Evde sinema keyfi: 10 Film Önerisi

Hazırlayan: mr nobody

CAİRO 678

Mohamed Diab’ın yönetmenliğini yaptığı 2010 yılı Mısır yapımı naif, sade ve hedeflediği geri dönüşü gayet alan film. Uzun zamandır alışık olduğumuz Hollywood’un şaşalı efektli filmlerinden sıkılanlar için en önemlisi bağımsız ve pek bilinmeyen filmlere kapılarını açmak isteyenler için bulunmaz Hint kumaşı. Festival filmlerinize giriş kapınız olabilir.


Filmin konusu cinsel tacize maruz kalmış, farklı kesimlerden üç kadının mücadelesini en objektif haliyle, feministlik propagandasına kaçmadan anlatıyor. Film Kahire 678 veya Cairo 678 diye de geçmekte. Öğrenilecek çok şey var. Mısır’daki ya da İslam dünyasındaki taciz olayların hat safhasını kadınların korkularını ve Mısır’ın durumunu gözler önüne sermekte, özellikle Fezya yani Bushra‘nın oyunculuğuna kapılabilirsiniz. Rolün havasını yakalamış ve filmi sürükleyip götürmüş bazı sahnelerde -argo olacak ama- yok ebesinin nikâhı dediğiniz oluyor. İçinde bulunduğumuz sosyal olaylar ve özellikle kadına karşı şiddet, taciz ve tecavüz durumlarına bir nebze empati yapmanızı sağlayabilir. Kesinlikle izlenmesi gereken filmler listenize dahil edin. Seyredin beğeneceksiniz.

 

 

Buda as Sharm Foru Rikht

Ülkemizde “Utanç” ismiyle gösterime giren Hana Makhmalbaf’ın ilk uzun metrajlı filmi. “Bir heykel bile bütün bu şiddetten, insafsızlıktan ve bunların getirdiği çöküşten utanırdı.” sözleri üzerine yola çıkan Hana, etkileyici ve bir o kadar da derinden etkileyen bir film ortaya çıkardı.

Filmin konusu Buddha heykelinin yıkıntıları arasında yaşam kavgası veren ailelerin bulunduğu bölgede yaşayan 6 yaşındaki Afgan kızı Baktay’ın tek isteği komşularının oğlu Abbas gibi okula gidebilmek ve okulda öğretilen güzel hikayeleri okuyabilmek. Çocukların savaşı bir oyun zannetmesi, Barkay’ın okumak için sarf ettiği çaba, küçük erkek çocuklarının kaçırdığı küçük kızlar, simgeler ve betimlemeler… Çocuksu oyunların ortaya çıkarttığı yıkıcı durum…
Bölgenin tüm gerçekliğini acımasızca ortaya koyması ile film gerçeklik sınırlarına oldukça yaklaşmıştır. Ne kadar müthiş olursa olsun hassas bünye sahiplerine ben yine de önermiyorum. Aklınızdan ömür boyu çıkmayacaktır zira. Filmin ana fikri ise: “Baktay, ancak ölürsen özgür olursun.”

 

 

The Perks Of Being A Wallflower

Film aynı isimli kitaptan uyarlama. Kitabın yazarı Stephen Chbosk senaryonun da yazarı. Aynı zamanda da filmin yönetmeni. Türkiye’de vizyona ‘’Saksı Olmanın Faydaları ‘’ olarak girdi.

Emma Watson’ı Harry Potter’daki Harmony rolünden farklı bir karakterde izlemek isteyenler için gayet çok cazip. Hüzünlendirdiği sahneler bir yana izlerken insanın neşesine neşe katan, sıcak bir film.
Konusu çok fazla işlenmiş bir konu olsa da anlatım tarzı çok başarılı. Şimdiye kadar kitap & film sektöründe Amerika’da lise çağında yalnız kalmış, ezik çocuğun yaşadıkları konsepti bu kadar çok ısıtıp ısıtıp önümüze serilmeseydi, sömürülmeseydi belki de değeri çok daha fazla olabilirdi ama yine de zorlu yoldan gitmeyi tercih ederek farklı bir dilde, farklı karakterlerle birlikte sıyırmayı başarmış ve biraz da olsa orijinal olabilmiştir.
Ezra Miller ve geleceğin yıldızlarından lanse edilen Logan Lerman filmin diğer başrolleri.

 

 

THE HELP

“The Help” artık klasikleşen ırkçılık konusunu anlatan bir kitap uyarlaması. Türkiye’de ‘’ Duyuların Rengi ‘’ adıyla vizyona girdi. Filmde özellikle yan karakterlerin oyunculukları olağanüstü. Viola Davis, Jessica Chastain ve Octavia Spencer kelimenin tam anlamıyla döktürüyor.

Film tamamen gerçek olaylardan besleniyor, bugün demokrasinin bekçisi gibi gördüğümüz bir ülkede yaşanan korkunç ayrımcılığı ve ırkçılığı hiç etrafında dolaşmadan ama suyunu da çıkartmadan anlatıyor. Evet, filmin karakterlerinin salt iyi-salt kötü oluşu gibi oldukça klişe bir anlatım tarzını benimsemiş olması bir eleştiri olabilir ama bu kasıtlı bir seçim ve filmin içine girmenizi kesinlikle engellemiyor. Dönem filmlerinin en iyilerinden biri. Evlerin tasarımı, siyahilerin yaşadığı evlerdeki koku, his, renk… Her şey o kadar harika bir şekilde yansıtılmış ki elinizde olmadan filme ellerinizle dokunuyorsunuz.

Not: Film 2011 yılında Octavia Spencer’a en iyi yardımcı kadın oyuncu Oscar’ını kazandırmıştır.

 

 

MAR ADENTRO

Alejandro Amenabar’ın yönettiği, Javier Bardem’in başrolünde oynadığı ötenazi gibi hassas bir konuyu politize etmek yerine, yaşanan durumun insani boyutunu vurgulayan bir film.

Çok büyüleyici, etkileyici, seyrederken mantığını düşündüren, mantığını düşündürürken de kalbi yoran, kalbi yorarken mükemmel çekilmiş ve gidişata uymuş sahnelerle bir daha etkileyen, aslında bunların hepsinin yani izleme süresince hissedilen her şeyin birbiriyle çok başarılı bir etkileşim içerisinde ortaya konmasının güzelliğin de en önemli noktayı oluşturduğunu düşündüğüm film.

Geçirdiği bir kaza sonucu 30 yıl boyunca yatağa mahkûm kalan bir adamın hayatını sonlandırması konusunu ele alıyor. Ötenazi hakkındaki düşüncelerinizi sorgulamanızı sağlayacaktır.

 

 

INCENDIES

Lübnan asıllı Kanadalı Wajdi Mouwad ‘ın tiyatro oyunundan uyarlanan dokunaklı film. Türkçeye “İçimdeki Yangınlar” adıyla çevrilmiş film. Wajdi’nin yönettiği bu filmle artık her filmi heyecanla beklenecek bir yönetmen sınıfına ulaşmıştır. Bazı şeyler o kadar acıdır ki görmek istemez, duymazlıktan geliriz. İncendies’in bu kadar etkileyici olmasının sebebi işte buradan kaynaklanıyor, filmi izlerken o acıyı hissediyor ve kaçamıyorsunuz. İzleyeli aylar olmasına rağmen filmi her hatırlayışımda içimdeki yangınlar yeniden alevleniyor, boğazımda bir düğüm, gözlerimde yaşlar oluşuyor. Denis Villeneuve, son yılların unutulması en güç filmlerinden birine imza atmıştır.
Hikâyesi bu topraklarda yasayan insanlara hiç yabancı olmayan, iç içe geçmiş birçok öyküyü barındıran film. Savaşın yıkıcılığını, insanın hayatını nasıl mahvettiğini çok çarpıcı anlatıyor, uzun zaman kendinize gelemiyorsunuz. Oyunculuklar, müzikler müthiş.

 

 

Prayers For Bobby

Mary ve Bobby Griffith’in hayatlarını anlatan muhteşem bir film. Gerçek bir hayat hikâyesinden yola çıkılarak yazılmış bir roman ve ustalıkla beyaz perdeye yansıtılmıştır. Oyuncuların muhteşem performansı sizi filmin içinde gibi hissettirir, zaten hayatta sürekli gördüğümüz bir manzara ve yansıtılana yabancılık çekmeyeceksiniz.
Filmin iki ana öğesi var: toplum ve ailesi tarafından oldukça sevilen birinin eşcinsel olduğunu açıkladıktan sonra sevdiklerinden uzaklaşması yalnızlaşması süreci. Diğer tarafta ise oldukça dindar olan bir annenin oğlunun eşcinselliğini tanrı sevgisi ve dindarlıkla ortadan kalkacağını düşünerek oğlunu belli kalıplarına sıkıştırmasını anlatıyor.

Her ailenin mutlaka izlemesi gereken LGBTİ konulu film özellikle Sigourney Weaver’in oyunculuğuyla kendinizi filmin içindeymiş gibi hissetmenizi sağlıyor.

 

 

The Normal Heart

1981 yılı başlangıçlı olmak üzere AİDS’in ilk tanımlanışı, ilk vakalar, hastalığa verilen ilk tepkiler, ABD gay örgütleri ve yaşamları üzerine oldukça başarılı ve cesur bir yapım. Olayın mağdurları, tarafları, siyasiler, protestocular, doktorlar açısından dönemin şartlarını anlamak gayet mümkün.

Film bir nevi Los Galacticos yani yıldızlar topluluğu Mark Ruffalo, Taylor Kitsch, Julia Roberts, Jonathan Groff, Matt Bomer, Jim Parsons sadece bazıları. Filmin değindiği konu ise çok hassas. HIV ile enfekte olan insanların henüz bu virüsün adının HIV olduğunun ve sonucunda AİDS’e dönüşebileceğinin bilinmediği 1980’lerin ilk yıllarında başlarından geçenler anlatılıyor filmde. Virüse karşı duyarsız kalan ve tek derdi ötekileştirmek olan heteroseksist/ataerkil/homofobik bir toplum HIV’in sadece eşcinsel erkeklerde görülen bir virüs türü olduğunu zanneden ve bu virüsün adını “gey kanseri” koyan insanlar var filmde. Tek sorun bu da değil aslında. Hastalığın sadece geylerde olduğunun düşünüldüğü bu yıllarda eşcinsel topluluklar da kendi içlerinde kendi haklarını nasıl savunacaklarına dair fikir ayrılıklarına düşüp birbirlerini aşağı çekmeye çalışıyor, birlik olup seslerini duyurabilmek varken!

 

 

The Martian

Alien’in yaratıcısı Ridley Scott’ın Andy Weir’in romanından uyarladığı yeni uzay temalı filmi. Başrollerinde Matt Damon, Jessica Chastain, Jeff Daniels, Kate Mara, Sean Bean, Chiwetel Ejiofor gibi yıldızlar var.

Filmin konusu ise Mars gezegenine astronotların gönderildiği bir görevde Mark Watney isimli astronot şiddetli bir fırtına sonrası öldü sanılarak ekibi tarafından terk edilir. Fakat Watney hayattadır ve kendisini Mars’ta yapayalnız bulur. Elindeki sınırlı olanaklarla, zekâsını ve dayanıklılığını kullanarak dünyaya yaşadığına dair bir sinyal göndermeye çalışır. Milyonlarca mil uzakta NASA ve uluslararası bilim insanları da astronotu kurtarmak için çareler aramaya başlar.

Matt Damon’ın kör talihi hâlâ devam ediyor. Er Ryan’ı Kurtarmak ve Interstellar’da kurtarılmayı bekleyen mazlum Matt Damon bu filmde de kurtulabilecek mi?

 

 

A L‘interieur
Her Fransız filminde olduğu gibi sanatsal esintilerin içinde bulunduğu bir Fransız gerilim-slasher filmi. Doğumuna bir gün kalan kadının doktorunun önerisi ve kendi isteğiyle o son geceyi evde tek başına geçirmesiyle dikkatlerin yoğunlaştığı film, kadının o gece biri tarafından rahatsız edilmesiyle devam ediyor ve ardından olaylar tüm hızıyla gelişiyor. Film annelik isteğinin, intikamın ve hayatta kalma içgüdüsünün arasında geçen mücadeleyi anlatıyor ve bunu tek bir mekânda hareketli bir biçimde seyirciye aktarmayı başarıyor. Gerilim ve merak son ana kadar sürüyor. Yaklaşık 70 dakika olan film bence izlenmeyi hak ediyor.

2. SAYI
HOMOJEN
Okumak İçin Tıklayın!
İndirmek İçin Tıklayın!