Zulmün Artsın Ki Tez Zeval Bulasın

Korktuğunda zulmü daha da artar muktedirin. Çünkü bilir her ne kadar şatafata, altına ve yaldıza sahip olursa olsun bir gün yerle bir edilecektir sarayı. Bu yıkımı geciktirebilmek için mümkün olduğunca her karşıt sesi susturmaya çalışır, müthiş bir baskı ortamı kurarak korku imparatorluğunu inşa eder ve gözdağı verir kitlelere; “Bana karşı çıkanın sonu kimliği ne olursa olsun işte böyle olur!”

Hazırlayan: Pisinge

Hikayemiz tam olarak da buna dayanıyor. Vakti zamanında diyarın birinde zalim bir muktedir varmış. Her iktidara geldikçe gücünü sağlamlaştırdığını düşünüp kötülüğünü de artırırmış, kötülüğüyle beraber korkusu da artarmış tabi. Çünkü günün birinde kurduğu imparatorluk elbet sarsılacakmış. Zulmettiği kişilerin kendisinden hesap sorma ihtimali bile uykularını kaçırmaya yetiyormuş. Hal vaziyet böyle olunca,  düşmanlığı git gide artmış. Bir yandan halkın kendisini desteklediğinden bahsediyormuş. Öbür yandan ise kendisine karşı olan kişileri halktan soyutlamaya çalışıyormuş. Bu kişiler halktan kişilermiş ama buna rağmen muktedir tarafından hain ya da kökü dışarıda olarak nitelendirilmişler. Böylelikle bir cadı avı başlatılmış. Ülkenin öğrencileri, öğretmenleri, yazarları, gazetecileri ve doktorları kısacası her kesimden insanı tutuklanmaya başlanmış. Özellikle hedef tahtasına aydınlar konulmaya başlanmış. Zalim muktedir, yapay düşmanlıklar yaratmaya çalışıp toplumu olabildiğince ayrıştırmaya çalışmış. İnsanları düşman ilan ettikten sonra, kendisinin bu düşmanlara karşı mücadele ettiğini duyurmuş. Bu düşmanlar öyle fena düşmanlarmış ki allah korusun şayet kendisi yönetimde olmasaymış halkın ve ülkenin durumu nice olurmuş. Eğer bir gün kendisi gidecek olursa ülkenin başı belalardan kurtulmazmış. Gitmesini isteyenler de ülke üzerinde hain emelleri olan iç ve dış düşmanlarmış zaten. Bu yüzden hain emeller gerçekleşmesin diye hep başta kalmalıymış. Zalim muktedir propagandasını bu şekilde yapadururken, elbette ona “yeter artık” diyerek zulmüne karşı çıkan onurlu insanlar da varmış. Bu insanlar seslerini yükselttikçe zalim muktedir çıldırmış ve bu insanları zindana hapsetmeye başlamış. Öyle ki zindanlar yetmez olmuş, yeni zindanlar inşa etmeye karar vermiş. Ama bir türlü susmuyormuş kendisine karşı çıkan sesler. Meydanları da yasaklamaya başlamış, kendisine karşı organize edilen her toplantıyı yasak ilan etmiş. Yasak ilan edemediklerinde ise silahlar ve bombalar susmamış. Böylelikle insanlar korkacak ve kendisine karşı yürüyüş yapmak için bir araya gelemeyecekmiş. İstediği tam olarak buymuş çünkü korkudan beslenirmiş imparatorluğu. Yalana dayalı egemenliğini sarsmak için ülkenin aydınları sahneye çıkmış bu sefer. İçlerinde gazeteciler, akademisyenler, yazarlar ve doktorlar varmış.

Muktedirin çıldırmasına rağmen geri adım atmamışlar. Aydın dediğin halkla birlikte geleceği bugünden inşa edermiş çünkü. Bu yüzden aydın sorumluluğunun gereği direnmeyi tercih etmişler. Tarihten bilirlermiş ve ondan güç alırlarmış. Ülkesi Nazi faşizminin buyruğu altına girdiğinde, bilimsel faaliyetlerini Nazi işgaline karşı sürdüren, laboratuvarını cephaneliğe çeviren Frederic Joliot Curie’den; Markopaşa dergisinde yazdıklarından dolayı dönem dönem ırkçıların hedefi haline gelen, dönemin iktidarı tarafından “kökü dışarıda” nitelendirmesine “yanlış siyaseti bazı başyazarlar gibi dalkavukça övmediğimiz için mi kökümüz dışarıda? Biz hürriyetin üzerine çul mu örttük? Cüzdanlarımızda yabancı bankaların defterleri mi var?”  cevabını veren Sabahattin Ali’den bilirlermiş. Bilirlermiş ve onurlu aydın tavrının gereklerini yerine getirirlermiş. Zalimin sözcülüğünü yapmayı tercih edip hünkar altınından nemalanma gibi bir alternatifleri olmasına rağmen “dayak, yağma, talan, ölüm, zindan ve sürgün pahasına da olsa milletin menfaatine olan hakikatleri söylemeyi” * tercih ederek Sabahattin Alilerin izinden yürümüşler.

Bu hikayenin sonu henüz yok. Biziz çünkü bu hikayenin parçası ve yaşayanı.

Ama şunu çok iyi biliyoruz ki; her zalim eninde sonunda tarihin çöplüğünde yerini alır.

Elbette bu hikaye de bu gerçekliğe göre sonlanacak.

Nasıl ki bugün Hızır Paşaları, Nesimi’nin derisini yüzenleri, Bruno’yu diri diri yakanları, Nazileri lanetle anarken;  köpekleri dahi zalimin sofrasına oturmayan Pir Sultan Abdallardan, Nesimilerden, Brunolardan, Frederic Joliot Curielerden onurla bahsediyorsak; yarın bugünün insanlarından bahsedildiğinde bir yanda onurla anılanlar bir yanda ise lanetle anılanlar olacak.

* sözün aslı “biz misalini dahi gördüğümüz ve her gün kulağımıza bir haberi uçulan dayak, yağma, talan, ölüm, zindan ve sürgün pahasına da olsa milletin menfaatine olan hakikatleri söyleyeceğiz.” olup Sabahattin Ali’ye aittir.

6. SAYI

HOMOJENOku

İndir