Gezi: Hollanda

TANRI DÜNYAYI YARATTI, HOLLANDALILAR HOLLANDA’YI…

İsviçre’de bulunabilecek en hüzünlü zamanlardan birindeyim belki; aralık ayında, Basel’den Almanya tarafında kalan tren istasyonundan Hollanda’ya doğru Delft’e biletimi alıyorum. Aklıma sadece kartpostallardaki köyleri, filmlerden kalan Rotterdam sahneleri ve kulağıma gelen Amsterdam’daki özgür gece hayatı geliyor.

Hazırlayan: muahhhh

Trenim 22:00′ da hareket edecek. Basel’de kendi kendine konuşan çok alımlı sarışın bir kadınla,trenin gelmesini bekliyorum. İçim rahat çünkü Almanya’daysanız treniniz 22:00’da gelecek dendiyse treniniz 22:00’da gelir. Yanımdaki güzel giyinmiş alımlı sarışın kadın hâlâ kendi kendine konuşuyor gülüyor. Kendimi İkinci Dünya Savaşı zamanlarının İsviçre’sinde hissediyorum.

Beni bekleyen on saatlik bir yolculuk var ve bu gecenin sabahında Hollanda sınırlarında olacağım. Tam 22:00’de tren geliyor; yağmurlarla beraber, ne İsviçre olabilmiş ne Almanya olabilmiş bu şehre hoş çakal diyorum.

Sabah Delft’e gitmeden önce bir aktarma yapmam lazım. Bu beni fazlasıyla strese sokuyor çünkü aklımda Kuzey Avrupalı netliği var: “Bilmiyorsan kendi başına öğren.”

Yorgunluktan tüm gece uyumuşum, gözlerimi Rotterdam yakınlarında açıyorum. Gözüme ilk ilişen Rotterdam’ın o modern, 21. yüzyıl medeniyeti kokan görüntüsü ve çok daha yakınlarda bir camii… Evet, bir camii… 21. yüzyılla alakası olmayan, sonradan Suudi Arabistan tarafından yapıldığını öğrendiğim camii… İlk aklıma gelen, bu kadar büyük ve silueti bozan bir kilise bir İslam ülkesine yapılsaydı ne olurdu?

Artık Hollanda’dayım.

Yaşı otuza yakın olanlar bilir o çocukluk şarkısını; İsveç, Norveç, Danimarka, Belçika, Hollanda… Şimdi o şarkının son adresindeyiz.

Yolculuk boyunca sayısız kanallar görüyorum. Hepsi son derece simetrik keskin hatlarla, adeta çizilmiş gibi. Köyler ünlendikleri kadar güzel, yeşil ve şirin. Bir yerden Heidi ve dedesi çıkıp süt satsa şaşırmazsınız. Bu kadar ilerde bir sanayi toplumundan, ön yargılarımdan dolayı bu kadar doğal bu kadar güzel köyleri beklemiyordum.

Trenden iniyorum ve gerisi bana kalmış. Gördüklerimi aktarayım:

Öncelikle Hollanda’ya sadece uyuşturucu ve özgür seks ülkesi olarak bakmayın. Çünkü bundan çok daha fazlasıdır Hollanda. Muhteşem, öğrenilmeye, araştırılmaya değer bir tarih mirasları, muhteşem müzeleri sokaklar, kanalları olan son derece uyumlu sevecen insanların ülkesi.

Belirli miktarda bazı uyuşturucu türlerini bulmak kolay, ama Hollandalılar için hâlâ bunları kullanıyorsanız “Ya turistsiniz ya loser.”

Ben yolcuğuma Delft’den başladım. Buraya Amsterdam’dan daha Hollandalı diyebilirim. Yine şahane kanalları ve şehrin ortasında eşcinsel nikâhların da kıyıldığı, eski zamanlarda kralın taç törenlerinin de yapıldığı şahane bir kilise var.

Delft’te beni karşılayan iki arkadaşımdan da bahsetmek isterim. Kendileri gay bir çift ve tam 20 yıldan fazladır resmi olarak evliler. Son derece sevecen ve Türkiye’ye karşı ilginç bir şekilde büyük bir hayranlıkları var.

Evlerinde kaldığım gay çiftle daha sonradan çok iyi arkadaş oluyorum ve beni aile yemeğine davet ediyorlar. Bu benim için çok iyi, çok güzel bir fırsat oldu. Böylelikle Hollandalıları daha yakından tanıma fırsatım oldu.

İlk izlenimim şu ki bu adamlar sahiden uzun. Her yerde kendinizi tıfıl hissediyorsunuz. Onu geçersek bizi en çok şaşırtacak taraflarından biri eve girerken ayakkabılarını çıkarmamaları. Evin köpekleri bile dışarda gezip, hiç sıkıntı olmadan evin içine girip çıkabiliyor.

Hollandalılar son derece cana yakınlar. Benim beklediğimden çok daha fazla hem de. Klasik Kuzey Avrupalılar, Almanlardan çok çok daha anlaşılması kolay ve Fransız snopluğu hiç yok. Bu adamlar nasıl eğlenileceğini çok iyi biliyor. Genelde özellikle erkekler biralarını ayakta içiyor. Tabi kahkahaları ve şahane muhabbetleriyle. Ama burada biraz dikkatli olmalı. Hollandalıların espri anlayışı biraz sert. Hiç ummadığınız anda bizim kültürümüzde hakaret sayılabilecek bir espri yapıp kahkahalar atabilirler. Özellikle fiziksel özelliklerinizle veya aidiyetinizle ilgili şakalarda çok da kalbiniz kırılır mı diye düşünmüyorlar.

Özellikle aklınızdaki “Lgbti bireylere karışan eden hiç kimse yok.” düşüncesini tamamen yıkın. Bizzat bu ülkenin yerlisinden son derece homofobik insanlar çıkabiliyor. Tanıştığım gaylar arasında, ailesinin baskısı yüzünden evinden ayrılan bir gay vardı. Bizzat benim gay rehberlerim tarafından aile ortamında her şeyi anlatmak zorunda olmadığım konusunda tatlıca uyarıldım. Aile yemeğindeki yapılan ibne şakasına bile buz kesen sadece ben, yani sadece bir Türk’tü.

Toplumun genel bir muhafazakârlığı var gibi geldi bana. Ama bu muhafazakârlık dini bir muhafazakârlık değil, değişime karşı bir muhafazakârlık. Toplumca her şeyi tartışabiliyor olabilirler, ama bu zaten Avrupa’nın neredeyse tamamında insanların geri kafalı etiketi yememek için sesini çıkaramadığı bir olay. Bizde nasıl ki çok kolayca vatan haini, din düşmanı ilan edilebiliyorsa insanlar; Hollanda gibi batı Avrupa ülkelerde de kolayca geri kafalı, çağ dışı damgası yiyebiliyor insanlar. Muhafazakârlıkları bu anlamda geldi bana. Çok dinamik bir toplum mu bilemiyorum. Özellikle bireyler gördüğüm kadarıyla kendi hayatlarında, çok büyük değişimler içine girmiyorlar. Yine de suç oranı çok düşük. Zaten nerdeyse hiçbir şey de suç değil, öyle de bir durum var.

Biz Türkler bir Hollandalıyla sağlıklı bir ilişki yaşayabilir mi? Öncelikle Hollanda’da eşcinsel evlilikler uzun yıllardır yasal ve hatta bu konuda ipi ilk göğüsleyen ülkelerden. Tipik bir Türk ile tipik bir Hollandalının mutlu olabileceğini sanmıyorum. Bizdeki yılış yılış sevgi gösterilerine, ilgi beklemelerine çok da karşılık verecek adamlar değiller. Ama bizden daha netler ve ilişkilerinde daha sadıklar. Sarışın ve sadık olsun yeter diyorsanız, sizi hemen Hollanda’ya alalım. Yine de dürüst bir şekilde sekste sınırları da zorluyorlar, fantezilerine yetişmek mümkün değil. Özellikle gayler için aklınıza gelmeyecek fantezilerde, saunalarda, darkroomlarda, cehennemin kapılarını sonuna kadar açabilirsiniz.

Avrupa’nın en büyük Gay Pride’larından biri Amsterdam’da yapılıyor ve bu yıl Europe Gay Pride yapılacak ki katılımın 1 milyonun üzerinde olması bekleniyor. Şimdiden yerlerinizi ayırtın. Yoksa sonradan yer bulmanız çok zorlaşacak.

Yediklerimden, gördüklerimden sonra Hollanda mutfağı diye bir mutfak olup olmadığından pek emin değilim ama çok güzel yaptıkları soslar, tatlılar var ve tabi ki bu adamların kitabını yeniden yazdığı peynir. Çikolatalı muffinlerini denemeden sakın dönmeyin. Özellikle patates ve tavuk yemeklerinde kullandıkları soslar muhteşem. Ama Türk damağına yakın olduğu söylenemez. Şimdi bir kâğıt kalem alıp denenecek lezzetleri not edebilirsiniz:

-Stroopwafel,

-Speculaas,

-Kiebeling,

-Macadamia,

-Knoflooksaus (Sarımsaklı, yoğurtlu mayonezli sos),

-Banana chips (Muz kızartması)

-Sugar snaps.

Buradan Amsterdam’a geçelim. Amsterdam ilk önce Central Station’da I AMSTERDAM yazısının önünde fotoğraf çekildiğinizi kabul ediyoruz. Red Light District’i muhakkak gördünüz ve tabi ki çoktan kanal turu yaptınız. Bir kafede esrarlı kekinizi de yediniz. Bisiklet kiraladıysanız dikkat edin, çünkü çok fazla bisiklet hırsızlığı oluyor.

Benim için Amsterdam’daki en etkili yer Anne Frank’in şu an müze olan ve 2. Dünya savaşında iki yıl saklandığı eviydi. Muhakkak Anne Frank’in günlüklerini okuyun ve müzesini ziyaret edin. Özellikle Van Gogh müzesini ve vaktiniz varsa tüm müzeleri tek tek gezin.

Sonrasında muhakkak görülmesi gereken yerlerin başında Keukenhof (Lisse), Kinderdijk’teki o güzelim yel değirmenleri, Markthal Rotterdam, Utrechte kanallar turu, Rotterdam hayvanat bahçesine Arnhem’deki açık hava müzesini kesinlikle listenize ekleyin.

Ama ne olursa olsun Hollanda’ya gitmeden önce Rembrandt’ı, Van Gogh’u araştırmadan, Hollanda tarihini, deniz ticaretlerini okuyun. Hollandalıları ve Hollanda’yı ancak o zaman anlayabilirsiniz.

Hollanda’ya bir kere gitmeniz yeterli, nasıl olsa bir daha gideceksiniz.

5. SAYI
HOMOJENOkumak İçin Tıklayın!
İndirmek İçin Tıklayın!