Seksi, şok edici, komik ve sürükleyici bir macera…
Beni Mehmet Murat Somer ve hop-çiki-yaya polisiye dizisiyle tanıştıran kitaptır bu.
İlk basımı 2003’te yapılmış. Benim okuduğumsa 2005 yılında Everest Yayınlarından çıkan 2. Basımı oluyor. Şu anki güncel baskısı 2013 ve Nar Kitap’tan.
Hazırlayan: joshua j
Bu kitabı 2009’da “kanka önerisiyle” almıştım ve “en kısa sürede okunan kitap” listemde hemen 1 numaraya yükselmişti. 2 günde 300 sayfalık bir kitabı bitirmek bugün bile aşılmaz bir rekor benim için…
Net hatırlıyorum… İnsomnia’dan müzdarip olduğum stres yüklü gecelerde uykumu getirsin diye yatakta loş ışıkla okuduğum, hararetle sayfalarını hızlı hızlı çevirdiğim ve geceyi güne bağlayan saatlerde kahkahalarımla uyuyan komşularımı uyandırıp muhtemelen küfür yememe neden olan bir kitaptır bu… Bu kitap verdiği hazla beni son derece şaşırtmıştı ki zor şaşıran biriyimdir… Yazarını bu kadar geç keşfettiğim için kendime kızmışlığım da vardır… Neyse ki sonraki birkaç haftada tüm seriyi satın alıp hatmederek arayı kapadım… Çekirdek yemeye başlayıp koca paket bitene kadar bırakamamak gibi bir şeydi bu roman dizisi benim için…
İlk adım… Nedir bu Hop-Çiki-Yaya?
Yazarımız bir röportajda bunu şu şekilde açıklıyor; 1950 İstanbul kız kolejleri spor karşılaşmalarında “hop çiki yaya nümayiş çok yaşa” gibi bir şey dermiş. 1950 sonrası Nişantaşı kadınlarıysa davranışlarında ayıplanan bir durum karşısında “Ay, çok ayıp.” yerine “Hop çiki yayalık yapma” demeye başlamış. O dönemler eşcinsel yerine queer denir, eşcinsel-gay kelimeleri kullanılmazmış. 1960’larda ‘hop çiki yaya’ plaklarda alt başlık olarak kullanılmaya başlanmış. “Şarolo” yani eşcinsel olarak kullanılmış.
Sonuç olarak, Hop Çiki Yaya diyerek hem geçmiş kuşağa saygı hem de eşcinsel karşılığın gündeme girmesi için seri ismi olarak seçilmiş…
Bu roman dizisi 2003 yılında Peygamber Cinayetleri ile başlayan ve 7 kitaptan oluşan bir seri olsa da her kitap tek başına farklı bir çevrede gerçekleşen farklı olayları anlatıyor. Bu yüzden hangi kitapla başladığınızın bir önemi yok. Fakat “bende obsesif kompülsif bozukluk var, ben ille de kronolojiye göre giderim kardeşim” kafasındaysanız işte size kronolojik sıra;
- Peygamber Cinayetleri
- Buse Cinayeti
- Jigolo Cinayeti
- Peruklu Cinayetler
- Huzur Cinayetleri
- Ajda’nın Elmasları
- Kader’in Peşinde…
Yazımıza konu olan kitaba gelelim biraz…
Somer’in marjinalliğin zirvesine yerleştirdiği baş kahramanı Burçak ve size kankileriniz kadar yakın gelen, sahici-şaşırtıcı-zeki-komik (özetle harika karışımlı) diğer sağlam karakterler üzerine oturttuğu; düşündüren, zekice kurgulanmış bir kitap Jigolo Cinayeti. Her daim heyecan dorukta, dehalık boyutunda komik, sık sık erotizmle yükseleceğiniz ve merak etmekten asla vazgeçemeceğiniz bir keyif fırtınası bu…
Kitabın konusunu uzun uzun anlatıp işin keyfini kaçırmayacağım. Sadece başlangıç…
Her şey Audry Hepburn’e öykünen renkli ve şaşırtıcı baş kahramanımız Burçak’ın –ki kendisi bazen “femme fatale” bir kadın bazen de çekici bir İstanbul Beyefendisi olabiliyor- üstüne vazife olmayan bir cinayeti kendine iş edinmesi ve kendini bu sansasyonel cinayet dosyasının içine atıvermesiyle başlıyor. Gerisi patır patır geliyor tabi ki… Aman ne sırlar, ne şok gelişmeler… Hadi hemen okuyun. Bakalım sizde de aynı çalkantılı duyguları uyandıracak mı?
Sevgiler…