Günlerden bir gün deli olduğunu düşündüğüm bir kadın Almanya’dan Türkiye’ye döner. Adı Dilruba Saatçi’dir. Ünlü bestekâr İsmet Nedim Saatçi’nin kızı. Hayallerinin peşinden koşmayı sınır tanımaksızın ilke hâline getirmiş ve oyuncularına da “Gücünüzün farkına varın.” diyerek, bu doğrultuda adımlar attırıp uçsuz bucaksız düş evrenlerinin kapılarını ardına kadar açarak istikrarlı bir şekilde bu yoldaki sonsuz aydınlığı görmeleri için bir yol gösterici olmuştur.
Ve bir tiyatro topluluğu kurar. Ağır beden ve oyunculuk eğitimleri verirken bir yandan da toplumun kanayan yaralarına parmak basma derdindedir bu deli. “Sorumlusu benim!” diyerek cesaretini ortaya koyar ve bende de şimşekler çakar: “Neden bu oluşumda ben de olmayayım?”
Dedim ya kanayan bir yaradır toplumumuzda öteki olmak. Zira LGBTİ bireylerden oluşmaktadır bu tiyatro topluluğu. Adı Grup Opal.
Bu güçlü duruş beni de heyecanlandırır ve Grup Opal’e katar. Sıkı bir eğitim sürecinin ardından Saatçi’nin John Gay’in “The Baggers Opera”sından esinlenerek yazdığı “Üç Kuruşluk Mahalle Dersleri” adlı oyunumuz doğar. Oyunun şarkılarını ise değerli usta Yılmaz Onay yazar mamafih benim şarkım Dilruba Saatçi tarafından yazılmıştır, yoğun isteklerim üzerine zevkle söylediğim. Aynı zamanda Saatçi yine kendisinin yazıp oynadığı “Fikriye ve Latife – Mustafa Kemal’i Sevdim” adlı tek kişilik oyunuyla ülkede büyük yankı uyandıracaktır.
Yılmaz Onay oyunun provalarını izlemek üzere bizimle buluşmaya gelmiş ve çok etkilenmiştir, bunun tiyatrodan öte bir oluşum olduğunu yine oyunla ilgili yazdığı yazılarında anlatacaktır.
Oyun şöyle başlar:
Aşkın, ihtirasın, sahtekârlığın, ikiyüzlülüğün, ihanetin, korkunun ve sevginin aynı anda yaşandığı dünyamıza hoş geldiniz. İsterseniz bizi sevin, isterseniz sevmeyin, isterseniz bize kızın, isterseniz bize sarılın ama ilk önce tanıyın.
Oyuncular öteki ya medya bundan korkar. Travestilerin üç kuruşluk mahalle dersleri diye haber yapılırken birçok basın mensubunun oyunu izlemesi üzerine ön yargılar kırılır ve artık haberler “Şu tarihte, şu saatte, şu mekanda mutlaka izlemeniz gereken bir oyun.” şeklinde basında yer almaya başlar. Oyun interaktiftir ve mizanseni de buna müsait olduğu için seyirci olarak izlemeye gelen ve LGBTİ birey olmayan kişiler de oyunumuza bir noktada dâhil olmuşlardır. Tarifi olmayan bu hazlarla tiyatro benim özgürlük alanım olmaya başlamıştır. Bir röportajımda da söylediğim gibi “Demek söylemek istediklerimiz varmış.” isteyen anlar.
Söylemek istediklerim, söylemek istediklerimiz var, derken bunu da Grup Opal’in “Medea” projesine saklıyorum. “Üç Kuruşluk Mahalle Dersleri” bir daha oynanır mı bilinmez ama şimdi “Medea” için kollar sıvanmış durumda.
Medea Havva rolünü oynayan tüm Lilith’lere…Angard!…
Ve dahası ve bence Medea her birimize bireysel olarak hitap edecek ve o bir ezber bozan olacak. Bu beni heyecanlandırıyor. Sanki bütün bildiklerimiz, bütün öğrendiklerimiz bütün öğreneceklerimiz arasında geçen bir zaman dilimi gibi.
Şu zaman kavramını da pek sevmem ya! Farkında olup bir sürü şey öğrendiğinde arada geçen zamanı bilmek istememek gibi, hayatı bir çırpıda yaşamak gibi, göz açıp kapamak gibi, bilinmez derin sularda korkuyla batmak gibi, pencerelerden bakmak gibi, asırlarca yerinde saymak gibi, orada öylece durmak gibi…
Ama zaman bu, durmuyor işte ve bence sen de…
“Zaman” aklımda kaldı, yapacak hiçbir şey yok.
Bir şeyler vardır, hatırlarsın, hatırlayamazsın
Orada durur kopuk kopuk,
Hiçbir yere gitmezler.
Gitmeliler mi, gidemezler mi ya da giderler mi?
Bu nasıl bir bağ? Kopuk kopuk…
Anı olamaz,
Doğar, büyür yaş almaz.
Zaman durur!
Ve her şey orada biter
Sevgiyle…
Yazı ve resim: Didem Soylu
1. Sayı