faredir fare yazdı: Nefretten beslenenler

Literatürde normalliği dörde ayırırlar: Kültüre/dine göre normallik, hukuka göre normallik, tarihe göre normallik ve de norma göre normallik. Şimdi bahsedeceğim normallik bu kategorilerin hiçbirinin altına koyacağımız bir normallik olacak. Çünkü eğer bu kategorilere göre normalliği anlamaya çalışırsak sokakta, metroda, alışveriş merkezinde, restorantta karşılaştığımız onlarca bedenen ve ruhen tam bir iyilik halinde olmayan (anormal) ama bu kategoriler göz önünde bulundurulduğunda normal görünen insanları es geçmiş olacağız.

Yeni bir topluluğa karıştığını düşün, etrafında daha önce hiç görmediğin insanlar var. Sonra aynı dili konuştuğun biri ile tanışırsın, yakınlık duyarsın, her şey güzel gider. Çoğu şeyde anlaşırsınız. Bir bakmışsınız ki aranızdan su sızmayan iki yakın arkadaş olup çıkmışsınız. Sonra daha önce hiç bilmediğin bir gerçeği öğrendin aylar sonra. Sana Ermeni olduğunu söyledi. Haydaa! Bu da nereden çıktı. Üstüne bir de şeymiş “eşcinsel”. Yok artık. Kafan karışmaya başladı. Daha iki dakika öncesine kadar ne kadar benzer yanlarınızın olduğunu düşündüğün kişi bir anda düşüncelerini allak bulak etti. Anlam feleğin şaştı. Ne diyeceğini şaşırdın. Bir anlam bulmaya çalışıyorsun ama çok zor. Daha önce medyadan, okulda öğrendiğin resmi tarihten, oradan buradan öğrendiğin ve öcü gibi baktığın bu kelimeler bir anda anlam karmaşası içine sokmaya başladı seni. Gurur meselesine dönüştürdüğün erkekliğin bir homoseksüel ile arkadaş olma ve olmama arasında bir çatışma yaratıyor. Türklüğün, Türklere ihanet ettiği iddia edilen ırktan biri ile bir şeyler paylaştığın için utanç duymana sebep oluyor ama diğer yandan anılarınız yakanıza sıkı sıkı yapışmış durumda. Bu olayı başka durumlara da adapte edebiliriz.

Sosyal psikologların önerdiği, geliştirdiği bir teori vardır: Sosyal kategorizasyon teorisi. Bu teoriye göre sosyal algının normal bir süreci olan kategorizasyon ya da sınıflandırma bilinçdışı gerçekleşen bir eylemdir. İnsanlar yeni bir durum ile karşılaştıklarında karmaşık durumu kolaylaştırmak için bu durumu benzerlik ve farklılıklarına göre kategorize ederler. Yukarıdaki durum gibi önce aynı dili konuştukları için yakınlaşır ve de arkadaş olurlar mesela. Çünkü aynı dili konuştukları için muhtemelen aynı ülkeden geliyorlar ve muhtemelen Türk kültürünü bilen birisidir. Böylece kendini kabul ettirmek daha kolay olacaktır. Anlama yolunu kolaylaştırmak, durumu kolay yoldan anlamak açısından kategorize etmek önemlidir. Günlük hayatımızın neredeyse her yerinde kullanırız bu yöntemi. Tanıştığımız yeni insanı belki önce fiziksel özelliklerine göre sarışın-esmer, uzun-cüce, zayıf-şişman ya da ideoloji altında sosyalist-kapitalist, müslüman-gavur gibi kategoriler altında toplayıp ona göre vereceğimiz tepkiyi belirleriz. Bu konu uzadıkça uzar. Kategorize etmek kendi başına o kadar büyük bir sorun değil. Farklılıklara yüklenen anlamlar sorun. Benim burada bahsedeceğim kategorize etmekle kalmıyor bazı insanlar. Bu kategorilere olumlu ve olumsuz sıfatlar yüklüyorlar. Bir tarafı aşağılarken bir tarafı üstte tutuyorlar. Bir tarafı sürekli ötekileştirip aşağılıyorlar. Kendisinin içinde bulunduğu iç grubun iyi yönlerini abartırken diğer grubun ise olumsuz yönlerini abatırlar da abartırlar. Bu da düşmanlığı besler. Bu kişiler belli bir süre sonra nefret ile beslenmeye başlarlar.

Farklı etnisiteden olduğu için yol ortasında öldürülenler, dayak yiyen kadınlar, cinayetlere kurban giden translar, muhafazakar ailenin baskısına dayanamayıp intihar eden eşcinseller, yol ortasında sözel ve fiziksel şiddete hakarete maruz kalan ötekiler (eşcinseller, kadınlar, translar, Kürtler, Ermeniler, Aleviler…) Ve bu tür olaylar kültürde kabul görmüş insanlar tarafından gerçekleştiriliyor. Turkiye, eğitim kurumlari ve kültürel yonelim olarak nefret üzerine kurulmuş unsurlara sahip. Eleştiriye gelemiyor, farklı olana, farklı olan bir renge, bir dünya görüşüne tahammülleri olmayan bireylerden oluşan bir memleket. İnsanlar farklı olanı anlamak yerine eleştirip bir tehdit olarak algılıyor, hazmedemiyor. Bu bazen birey bazen de bazen bir grup bazen hükümetin eliyle vuku bulabiliyor.

Ne zaman nefret etmeye başladık? Bize nefret etmeyi kim öğretti? Rengi, dini, cinsel yönelimi, fiziksel özellikleri, sosyo-ekonomik durumu, cinsiyeti ve de cinsel yönelimi sebebi ile birini aşağılayıp hakir görmeyi ne zaman öğrendik? Ya da doğuştan mı gelir bu nefret? bu tür nedenlerle işlenen suçların yani nefret suçlarını açıklamak konuyu daha iyi anlamak açısından önemlidir. Nefret suçları aslında nefretten çok önyargı ve peşin hüküm vermek ile ilgilidir. Önyargının da iki tane bileşeni vardır. Birincisi: Bir insana ya da bir insan grubuna karşı temelsiz bir inanç  ya da fikir olarak tanımlanabilecek bir kalıp yargı. İkincisi: Buna eşlik eden güçlü duygular.

Kuşadası’nda 2008 senesinde markete gittiği sırada bir trans yol ortasında biri tarafından bıçaklandı. Hastaneye kaldırılırken hayatını kaybetti. Bu sırada elindeki bıçak ile yakalanan failin söyledikleri şunlar: “Nasıl iyi etmişim değil mi?”. Bunun gibi yüzlerce vaka bu ülkede yaşandı, yaşanıyor. Biz bunlara cinayet deyip geçemeyiz. Dünyada gelişmiş çoğu ülkede bu tür cinayetler “Nefret cinayeti” adı altında geçer. Ya da ön yargı temelli cinayet. Norveç’te ve İsveç’te yasal olarak cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği yüzünden yapılan saldırılar nefret suçu kavramı altında işlenir ve yasaktır. Türkiye’de 2013 yılında kabul edilen demokratikleşme paketi ile nefret şaiki ile işlenen suçlar kapsamına cinsiyet kimliği, cinsel yönelim gibi durumlar dahil edilmedi. Bu da nefret saiki ile işlenen cinayetlerin çözümlenmesinin önünü kapatıyor. İşlenen cinayetlerde davanın sanığın lehine işlemesine neden oluyor. Sonradan olabilecek muhtemel saldırıların önüne geçilemiyor haliyle. Gerçi böyle erkek egemen ve muhafazakâr toplumdan farklısını bekleyemiyor insan. Bu ülkede rahat eden insanların çoğu ataerkil normu benimsemiş sünni-muhafazakar heteroseksüellerdir. Daha ortada eşcinsel hakları, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği gibi kavramlar yeni yeni ve çok da yavaş konuşulmaya başlandı. Bu cinayetleri politik yapan da budur. Yöneticilerin bu konulara yeteri kadar önem vermemesi. Azınlıkta olan grupların istek ve taleplerine kulak vermemesidir. Nefret cinayetleri engellenebilir.

Hiç kimse tam kendisi değil bu ülkede, kandırmayalım birbirimizi. Korku imparatorluğunda görünürde asimile olmuş insanlarız. Yatak odalarına karışan normları mideler kaldırmıyor. Küfürler birer nefret söylemi örneği. Aşağılanan bir cinsiyet, bir cinsel yönelim, bir cinsiyet kimliği. “Karı gibi kıvırma erkek adamsın.” Hükümetten adamlar bile aşağılamak için kadının bedeni üzerinden gidiyor. İnsanlar korkuyor, nefret ediyor ve öfke doluyor bu yüzden. Öte yandan ötekileştirilenler sevmek de istiyor. Renkleriyle var olmak, renkleriyle eğitim, sağlık haklarından faydalanmak istiyorlar. Nefret tohumları yerine sevgi tohumu ekmek istiyorlar. Sevgiden beslenmek istiyorlar.

3. SAYI
HOMOJENOkumak İçin Tıklayın!
İndirmek İçin Tıklayın!

1 Trackbacks & Pingbacks

  1. 3. SAYI – HOMOJEN

Comments are closed.