90’ların lubunyasıyla röportaj

Hazırlayan: nikimsi

Merhaba sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Merhaba. Tabi ki. 1974 Konya doğumluyum. Eğitimli ve orta gelirli bir ailenin çocuğuyum. Çocukluk yıllarım Konya’da, gençlik ve üniversite yıllarım ise Ankara’da geçti. Öğretim üyesiyim yani akademisyenim ve Konya’da yaşıyorum halen.

Klasik bir soru olacak belki de ama yine de sormak istedim. Kendinizi ne zaman keşfettiniz?

Bu soru aslında herkesin birbirine sorduğu bir soru herhalde ve beraberinde de “ilk deneyim” sorusunu akla getiriyor (Gülüyor). Ama inanın ben kendime bu soruyu hiç sormadım. Klişe bir cevap olacak ama bu sorunun cevabı için “kendimi bildim bileli” demek son derece yerinde olacak. Bugünkü yapılan tanımlamalarla ifade edemesem de bildiğim bir gerçek vardı ki hafızamın inebildiği en küçük yaşlarda -6 ve 7 yaşlarında- bile erkeklerden hoşlanıyordum. Şüphesiz bu “kendinizi keşfettiğiniz” anlamına gelmez. “Kendimizi keşfetmemiz” ne? ona bakmak lazım; bilhassa karşı taraftan da olumlu bir “sinyal/yanıt” alarak bir erkekten hoşlandığımızı dışa vurmak mı, ruhsal-bedensel ilişkiye girebilmek mi, başka ilişkiler yaşayıp aynı zamanda bir erkekle ilişki kurmak mı ya da tüm bunların dışında yer alan farklı bir olgu mu? Sanırım burası biraz karışık ama illa ki net bir cevap vermem gerekiyorsa ortaokul yaşlarından çok önce yani ergen değilken bile kendimdeki farklılığı hissediyor ve anlıyordum.

Hazır “yanıt” demişken kendinizi anlamaya çalışma aşamasında o dönemde ne tür yollara/nerelere başvurdunuz?

İşte bu sorunun cevabı için 1980-1990’ların anlatılması gerekir. Maalesef biz eşcinseller için o yıllar günümüz kadar şanslı yıllar değil. Kendinizi keşfetseniz bile ve hele ki keşiflerinizi paylaşsanız bile o kadar tekilsiniz ki. Değil kendinizi tanımak için bir yerlere başvurmak kendi kendinize dahi “Ben kimim? Ben ne yapıyorum? Neden yapıyorum?” sorularını sormaktan kaçındığınız yıllar. Çünkü interneti ve bilgisayarı dahi 90’lı yılların sonunda kullandığımızı düşünürsek ve görsel ve yazılı medyada bu konuyla ilgili neredeyse sıfır anlatım ya da görünürlülük olduğunu göz önünde bulundurursak geriye tek şıkkımız kalıyordu. O da; arkadaş ya da akraba çevresi. Sizi anlayacak ve ya kendisinde de eşcinsellik emareleri bulduğunuz kişilerle ya deneyim yaşayarak ya da küçük sohbetlerle bu olayı tanımaya, anlamaya, kavramaya çalışıyorsunuz. Tabi benim bulunduğum ilde İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyük şehirlerde olduğu gibi benimle aynı şeyleri yaşayan insanlarla karşılacağım mekanların olmaması ve bu konuyla ilgili herhangi bir materyale ulaşamamam nedeniyle o kadar kısır ve sığ bir açılım yapabiliyorsunuz ki yaşadıklarımıza “açılım/paylaşım” demek ne denli doğru bilemiyorum.

Kendiniz gibi olan insanları bulabileceğiniz bir ortam olmadığından bahsettiniz. Peki duygusal ya da cinsel ihtiyaçlarınızı karşılayabileceğiniz kişilere nasıl ulaşıyordunuz?

İnanamazsınız ama en az bugünlerdeki kadar rahat bir şekilde her iki ihtiyacımı da karşılıyordum. Fakat çok daha kapalı ve çok daha kademeli bir biçimde. İlk deneyimlerimiz tabi ki akraba, arkadaş ve arkadaşın arkadaşı çevresinden oluyor. Bizim dönemimizdeki çoğu insanın bunlar haricinde pek bir alternatifi yoktu diye düşünüyorum. Ama Ankara’ya gittikten sonra yani 90’lı yıllarda belki ilginç gelecek ama hetero barlarda 2000’li yıllardaki gittiğim gay barlarda yaşadığım ilişkilerden daha çok birlikteliklerim oldu. Burada şunu da söylemek istiyorum. Benim duygusal ilişki tarafım bulunduğum kapalı ve muhafazakar şehir nedeniyle hiç olmadığı için “Duygusal anlamda yaşanan ilişkiler nasıldı?” sorusuna birinci ağızdan cevap veremeyeceğim fakat Ankara’da tanıştığım arkadaşlarımda gördüğüm partner/sevgili ilişkileri için şunu diyebilirim ki onlar, günümüzdeki partner/sevgili ilişkilerinden daha doğal ve daha içten ilişkilerdi. “Nerde eski bayramlar” der gibi oldu bu ama gerçekten öyle. Çünkü dışarısı büyükşehir bile olsa biz eşcinseller için kapalı bir dünyaydı. Bu yüzden çevremdeki partnerler/sevgililer daha kendi aralarında ve daha içsel ve içrek birliktelikler yaşıyorlardı. Bu nedenle ilişkileri ne çabuk tükeniyor ne de dışşal tehditlerden kolay kolay etkileniyorlardı. Örneğin, gay barlara bu denli gidilmediğinden ve internetteki sohbet uygulamalarına bu denli girilmediğinden herhalde partneriniz sizin için daha özel ve daha olmazsa olmazdı. Kendimin farklı olduğunu anladıktan ve bu gözlemleri yaptıktan sonra şunu da fark ettim ki bizim yıllardaki eşcinsellerin geliştirdikleri önemli bir nitelik; kendilerini tanımlama/konumlama yetenekleri kadar (ve belki daha fazla) diyalog kurabilecekleri “karşı”yı keşfebilme yeteneklerini de geliştirmiş olabilmeleri..

“Karşı”dan kastınız tam olarak nedir? Biraz daha açabilir misiniz?

Aslında “karşı” kendinizden daha girift ve karışık. Hemcinsinden duygusal anlamda hoşlanan mı, sadece cinsel anlamda hoşlanan mı, kendini tanımlayamayan bir eşcinsel mi ya da ergenlik ve gençlik yıllarındaki ilk deneyimini karşı cinsle yaşamak isteyip yaşayamayan biri mi? Seçenek o kadar fazla ve karmaşık ki. Onlar kendi içlerinde bu karmaşayı yaşarken eğer siz kendinizden eminseniz hem duygusal hem de cinsel ilişkilerinizi bu karmaşaya rağmen yaşayabiliyorsunuz. Yani krizden fırsat çıkarmak gibi bir şey bu (Gülüyor).

O dönemde görünür ve önde olan ya da eşcinsel ortamınızın hayran olduğu sanatçılar var mıydı? Varsa kimlerdi?

Aslında bu konuda 2000’li yıllar sonrası daha şanslı fakat sanatçıdan kastınız popüler şarkıcılar ya da sanatçılarsa bizim dönemimizde de önde olan, bizim dinlediğimiz ya da “gay friendly” diyebileceğimiz şarkıcılar vardı daha doğrusu bunu hissediyorduk. Hissediyorduk çünkü, o dönemler Zeki Müren’in ya da Bülent Ersoy’un dahi bir satır açıklama yapmadığı ve ne ilginçtir ki toplumun da onları “Paşa” ve “Diva” diye ödüllendirdiği ama sizi öğrenirlerse (yani hetero kişilerin komşusu, arkadaşı, kuzeni, oğlu olduğunuz öğrenilirse) sizi linç bile edebilecekleri günlerdi. Ama bizlerin içimizde biraz daha fazla hissettiğimiz ve 2000’lerin Hande Yener’ine benzer Sezen Aksu ve Ajda Pekkan fenomenini unutmamak lazım. Ha bir de Tarkan. Tarkan’ın ilk çıktığı günü hatırlıyorum da. Okulda kızlar da bağırıyordu, erkekler de. E tabi biz de içten içe. Şanssız olduğumuz nokta ise o dönemde –tabi ki bulunduğun çevreyle de alakalı olabilir- Murathan Mungan’ın, Perihan Mağden’in romanlarıyla tanışamamız ya da geç tanışmamız. Özellikle bizim zamanımızda batı orjinli filmleri izleme imkanımız pek yoktu. Hatırlıyorum da bugün çığır açan eşcinsel temalı filmlerin başında gelen 2005’lerdeki “Brokeback Mountain” bile 2000’lerde batıda ve ülkemizde nasıl tartışma yaratmıştı. Oysa biz 1980’lerde veya 1990’larda bu tarz filmleri izlesek ya da şahit olsak da tartışma ortamı oluşturmaktan bile imtina ediyorduk.

80’li-90’lı yılları görmüş ve bugünkü dönemi de yaşayan biri olarak eşcinsellerin kendilerini ifade edebilmeleri açısından farklı ya da benzer oldukları konular noktasında neler söyleyebilirsiniz?

Sorunuzu beğendim ama “görmüş” deyince sanki Çanakkale Savaşı’nı görmüş gibi hissettim kendimi (Kahkaha atıyor). Bu yıllar çok uzak yıllar değil. Bugünlere büyük çoğunlukla temel oluşturan yıllar. O nedenle de iki dönem (günümüz ve 1990 öncesi) birbirinden ne farklı ne de benzer. Evet farklı. Çünkü, günümüzde eşcinseller daha görünür. LGBTİ yürüyüşleri, medyada-sinemada hem eşcinsel temalı yapımlar ve hem de her alanda eşcinsel olduğunu açıkça ifaden kişiler var. Ayrıca gece hayatındaki çeşitlenmeler ve en önemlisi dünyada legal olarak eşcinsel birliktelikleri onayan ya da eşcinsel hakları tanımlayıp nefret suçlarını yargılayan birçok ülke var. Ama genel perspektiften bakarsak maalesef ki ülkemiz açısından değişen pek bir şey yok. Evet, İstanbul’da ve hatta İstanbul dışında da LGBTİ yürüyüşleri ve toplantıları oluyor; eşcinsel mekanlar açılıyor ama “daha da muhafazakarlaştığını” iddia ettiğim Türkiye’nin eşcinsellere bakışının 80-90’ların bile gerisinde olduğunu düşünüyorum. Evet, bugün annelerimiz babalarımız ve birçok hetero arkadaşımız “gay-lezbiyen” kelimelerinin anlamını biliyor ancak bu kelimeyi bilmeden önce Zeki Müren gay olmasına rağmen onun o kimliğini ve eşcinselleri görmezden geldikleri bizim dönemimiz mi daha hoşgörülü yoksa kendi iradeleri ve istekleriyle gay ve translarla ilişkiye girip ardından onları öldürdükleri şu dönem mi daha hoşgörülü tam emin değilim. Bu biraz septik aydınlamacı Francisco Sanches’in “Hiçbir şey (ne) bilmediğimi bile bilmiyorum” yaklaşımına benzedi ama durum biraz böyle bence yani toplum benzer (ve hatta daha da  muhafazakarlaşıyor) ama yaşanılan gelişmeler elbette daha farklı. Esasen sorun şu ki toplumsal olay ya da olguları irdelerken pratiğe bakarak karar vermek bence her zaman doğru bir yöntem değildir. Bilimsel olarak bir karar verebilmeniz için yaklaşım kriterlerinin yani ölçüt/ölçeklerin ve süreçsel gelişmelerin diyalektik olarak iyi belirlenmesi lazım. Farklı dersek de yanılabiliriz benzer dersek de… Ben eşcinselliğimi açıkladığımda bugün bile işimden ve kariyerimden olabiliyorsam benzer midir sizce? Bu sorunun bile cevabı tam anlamıyla “evet” değildir. Biri de çıkar der ki “Bak o dönemde açıklayamıyorduk bile ama en azından açıklayabilmişsin” o yüzden daha farklı daha özgür bir ortam diyebilir.

Gittikçe muhafazakarlaştığını düşündüğünüz bir ülkede LGBTİ’lerin kendi haklarını korumak için neler yapmasını önerirsiniz?

Kamuda ve toplumumuzda özgürlükleri mücadele ile alma konusunda maalesef son derece kötü deneyimlerimiz var. 60’lı ve 70’li yıllardaki özgürlük ve eşitlik temalı devrimlerin sonuçlarına bakarak ya da en son yaşanan Gezi Hareketine bakarak bu durumu görebiliriz. O nedenle biz LGBTİ’lerin daha katı karşıtlıklarla karşılaşacağımızı söyleyebilirim. Bu da bizim gerek söylemsel gerekse eylemsel boyutta daha dirençli ve daha kuvvetli olmamızı gerektiriyor. Bence şu an LGBTİ hareketleri tarafından yapılan birçok şey doğru ve haklı. Tek eleştirim toplum ve medyadaki eşcinsel algısını değiştirme konusunda daha çok uğraşılması gerektiği ve özgürlükleri tanımlarken ya da talep ederken burjuva demokrasisinin “özgürlük” tanımından değil de sınıf perspektifli bir içerikle mücadele verilmesi. Eşcinseller için özgürlükçü fikirleri olduğunu düşündüğümüz çoğu kişi ve kesimin aslında heterodoks, erkek egemen ve muhafazakar/liberal anlamda özgürlükçü yaklaşımlarının olduğunu unutmamak burada önemli. Örneğin, son zamanlardaki birçok film ve diziden rahatsızım. Eşcinseller özellikle erkek eşcinseller; kıvırtkan, kadınsı, genelde moda ve sanat dünyasında çalışan tiplemeler. Eşcinsellerin en az herkes kadar erkek/kadın, herkes kadar tahsilli, herkes kadar genel müdür/temizlik görevlisi vb. olabildiğini anlatmak gerek. Bu algıyla mücadelenin yetersiz olduğunu düşünüyorum. Tabi bu algıyla mücadele için kimliklerini ifşa eden insanları ve şu ana kadar verilen tüm mücadelelerde yer alan kişilere son derece saygı duyuyorum. Bunun yanında daha fazla mücadele etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kısaca hepimiz gerekirse birer bedel ödeyerek kimliğimizin özgürleşmesine katkı sağlamalıyız. Ve bu mücadelemizi ülkemizin “öteki ve devrimci” dinamikleriyle birlikte yürütmemiz gerektiğini unutmamalıyız. Ben ülkemdeki ve dünyadaki bütün ötekilerin mücadelesini kayıtsız-koşulsuz ve amasız destekliyorum. Biz eşcinsellerin özgürlüğü, özellikle ülkemdeki ötekilerin özgürlüğü ile birlikte daha kollektif ve temel antagonizmayı daha iyi yorumlayabildiğimiz mücadeleler ile gelebilecektir. Bir de daha enternasyonel düşünmek ile…

Röportaj yapmayı kabul ettiğiniz ve samimi cevaplar verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Son olarak söylemek ya da eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Ben de böylesine güzel hazırlanmış bir röportajda yer aldığım için size, editörünüze ve tüm dergi ekibine teşekkür ediyorum. Kimliğimi gizlemeden, kimsenin kimliğini gizlemeden bu röportajları verip daha fazla katkı sunabileceğimiz günlere kavuşmak ümidiyle yayın hayatınızda ve bütün çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

3. SAYI
HOMOJENOkumak İçin Tıklayın!
İndirmek İçin Tıklayın!