Homojen Dergi’nin 4. Sayısını organize etmeye başladığımız günlerde çocuk temasını işleme fikriyle yola koyulduk. Bu aşamada ekip üyelerimizden biri “Yuva” filmini önerdi. Ben de filmin peşine düştüm. Filmin yönetmeni Ebubekir Çetinkaya’ya ulaşmamla beraber filmi kargo vasıtasıyla elime ulaştırdı.
Röportaj: İlker Bozkurt
Ebubekir Çetinkaya 1982 Diyarbakır doğumlu, Ege Üniversitesi gazetecilik bölümü mezunu, Marmara Üniversitesi Radyo Tv. Bölümünde yüksek lisansını yapmış, bağımsız belgesel film yönetmeni. Yuva filmine gelirsek eğer aslında bir belgesel film. Türkiye ve dünyada her gün yüzlerce çocuk ve kadın aile içerisinde cinsel tacize ve tecavüze uğruyor. Film bu noktada konuşulması zor olan bu konu hakkında cinsel istismara maruz kalan beş karakterin yaşadıklarını izleyiciye aktarıyor. Bu konuda bir farkındalık yaratma çabası da amacına ulaşıyor ve birçok festival, üniversite ve özel gösterimler sayesinde büyük bir kitleye ulaşıyor. Tabi ülkemizde filmden habersiz veya bu konuya kulaklarını tıkayan büyük bir çoğunluk hala mevcut. Yuva filmi 24. Ankara Uluslararası Film Festivalinde Belgesel Dalında En İyi Yönetmen, 5. Documentarist Film Festivali, 49. Antalya Uluslararası Altın Portakal Film Festivali, 17. Boston Türk Filmleri Festivali ve 2. Ayvalık Film Festivallerinde Mansiyon Ödülü alıyor. Hollanda Kraliyeti Başkonsolosluğu insan hakları fonunun desteğiyle yönetmenliğini Ebubekir Çetinkaya’nın yaptığı Yuva’nın müzikleri Cem Adrian’a ait. Filmin yapımcısı da Çiğdem Demirayak.
Şimdi dilerseniz lafı daha fazla uzatmadan filmin yönetmeni Ebubekir Çetinkaya ile yaptığım röportaja geçelim.
- Öncelikle yaptığın Yuva belgeseli için seni tebrik etmek ve emeğin teşekkür etmek isterim. Yuva belgeselini yapma fikri nasıl oluştu?
Derginin filme yer vermesi film ve benim açımdan çok kıymetli. Ben teşekkür ederim.
Aile içi cinsel istismar mevzusu, filme başlamadan önce sıkça duyduğum bir konuydu. Genelde birileri, bir tanıdığının, arkadaşının aile içi cinsel istismara uğradığını söyleyince başkaları benim de bir arkadaşım, tanıdığım aynı durumu yaşadı diyerek tanıklıklarını anlatıyordu. Madem herkesin bu kadar çok bildiği ve tanık olduğu bir mevzuyken neden bir o kadar da sessiz ve bilmiyormuş gibi davranan insan var diye anlayamıyordum. Bir gün Aktüel dergisinin bir sayısında “ensest “ ile ilgili bir haber okudum. Türkiye’de yaşanan Ensest’in, elektrik çarpması, trafik kazasında ölen insan sayısı yani bizim kanıksadığımız olaylar kadar yaygın olduğuna yer verilmişti.
Belgeselciyim ve benim de yapmam gerekenler var birey olarak. Bir doktorun, hemşirenin, öğretmenin, herkesin yapabileceği şeyler vardır. Ben de belgeselci olarak bu mevzuyu görünür kılmak istedim.
Yuva bir “belgesel film” çalışması. Sadece bir durumu, olayı belgelemek için yapılan bir belge çalışması değil, aynı zamanda artistik yönü olan da bir çalışma. En azından öyle olması için uğraştım. İmgesel, realitesi olan ve müzik ve renk gibi öğeleri de barındırdığından belgesel film diyebiliriz.
- Bu tür çalışmaları yapmak ülkemizde oldukça zor ve cesaret gerektiriyor. Bu belgeseli yaparken kimlerden destek gördün?
Açıkçası cesur olduğumu düşünmüyorum. Cesurum dersem etrafımdaki feminist kadınlara, LGBTİ aktivistlerine, çevreci aktivistlere ayıp etmiş olurum. Ben sadece çok etkilendim ve zaman verdim. Kadın örgütlerinden kendimi anlatabildiğim ölçüde destek gördüm. Finansal anlamda destek arayışım uzun sürdü, filmin kalitesi ve ekipte çalışanların ihtiyaçlarının karşılanması, çalışmanın maddi anlamda sekteye uğramaması için fon arayışım Hollanda Başkonsolosluğu’nun İnsan Hakları Fonundan destek almasıyla sonuçlandı. En büyük desteği hikayesini anlatan karakterlerden gördüm tabi ki. Bu konuyla ilgilenen avukat, doktor,öğretmen, anne, arkadaş birçok kişiyle iletişime girdim. Ve tabi tahmin edebiliyorsundur, her zamanki gibi yine bir avuç insan olduğumuzu gördüm. Bir avuç insan ama kıymetli.
- Belgeselde 5 karakter var. Bu kişilere nasıl ulaştın?
Bu konuda çalışan psikiyatr, hemşire, öğretmen,kadın kuruluşları var. Aile içi istismara uğrayanların destek almak için gittikleri kişiler bunlar. Onların paylaşımları oldu. Bazıları şans eseri karşıma çıktı. Ama bu süreç oldukça uzun sürdü. Herkes “benim bir tanıdığım var ama…” deyip gerisini getirmiyor ve biz de bu kişilere ulaşamıyorduk. Bunun çok zorlanabilecek konu olmadığını da bildiğimizden, zamanını bekledik.
- Bu kişiler nasıl belirlendi? Kişiler belirlenirken ve film çekim döneminde zorluklarla karşılaştın mı? Bunlar nelerdi?
Birçok kişiyle görüştük. Aslında çoğu anlatımlar benzerdi. Önemsediğim bazı noktalar vardı görüştüğüm kişilerin bize anlatırken bu anlatımdan kendilerinin ne kadar etkilenebileceğiydi. Bunun zor bir süreç olduğunu tahmin edebiliyordum. Mesela bir karakterimizle konuşmak için 1 yıl bekledim. Destek aldığı danışmanı, 1 yıl sonra beni aradı ve “danışanım filmde yer almak, bu konuda bir şeyler yapmak istiyor” dedi. Yani bu kişinin bir şey yapma isteği bile süreç gerektiriyordu ve ben bunu bekledim. Görüştüğüm herkes çok güçlüydü. Ben biraz içsel bir seçim yaptım. Yani durumu bana en iyi aktarabilen dilin izleyiciye de geçebileceğini düşünerek bu dili kullanana yer verdim. Bu bir seçimden ziyade zorunluluk da; çünkü filmin bir süresi, izleyicinin de bir sabır sınırı var.
Zorluklar mevzusuna gelince “ensest” dediğimiz an herkesin nedense rengi kaçıyordu. “Tebrik ederim, çok cesursun ama” ile başlayan cümlelerin ardı arkası kesilmiyordu. Yine de bulunduğumuz coğrafya ve gerçekleri göz önüne alarak ekibimle sabrımızı ve motivasyonumuzu yüksek tutmaya çalıştık. Çok kısa bir örnek vereyim, filmde bir kişinin gölgesine görüntü olarak ihtiyacımız vardı, o esnada yakınımda olan bir arkadaşa rica ettik, “buradan bir yürüsen de gölgeni çeksek” dedik. “Ya mevzu çok ağır, başkasının gölgesini çekseniz” dedi. Düşünebiliyor musun mevzunun gölgesi bile ağır geliyor insanlara!
- Belgeselin karar, araştırma, çekim ve tamamlanma süreci ne kadar zaman sürdü?
Karar kısmı aslında hemen oluştu, ben filmi çekeceğim dedim ve okumaya başladım. Gözlemledim. Mevzunun aslında bir çok problemlerin toplamı ve sonucu olduğunu görünce daha çok ezber bozmak zorunda kaldım. Aile,din,devlet,cinsiyet,kimlik, çocuk buna dair okumalar araştırmalar, paylaşımlar yaptım. Ekipte yer alan herkesin bakış açısına, vicdanına, diline, fikrine özen gösterdim. Biraz şahsi sebeplerimden, biraz da tanrının ara ara çelme takıp harici diskimizi silmesi, ışığımıza üflemesi gibi sebeplerle 2 yılda tamamlandı.
- Aile içi taciz, tecavüz eylemleri ile karşılıklı rıza olan ensest ilişkiler arasında ayırt edici bir çizgi var ve ülkemizde bu sürekli karıştırılıyor ve tartışmalara yol açıyor. Bu filmi çekmeden önce yaptığın araştırmalarda karşına çıkan, ülkemizden konu hakkındaki izdüşümler nelerdi?
Ben kavram olarak Ensest’i kullanmıyorum. Ensest ilişki kişilerin rızasıyla da yaşanabilir. Ha bu rıza nedir, cidden ilişkideki tarafların rızası var mı? Diye sorarsan tartışabiliriz bunu da ama benim araştırdığım ve filme aldığım konu bu değil. Benim ulaştığım ya da bana ulaşanlar zaten rızası olmayan, “istismar edilmiş” kişilerden oluşuyor. Ben bilerek “Aile” “cinsel” “istismar” kavramlarını da vurguluyorum ki bu kavramların içi biraz daha deşilebilsin. Filmde bu ilişkiden rahatsız olan, travma yaşayan kişilerin öyküsü var. Ensest ilişkiden rahatsız olmayan insanlara zaten ne ben ulaşmak istedim ne de onlar bana ulaşmak istedi dediğimde “aa! Ensest yaşanır mı? Destekliyor musun?” şeklinde sorular ya da tepkiler geliyor. Bu tepkinin sebebinin de ahlaki kaygılardan ötürü olduğunun farkındayım! Bu konu başka bir konu. Burada rıza kelimesi, razı olmak eylemi ahlaki kaygıların ötesinde tabi ki sorgulansın. Zaten bu filmin içeriği belli, birisi çıkıp ben ensest ilişkiyi isteyerek yaşıyorum beni de filme al demedi; çünkü filmin böyle bir teması yok. Ama genel olarak ensest adı altında yapılan araştırmalar ve çalışmalar da “aile içi istismara” uğrayan kişileri konu alıyor.
- Avrupa’da yaşayan biri olarak aile içinde yaşanan cinsel istismarları Avrupa ve Türkiye ekseninde değerlendirmeni istesek, ne gibi farklar göze çarpıyor?
Avrupa’da çok kısa aralıklarla olabiliyorum. Güzide kozmopolit memleketimiz İstanbul’da yaşıyorum. Avrupa’da aile içi cinsel istismarla ile ilgili bir kıyaslama yapacak kadar gözlemim olmadı. Ama bizde ölümlere, travmalara yol açan mevzuların burada bahsi bile edilmediği bir gerçek. Yani yaşanan toprakların politikası ciddi anlamda sorunsal kimlikler veriyor bize. Eminim ki filmdeki karakterlerimin anlatımı da öyle, bu topraklarda bunu yaşamak mevzuyu daha da çıkmaza sokuyor, çözüm yollarını tıkıyor, hatta sorunun çözümü bir yana, yeni sorunlara sebep oluyor.
Şu anda HIV+ ile yaşayan bireylere dair bir çalışma içerisindeyim. İspanya’dayım. Bizim memlekette HIV+ ile yaşayanlar her an sabaha uyanabilecek miyim korkusunu taşırken İspanya’da HIV+ ile yaşayanlar HIV+ olduklarını hatırlamıyor bile. Pozitif bireylerin yapmaları gereken tek şeyin bu aşamada ilaç almak olduğunu biliyor ve ilaçlarını alıyorlar. Burada insanlara dokununca bilmem kaç yüz tane travma işitmiyorsun. Ama düşünsene HIV+ bireyler için “aids veba gibi bulaşıyor” diye haber yapılan bir memlekette yaşanan travmayı, nefreti! Bu farkı da tabi politikalar yaratıyor. Travmalar da politiktir!
- Çocuk cinsel istismarı ve pedofili,hukuki açıdan en ağır cezaların verilmesini gerektiren suçlardan biri. Fakat ülkemizde doğru bir zemine oturtulmamış durumda ve iyi hal veya takdiri indirimlerle cezalar hafifletiliyor. Ülkemizde de çok sayıda çocuk bu durumu yaşayıp büyük travmalar geçiriyor. Aile ve sosyal politikalar bakanlığının da olmayan çalışmaları ortada. Bu konuda neler söylemek istersin? Çözüm olarak sence neler yapılabilir?
Güncel bir değişiklik yaşandımı yasalarda bilmiyorum şu anda. Ama pratikte, çocuklara tecavüz eden badem bıyıklıların korunduğunu görünüyoruz! Sayısız meşrulaştırılan çocuk yaşta evlilikler var…Tecavüzün, istismarın derecesi, yakınlığı kişiyi ne kadar etkiler o çok içsel bir durum. Ama uzmanlar en yakını, güvendiği kişiden zarar görmenin çok daha ağır olduğunu dile getiriyor. Bakanlık dediğin kurumu tanımıyorum.
- Belgesel sonrası nasıl tepkiler aldın? Bu çalışma senin hayatında neleri değiştirdi?
Belgeseller insanları ciddi anlamda değiştiren, besleyen çalışmalar. Bir şey üzerinde yüz kez düşünmeyi öğrendim diyebilirim. Bazı duygularla yeniden tanıştım. Dinlemeyi keşfettim. Uzun uzun dinledim. Amacım bir mevzuyu görünür kılmaktı sanırım, bir belgeselin yapabileceği kadar da oldu. Milyonların belgesel izlediği bir ülkede yaşamıyoruz ama bu oranda çok ilgilenen oldu. İnsanların bu konuda düşünmeye başladığına inanıyorum. Bir gösterim sonrası, bir kadın söyleşi esnasında “kızım şu an evde ve gidip bir an önce bakmak istiyorum” dedi. Bir filmle insanların paranoyak olmayacağından eminim ama yüzleşmeye başlayabilirler.
- Ülkemizde LGBTİ’lerin yok sayılması yıllar geçtikçe olumsuzluğa doğru ivme kazanmış durumda. Son olarak Onur yürüyüşlerine de müdahaleler yaşanıyor. Bu konuda neler söylemek istersin?
Ülkemizdeki LGBTİ’ler başka ülkelerdekilerden çok farklı; güçlü ve politikler. LGBTİ herkes aktivist olmak zorunda kalıyor, bu da bir arı kovanına çomak sokmak anlamına geliyor. LGBTİ’ler renklerinin hakkını verip kürt, ermeni, roman, yezidi demeden herkesin yanında yer aldılar ve haliyle destek de topladılar. Son onur yürüyüşünde cinsel kimliğini LGBTİ olarak tanımlamayan bir sürü kişi de vardı ve haliyle bu da “erk”te bir korku yarattı. Bakıyorsun başka yerdeki LGBTİ bireyler sadece moda, erovizyon konuşuyor bizimkiler de alarmda öldürülen travestiler, yok edilen doğa için bir ömür harcıyorlar. Hayat bu kadar zor olmamalı. Apolitik olmayı arzulamıyorum tabi ama bir ömür sadece politikaların mermilerine zırh olmakla geçmesin lütfen. İnsanlar sevişebilsin. Sevişmek işte, bunun üzerine daha ne denebilir ki…
- İlerleyen dönemde yeni çalışmaların olacak mı? Yeni projeler var mı?
Sadece hayvan belgeseli çekecek kadar nezih bir hayat arzuluyorum hepimize. Yok edilmemiş ormanlarımız kalsın, umarım. Şu anda HIV+ ile ilgili bir çalışma içerisindeyim…
- 5 yıldır yayında olan ve daha çok LGBTİ’lerin yazarlık yaptığı Ayı sözlük ve Homojen dergi’ye tavsiyelerin, söylemek istediklerin nelerdir?
İyi ki varsınız…” Ayılar, arı kovanına çomak sokmaya devam” ….J
Çok teşekkürler Ebubekir, çalışmalarında başarılar diliyorum.