Röportaj: Demet Sağıroğlu

Bu mesleği yapmaya ilk ne zaman karar verdiniz ve bunu anladığınız an ne zamandı? İlk sahneye çıktığınız an ne hissettiniz?

Kendimi bildim bileli müzikle ilgiliydim. Ütü kordonları mikrofonum, tuvalet kağıtları sahne elbisemdi. İlk doğru düzgün bestemi 11 yaşında yapmıştım ve tanıdığımız bir konser piyanistinin “İlginç, hem pop hem TSM ve 3 makamı bir arada kullanmış.” dediğini hatırlıyorum. O yaşlarda bahçe duvarının üzerinde bazen sakız, bilye, toka karşılığı Ajda Pekkan, Sezen Aksu ve Nilüfer’den şarkılar bir de yabancı şarkılara söz yazar söylerdim. Sonra o şarkıları birileri yazar, tv’de söylerdi ve ben şarkım çalınırmış gibi hissederdim. Şiirlerim okul gazetesinin dışında büyük bir gazetede yayımlanınca çok gururlanmıştım. Müzik ve kitaplar benim sığınağımdı. Meslek olarak hep doktorluk, avukatlık, mühendislik vs. ye yönlendirildiğim için hiçbir zaman ünlü olma hayali içinde olmayan, iç dünyasında hep müzikler çalan bir kızdım. Sadece müziğe daha yakın olmak istiyordum. İlk konservatuar isteğim ilkokul bitiminde babam tarafından engellenmişti. İkinci girişimimi 17 yaşında habersiz yapmaya karar verdim ve Ankara Devlet Konservatuarı şan bölümü sınavlarına girdim, yedeğe kaldım. Ailenin onayı gerekiyormuş. 3 ay sonra 18′ im desem de onlar da babam da “Yok.” dediler. Ertesi sene Bilkent Güzel Sanatlar Grafik bölümüne kayıt yaptırıp derslere başlamıştım ki bir gün derse müzik fakültesinden biri geldi ve Ahmet Kanneci’ nin beni çağırttığını söyledi. Yine gizlice girdiğim Bilkent Üniversitesi şan bölümünün sınavında 1. olduğumu ve tam burs kazandığımı öğrenince artık müziğin hayatımda hep olacağını hissettim. Babamın küskünlüğüne rağmen grafik bölümüne yatırdığı parayı anlamlı bir konuşmayla babama iade edip müziğin kalbine giriş yaptım. 3. sene bursumu kaptırınca İ.T.Ü. Devlet konservatuarı TSM şan bölümüne geçtim. Operacı olacakken bir anda farklı bir branşa geçince daha ne olacağımı düşünmeden Kayahan ağabeyimle tesadüfi tanışmam, sesimi duyması ve Eurovision Şarkı Yarışması teklifinden sonra sahneye adım atmalarımda  hep düşüncelerim nasıl güzel söyleyebilirim, nasıl heyecanımı yenebilirim’ lerdi. Sahnede titrerdim ilk zamanlar. “Ün” kısmını hiç düşünmedim. Zaten utangaç bir tiptim. Kendi kendine oldu. Dikkat çektim. Vokallerim sevildi ve kendimi pop sektörünün içinde buldum. Birkaç yıl sonra mesleğimin pop şarkıcılığı olmasına karar verdim ve okul hayatımı bıraktım.

“Eurovision Şarkı Yarışması eşcinsel yarışmasıdır.” gibi yorumlar ülkemizde sıklıkla öne sürülmekte. Aslında bu durum eşcinsellerin her yerde ve her meslekte olmalarıyla ilgili. Bu bizim ülkemizde göze batıyor. Eurovision şarkı yarışmasına katılmış bir sanatçı olarak son yıllarda ülkemizin yarışmaya katılmamasını nasıl yorumluyorsunuz? 

Yani siz Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmama sebebimizin bu söylentiler yüzünden mi askıda olduğunu söylüyorsunuz? Gülerim buna, üzülürüm de… Avrupa birliğine girmek isteyen bir devletin politikası inşallah bu çağda, bu zihniyette değildir.

Pop müzik dendiğinde ülkemizde ilk akla gelen sanatçılarından birisiniz. 90’lı yıllardan günümüze gelindiğinde neler değişti, o yıllar ile günümüzü karşılaştırabilir misiniz?

Samimiyet azaldı. Herkes, her şey sıradanlaştı. Duygular, hisler…Kopyalar, kopyalar… Şarkılar monoton, ritimler monoton, resimler, sesler digital. Her şey, herkes para istiyor, çark otomatiğe bağlanıyor. İyi olan ne varsa ender yakalıyorsun. Bir rutine bağlandı sanki her şey, aynı insanlar, benzer şarkılar… Söylediklerime kendimde bile rastlıyorum ve canım sıkılıyor.  Bu rutine dahil olmamak için ortalarda pek görünmüyorum. İşime inandığım zaman görünmeyi, her zaman ortalıkta olmaya yeğlerim. Kendi şarkılarımda bile bin bir kusur buluyor ve çok zor beğeniyorum artık. Ne olacak bilmem. Bu söylediklerim pop müzikle ilgili. Arada bir farklı, samimi birileri çıkıyor tabii ama eskiye göre daha ender çıkıyor artık. En azından benim kulak zevkim için.

Arnavut Kaldırımı isimli parçanıza çektiğiniz klibiniz Avrupa’da 3. Olmuştu. Bu ülkemiz için oldukça önemli bir başarıydı. “Kınalı Bebek” parçanızın klibi de MTV’de yayımlanan ilk Türk pop kliplerinden biriydi. Kınalı Bebek klibindeki gibi cesur klipleri günümüzde hâlâ görememekteyiz. Bunun sebepleri sizce nelerdir?

Söz edilen bir klibin olması için klibin bir iddiası olabilmeli. Ne anlattığı, şarkıyla uyumu, ışık, dekor vs hepsi bir bütün olmalı. Bir görseli olmalı. Şarkı ve bütçe uygunsa sanatsal şölene bile dönüştürülebilir bir klip. Bol bütçeli kliplerde bile baldır bacağa verilen önem, işin sanatsallığına verilmiyor bu devirde artık sanırım.

Son albümünüz “Hiç özlemedin mi?” başarılı bulundu ve oldukça olumlu yorumlar aldı. Bu albüm beklentilerinizi karşıladı mı? Hedeflediğiniz yere ulaşmadıysa eksik kalan şey neydi?

Bizim dünyamızda promosyon her şeydir.

Aslında her türden müzik dinliyorsunuz ve söylüyorsunuz bildiğimiz kadarıyla. Farklı bir müzik türünde albüm yapmayı düşünüyor musunuz?

Her şeyi söylerim. Ruhuma hitap etsin yeter ki. Projelere açığım.

Birlikte sahne almak istediğiniz bir Türk ve bir yabancı sanatçıyı size sorsak?

Türk sanatçıların hemen hemen hepsiyle sahne aldım, yabancı sanatçı Elton John.

Eski popüler parçalarınızın yeniden düzenlemesiyle oluşabilecek yeni bir albüm çıkarmayı düşünüyor musunuz? Yeni projeleriniz var mı?

Düşünüyorum, ama bakalım.

Keşke bu şarkıyı ben söyleseydim, dediğiniz bir şarkı var mı?

Hangi birini sayayım? 🙂

Ayı Sözlük 4 yıldır yayınına devam ediyor. LGBTİ bireylerin homofobiye, transfobiye, nefret söylemlerine, ötekileştirmeye maruz kalmadan daha özgürce yazabilecekleri bir platform olmayı amaçladık. Ayrıca genç bireylerin toplum ve çevre baskısı sebebiyle kendilerini kabul etme süreçlerinde yalnız olmadıklarını hissettirmeye gayret ediyoruz. Ayı Sözlük’ten nasıl haberiniz oldu ve dışarıdan bir göz olarak sözlüğümüzü nasıl yorumlarsınız? Bize önerileriniz nelerdir?  

Benimle ilgili yazılmış entrylere rastladım bir gün, ayrıca bu vesileyle yorum yapanlara da teşekkür ve sevgilerimi iletiyorum fırsat bulmuşken. Tartışmaların, konu başlıklarının, bilgilendirmelerin özüne inmek isteyen her kesim, her meslekten insanların ilgisini çekebilen bir sözlük Ayı Sözlük. Bana en az 10 yıllıkmış gibi geldiğiniz için benim size bir önerim olamaz. Demek ki doğru yoldasınız. Çok başarılı bir siteniz var. Halk algısında oluşturulmaya çalışılan lgbti birey portföyünün yıkımı için büyük bir imkan. Her meslekten lgbti bireylerin katılımlarıyla, kalite ve seviyeyi yüksek tutarak homofobik kitlenin düşüncelerinde değişim yaptıracak ve inşallah da kendi kendini sorgulatacak bir site. Emeğinize sağlık tekrar. Kutlarım.

Sanat, sinema, müzik ve benzeri, halk tarafından tanınan meslekleri yapan bir çok lgbti ünlüler olduğunu biliyoruz. Fakat kendilerinin yönelimlerini gizlediklerini ve lgbti hakları için hiçbir çaba içerisine girmediklerini gözlemliyoruz. Hatta birçok eşcinsel ünlü, homofobik tavırlarıyla bu mücadeleye destek olmak yerine toplum içinde nefret doğuruyor. Bizler toplumla iç içe yaşayabilmek ve heteroseksüllerle eşit haklara sahip olabilmek için mücadele ediyoruz. Amerika ve Avrupa’da olduğu gibi Türkiyeli ünlü eşcinsellerin de bu mücadelenin en önemli parçası olması gerektiğine inanıyoruz. Eğer bir lgbti birey olsaydınız ve yine ülkede tanınan, sanat dünyasından biri olsaydınız cinsel yöneliminizi gizli mi tutardınız, yoksa bunu cesurca söyler miydiniz? Konu hakkında düşünceleriniz nelerdir?

Bence yaşadığın ülkeye de bağlı biraz. Hollanda’da, İngiltere’de, İsveç’de yaşasaydım hissettiğim zaman, Türkiye’de 40-50’li yaşlarda söyler, Suudi Arabistan ya da İran’da hiç bir zaman söylemezdim herhalde.

1982 yılında kurulan Boston Gay Men’s Chorus haziran ayında İstanbul Zorlu Center PSM’de konser verecekti ve biletleri de satışa sunulmuştu. Sonrasında homofobik medyanın baskısı üzerine konser iptal edildi. Boğaziçi Üniversitesi’nin çabalarıyla konser yine de gerçekleştirildi. Ücretsiz düzenlenen konsere Serra Yılmaz dışında ülkemizden hiçbir tanınmış isim katılmadı. Aşkın, Sanatın ve müziğin cinsiyeti olmadığını düşünüyoruz. Homofobiyi ve transfobiyi özellikle sanatçılara hiç yakıştıramıyoruz. Sanatçıların bu konuya duyarsız ve ilgisiz kalışını nasıl yorumluyorsunuz? Eksik olan veya ülkemizde çekinilen şey nedir? 

Ben toplumun bir kesiminin bu konuda ikiyüzlü olduğunu düşünüyorum. Bundan 40 yıl önce Zeki Müren’i sanat güneşi yapan da, kaç senedir Bülent hanımı eller üstünde taşıyan da, homofobik duygularını iktidara göre değiştiren de bu toplum. Eğitim ve algılatma biçimi çok önemli.

Haziran ayında 13. Kez düzenlenen Onur Yürüyüşü Ramazan ayı olması bahane edilerek hiçbir bilgilendirme yapılmadan Valilik tarafından engellendi. Yürüyüşe katılan binlerce kişi polis şiddetine maruz bırakıldı. Oysaki bir hafta önce yine istiklal’de yürüyerek ülkede şeriat isteyen gruba bile müdahale edilmemişti. Amerika’daki tüm eyaletlerde eşcinsel evliliğin serbest bırakılması, Avrupa ve dünyada birçok ülkede eşcinsellere bu hakların tanınması söz konusu. Aksine ülkemizde hem kadınlara hem de lgbti bireylere karşı nefret cinayetleri, nefret söylemleri, intiharlar, homofobi ve transfobinin arttığını görüyoruz. Bu durumu ve yürüyüşün yasaklanmasını nasıl yorumluyorsunuz?

İnsanlık ve medeniyet seviyesinde inanılmaz bir geri gidiş gözlemliyorum. Her kesimde saygı-sevgi eksikliği, şiddet-öfke artışı var. Şefkat ve empati kelimeleri unutturuldu. Birbirine düşürülmeyen kalmadı. Kendinden geçen insan sürülerinin bir kısmı da lgbti bireylerine saldırıyor. Dertlerini, hınçlarını, hazımsızlıklarını kusuyorlar. Aykırıya, farklılığa karşılar ya… Zannediyorlar ki onlara zarar verirlerse dünya temizlenecek, herkes kendi gibi olursa dertler bitecek. Ah be canım kardeşim! Milletin uçkuruyla uğraşacağına önce kendi zihnini, yüreğini geliştirsen dünya o kadar güzel olacak ki, demek geliyor içimden. Ama bu devirde zihinler biraz bloke bu konuda. Ne diyebilirim? Her zamanki gibi kınıyorum yasaklamayı.

Eşcinsel evlilikler ve eşcinsellerin evlat edinebilmeleri konusunda ne düşünüyorsunuz? Ülkemizde bu haklar sizce serbest bırakılacak mı?  

Ülkemizde zor. Üzülerek söylüyorum, ufuk çizgisinde bile görünmüyor ne yazık ki.

Ülkemizde kadınların ve lgbti bireylerin yaşadıkları sorunları hem kendi hayatlarımızdan hem de zaman zaman medyaya yansıdığı için görebiliyoruz. Amerika’da da yaşamış biri olarak “toplumsal cinsiyet” konusunda iki ülkeyi karşılaştırmanızı istesek Türkiye’nin eksikleri sizce nelerdir? 

New York’ da lgbti bireylerinin herkes gibi birbirlerine özgürce yakınlaşmaları olağan. Her birey gibi el ele, sarılarak, yanak yanağa görebiliriz ve heteroseksüel insanlardan bir farkı yoktur kimse için. Rahatsız etmeyi bırakın, bakmaz bile kimse. Burada her insan kültürü, inancı, kıyafeti, cinsiyeti, ırkıyla bir bireydir ve eşit haklara sahiptir. Herkes birbirine saygılıdır.  Zarar veren cezasını ağır öder. Değil şiddet, sözle tacizin bile cezası vardır. Türkiye’nin  eksiği eğitim ve doğru bilgilendirmeme. Medeniyet eğitimsiz olmaz.

Bize zaman ayırdığınız için ve samimiyetiniz size çok teşekkür ederiz. Tekrar görüşmek ümidiyle.

Ben teşekkür ediyorum. Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum.

Röportaj: İlker Bozkurt

1. Sayı

1. Sayı

Okumak için tıkla

İndirmek için tıkla

1 Trackbacks & Pingbacks

  1. 1. SAYI – HOMOJEN

Comments are closed.