiyi tekrarlamıyorum yani. Dolayısıyla her karşılaşma, her iletişim, her ilişki yeni ve kendine has bir şey getiriyor, katıyor. Bunların şimdilik bazıları şarkılarıma yansıyor. Genelde ayrılığa ve dediğin gibi sevdaya dair olan duygular… Ama yine bana ait mutlu hikâyeleri de yazmaya başladım ki aslında kendimi dünyanın en mutlu insanı sayarım hep ve hayatımda acının yeri mutluluğun yanında pek küçüktür. Niyeyse şarkılar acıyla geldi şimdiye kadar, “Geldin” ve “Büyük Aşklar” dışında.


Ortaçgil demişken, Bülent Ortaçgil nehir söyleşi kitabın yayınlandı. Bu kitap nasıl ortaya çıktı? Sürecinden ve yolunun Bülent Ortaçgil’le kesişmesinden bahseder misin? Bülent Ortaçgil’in sana ifade ettiği anlamlar neler? Ve Sen müzisyen olarak kimlerden ilham alır, kimleri dinlersin?

Bunu kitabın girişinde anlatıyorum. Özetle; Ortaçgil müziğini çok severim, beni çok etkilemiştir o şarkılar. Gençliğime bir hediye vermek istedim aslında. Bunu yaparken bunca saygı duyduğum bir adama da bir hediye sunmuş olacaktım. Yani şöyle bir cümle geldi bir gün aklıma: “Benim Ortaçgil’le ilgili bir şey yapmam, bu kişisel minneti ifade etmem lazım.” Buldum, oturduk, konuştuk, ikna ettim ve başladık. Birkaç ay düzenli olarak söyleştik. Ortaçgil’i yakından takip eden bir dinleyici olarak zaten çok şeye hâkimdim; üzerine biraz daha okudum ama kalıplara, sorulara bağlı kalmadım; söyleşileri serbest ve etkileşimli tutmaya özen gösterdim. Bunu iyi ki yapmışım diyorum çünkü kitabı okuyan, birbirinden habersiz o kadar çok insan, “Sanki siz sohbet ediyorsunuz da ben de yanınızda oturuyorum” dedi ki…

Sorunun içindeki diğer soruna gelince… Biraz önce saydığım isimler dışında müzikte bir Beatles, Dylan, Cat Stevens çizgisinden etkilendiğimi söylemeliyim. Ama asıl geçmişim türkülerdir, bir şekilde onların da daha fazla müziğime girmeye başladığını seziyorum.


Her müziğin çabucak tüketildiği dijital müzik çağında, yeni piyasaya giren sanatçıların kendilerini kabul ettirmesi hayli zaman alıyor ve yıpratıcı olabilir. Sürekli yeni talepler, hit potansiyeli şarkılar baskısı altında, sen müziğini nerede konumlandırıyorsun? Akademisyenken, müzik dünyasına girdiğinde gördüğün ne oldu? Beklediğin şeyleri bulabildin mi? Yoksa hiç ben bunu ummamıştım gibi hayal kırıklıkları oldu mu?

Ben şanslıydım çünkü hiç böyle bir plan yapmamıştım, böyle bir vizyonum ve beklentim de yoktu. Hit, “patlayan”, çatlayan işler yapmayacağımı biliyorum. Henüz çok çok yeniyim, o yüzden şarkılarımı bu kadar insanın dinliyor olması bile çok şaşırtıyor beni. Çok fazla şarkı yapmak, kalabildiğimce samimi kalmak, ağır ağır bu ülkenin güzel, kaliteli müziği içinde bir isim olarak anılmak istiyorum.


Sence kalıcılığın formülü var mı? Şu ana kadar çıkardıkların içinde en çok geri dönüş aldığın şarkı hangi oldu? Konserlerinde izleyicilerin reaksiyonları nasıl? Şarkıcılık mı yoksa söz yazarı-bestecilik mi ağır basıyor müzikal dünyanda? Kendini nasıl tanımlamayı seviyorsun? Bestelerini ilk kimlere dinletirsin?

Sevgili Tunca, aynı anda ne kadar çok soru 🙂

Kalıcılık göreceli bir kavram; tuhaf üstelik. Müzikte kalıcılık gibi bir çabam olmaz, ben yapabildiğim şeyi yaparım. Nihayetinde o istikrar beni “kalıcı” kılar sanıyorum. En azından benim sevdiğim isimlerin kariyer öykülerinde “istikrar”ın en önemli etken olduğunu biliyorum.

En hızlı geri dönüşü Eski Bahar Şarkısı’nı ilk kez Youtube kanalıma koyduğumda almıştım çünkü yakın çevrem de dahil pek çok insan için şarkı yazmam, söylemem ve paylaşmam şok etkisi yarattı. Geldin isimli tekli de bir şekilde kendi dinleyicisini buluyor çünkü çok umutlu ve bence çok çapkın. Ama bundan sonra yapacağım şarkılarda daha hızlı bir geri dönüş olacağını seziyorum.

Söz yazarı tarafım biraz daha baskın. Kalemime güveniyorum. Diğer yandan müzik bilgim sınırlı ve teknik yetkinlikten şimdilik uzak, o yüzden orada yiyeceğim birkaç fırın ekmek var. Bestelerimi, oluşuncaya kadar kendimden başka kimseye dinletmiyorum. Sonra eşim Burcu dinliyor çoğu zaman ilk olarak. Gözde’ye yollarım bir de mutlaka demolarımı…

 

Ben eski kafalı bir müzik dinleyicisi olarak elimde CD’sini tutmadığımda şarkılardan, albümlerden pek keyif alamıyorum, dinliyorum, beğeniyorum ama aklıma yazamıyorum ya da keyfi eksik kalıyor. Öte yandan dijital müzik kitlelere ulaşma açısından büyük kolaylık sağlıyor diyorlar. Sanatçı için de çok maliyetli olmadan eserini daha kolay yayınlama imkanı sunuyor. Senin bu dijital müzik çağına bakışın nedir? Şarkılarını dijitalde çıkaran bir müzisyen olarak senin için daha mı avantajlı oluyor? Sen de müziği dijitalden mi CD’den mi, kasetten mi? plaktan mı dinlemeyi seversin?

Bununla ilgili bir yazı yazacağım. Ben albüm dinleyen bir kuşaktanım. Kaseti, sonra CD’yi takar, kartoneti açar şarkıları dinlerdim. Kim ne çalmış, kim düzenlemiş, nerede kaydedilmiş bilirdim. Şimdi albüm bütünlüğü pek umursanmıyor, şarkı ve liste bazlı bir dinleme alışkanlığı oluştu. Kimse albüm denen ürünün altındaki emeği anlamaya, onu bütünlüklü bir eser olarak görmeye gayret etmiyor. Buna direniyorum. Dijitalden dinlerken bile albümü atlamadan dinlemeye çalışırım. Bir yandan da albümle ilgili bilgileri toplamaya uğraşırım çünkü dijital müzik mecralarında bu bilgilere de ulaşılamıyor maalesef. Bu konu dışında dijitalle ilgili muhafazakar bir tepkim yok; mecra değişir, değişecek de, bu çoğu zaman kaliteyi arttıran ve müzik dinlemeyi yaygınlaştıran bir değişim medya tarihi boyunca.


Günümüzün bolca çekişmeli, kavgalı imaj-sanatçıları devrinde Mahmut Çınar kendini müzisyen olarak nasıl konumlandırıyor, alternatif, özgün müzik sanatçısı olarak ana akım müzik dünyasına nasıl bakıyorsun? Nedir sence bu çekişmelerin nedeni? Sonuçta müzik işiyle uğraşan herkesin amacı kitlelere müzikle ulaşmak, herkesin de alıcısı farklı. Sence neyi paylaşamıyorlar? Bunu sana bir iletişimci akademisyen yönünle de soruyorum.

Alternatif müzik içinde tanımlayabilirsin sanıyorum ama alternatif müzik yapan herkesle aynı kefeye konmak da hoş değil. Orada da sevmediğim bir sürü iş yapılıyor sonuçta. Hele hele alternatif müzik denince akla gelen vokal ve şarkı söyleme tarzlarını aslında hiç sevmem ben.

Sorunun ikinci kısmına vereceğim bir yanıt yok aslında. Bu çekişme, çekememe, kavga, dövüş işini hiç anlamam. Yani benim de öykünmelerim, kıskanmalarım oluyor, olmuştur. Ama genelde rekabetle yürüyen bir yapım yok. Yere hep sağlam bastığımı düşündüğüm için kendi yolumu seçer oradan giderim. O yolda da pek rekabet oluşmaz.


Senin şarkıların uzun hikâyeler anlatıyor, akademisyen kimliğinle bir şeyler anlatma konusunda başarılı olduğunu biliyorum. Akademisyen kimliğin şarkı yazım sürecini etkiliyor mu? Ya da nasıl etkiliyor diye sorayım. Şarkılarının matematiği nasıl oluşuyor? Önce söz mü beste mi geliyor? Ya da hikâye mi mesela?

Hikâye anlatmayı severim, evet. Hatta Kasım’dan itibaren şarkılarla hikâyeler anlatacağım yeni ve düzenli bir sahne programına başlıyorum. Akademisyenken de oturup akademik makale yazmaktan çok öğrencilerle bir araya gelmeyi, anlatmayı, dinlemeyi ve anlatır gibi yazılar yazmayı severdim.

Şarkı yazma sürecim ise bende şöyle gelişiyor: Önce hikâye geliyor sanıyorum. Bir cümle çoğu zaman. O cümle kendi (senin tabirinle) kendi matematiğini oluşturuyor. Mesela, “küçük kalbinin dermanı yoktur, arama orada burada” diye kendi kendime konuşurken “Güz Geçer”i yazdım -ki sanırım en sevdiğim şarkım o. Sözler geriye doğru da kendi geçmişini buluyor sonra devamını yaratıyor. İlk cümle genelde bir melodiyle geliyor, sonrasını oturup, gitarı elime alıp oluşturuyorum. Son şarkım “Büyük Aşklar”da ise nakarat melodisi, sözsüz geliverdi, telefona mırıldandım. Bir kafede otururken de eteği uzun olduğu için tutarak yürümek zorunda olan bir genç kadın gördüm, yüzünü bile hatırlamıyorum şimdi. “Koşarsın, deli, eteğini tutar…” diye bir giriş oluştu aklımda. Tuhaf, eğlenceli, bazen komik bir uğraş şarkı yaratma süreci.


Senin muhalif ve politik bir yanın da var. Aktif olarak kampanyalara katılıyor, sosyal medyadan da çağrılarda bulunuyorsun. Müzisyen yaşamında aktivist yönünden destek alıyor musun? Ya da müziğin senin aktivist çabalarını aktarmaktaki yeri nedir? O ayrı bir dünya mı dersin ya da düşüncelerini ifade ettiğim bir araç olarak mı görüyorsun?

Aslında pek ilgisi yok. Hatta, “politik” şarkılar yapmadığım için biraz da birbiriyle çelişen, birbirine ket vuran durumlar bunlar. “Neci şimdi bu adam?” dendiğini, bu yüzden de öyle geniş kitlelere tek bir işle ulaşamadığımı biliyorum. Aktivist olup katı ve net politik şarkılar söyleyen insanların ciddi oranda dinleyicisi olabiliyor. Ben ise slogan sevmem, politik şarkı yapacaksam da onu, sözleri göze sokarcasına yapmam muhtemelen. Aktivist tarafımı bilenle ise çoğunlukla bir “uğraş” gibi görüyorlar müzisyenliğimi. Sanırım her şey zamanla yerini bulacak.


Sosyal medya demişken sana da sormak isterim, sen de iletişimci bir müzisyen olarak yanıtla. Sosyal medya yokken insanların sanatçılara erişimi yok denecek kadar sınırlıydı, sanatçının bir büyüsü, gizemi, çıkaracağı albüme dair bir merak olurdu. Hâlbuki günümüz sosyal medya çağında sanatçılar nerdeyse albümlerini hayranlarının isteği doğrultusunda çıkarıyor, sanatçının büyüsü kalmadı ama öte yandan beklentinin bilinmesiyle başarı garantili işler yapılmaya başlandı. Sen ne düşünüyorsun sosyal medyanın sanatçı-hayran etkileşimi üzerindeki etkisine? Sence daha mı iyi oldu, yoksa keşke olmasaydı mı diyorsun?

Sürprizlerin işe yaradığı zamanlar şimdilik geride kaldı gibi görünüyor. Sosyal medya ve internet sayesinde o kadar çok insan, o kadar çok şarkıcı, o kadar çok dinlenecek, izlenecek şey var ki, örneğin 90’larda olduğu gibi, bir albümle bir anda ortaya çıkma olgusu ortadan kalktı. Bunu yapmaya çalışanların da pek şansı olmadığını düşünüyorum. İnsanlar önce sosyal medya yoluyla kendilerini tanıtma ihtiyacı duyuyorlar. Fark ettiysen albümlerin çoğu da önce tek tek yayınlanan şarkıların bir araya getirilmesiyle oluşuyor. Ben büyünün ortadan kalktığını düşünmüyorum ama. Bu, daha istikrarlı, daha organik bir bağ yaratıyor olabilir. Bu ilk albümde yapamadım ama ikinci albümden itibaren ben de bolca video performans hazırlayıp paylaşmayı düşünüyorum.

Şu son dönemle ilgili tek sevmediğim şey, “cover” deliliği. Normalde de “cover” dinlemeyi çok tercih etmem, ha yani iyi yapılmışsa, yeni bir şey katmışsa tamam da… Şarkı yazarlığını önemsiyorum, geleceğe de, kendi şarkılarını ama istikrarla yazan insanların, hakikaten bir duruş, bir öykü, bir anlayış ortaya koyabilen insanların kalacağını düşünüyorum. Bunu yaparken yanına sevdiğin şarkıları söyleyip koyarsan amenna ki onu birçok arkadaşım çok güzel yapıyor. Ama yalnız “cover”la peyda olan, sürekli video, kayıt üreten tiplere mesafeliyim.


Sanatçıların siyasi düşüncelerini söylemeleri konusundaki düşüncen nedir? Bir kesim, sanatçının herkes kesimden dinleyicisi olabileceği için siyasetten ari olması ve düşüncesini kendine saklamasını salık verirken, bir kesim sanatçının bir duruşu olması ve bunu göstermesi gerektiğini savunuyor. Sen nerede duruyorsun bu konuda?

Sanırım nerede durduğum çok belli oluyor 🙂

Güncel politikaya, ülkenin ve dünyanın durumuna, açlığa, eşitsizliğe, hak, hukuk meselelerine, çevreye, cinsel özgürlüğe, hayvan haklarına, muhafazakarlıktan ve erkeklikten doğan bağımızdaki belalara vs duyarlı olmayan insanın sanatçı olmadığını, örneğin en iyi ihtimalle güzel sesli bir insan olduğunu düşündüğümü rahatlıkla söyleyebilirim.


Senin ‘Barış İçin Akademisyenler’den biri olduğunu biliyorum, ne aşamada durum ve bu süreçte yaşadıklarından bahseder misin?

İkinci duruşmam görüldü Ekim’in başında. Aralık’ta karar duruşması var. Aslında göstermelik bir dava, cezalar belli ve yüzlerce insana verilecek. Dolayısıyla üzerine çok konuşmak anlamlı değil.


Toplumun en çok ezilen kesimlerinden biri kadınlar ve çocuklarla beraber LGBTİ bireyler, her yerde yok sayılmaya çalışılıyorlar, her yıl yapılan onur yürüyüşleri iptal ediliyor. Mahmut Çınar’ın bu olaylara tepkisi ne olur? Çözümü nerde görüyor LGBTİ bireylerin sorunlarına yönelik. Hiçbir LGBTİ organizasyonuyla bağlantın veya bu yönde çalışman var mı?

Sondan başlayayım. Evet, LGBTİ bireylere yönelik çalışan organizasyonlarla ortak projelerde çokça yer aldım. Zaten ayrımcılık konusunda çalışıyorum, malum. Ben topyekûn bir özgürleşme paradigmasının hakim olması gerektiğine inananlardanım. Öyle bir ihtimal, bireylerin cinsel yönelimlerini, tercihlerini konuşmamıza bile gerek bırakmayacak bir ortam yaratacaktır. Kişisel olarak soruyorsan, kuir olarak tanımlayabileceğin bir anlayışım var tabii. Bireysel olarak, mutlu ve rahat yaşamaya dair verilen özgürlük mücadelesinin, kişinin cinselliğiyle ilgili sınırlandırıcı koşulların ortadan kalkmasına dair talebin örgütlenmesini de sonuna kadar destekliyorum. Kişisel akademik çalışmalarım da çoğu zaman kadın ve LGBTİ karşıtı söylemle mücadeleyle geçti.


Son olarak konser programların ve yeni yaratımlarınla ilgili söylemek istediklerin var mı? Ya da öyle bir şey söyle ki bu yazının manşeti olsun!

Albüm geliyor 🙂

Bu çok heyecanlandırıcı bir durum. CD formatında da basılacak, o CD’yi elime alıp, daha iki yıl öncesini düşünüp, “Vay bee” diyeceğim.

Kasım ayından itibaren artık sağda solda daha çok çalıyor, daha çok konser veriyor, insanlarla yüz yüze daha çok tanışıyor olacağım.

12. SAYI

HOMOJENOku

İndir