Gezi: Beyrut

İYİ Kİ VARSIN BEYRUT, İYİ Kİ VARSIN GÜZEL VATAN…

Öncelikle şunu söylemeliyim; Seyahatlerin en güzeli Gay arkadaşla olanı…

Benim hem bir arkadaşımla hem de özellikle gay bir arkadaşımla ilk yurtdışı seyahatimdi. Herşey gay arkadaşla beraber gittiğimiz spor kulübünde başladı. Her zamanki gibi ilişkiler, terapiler ve kimin kimle yattığı üzerine konuşup bahse girerken, o sıralar hayalim olan (ve sonradan gerçekleştirdiğim), Marsilya tatilinden arkadaşıma bahsettim. Etraflıca düşündükten sonra (Tabii ki bu yalan, hangi gayin söz konusu gezi olunca etraflıca düşündüğü görülmüş, yereller seksi mi değil mi hepsi bu) arkadaşımın da hayalinin Beyrut olduğunu öğrendim. Geçmişte Beyrutlu bir beyle birlikteliği olmuş ve hayalleri Beyrut’a beraber gitmekmiş. Ve herşey böyle başladı. Growlr ve hornette kısa bir şehrin ziyaret edilecek yerlerine bakınca Beyrut’a gitmeye karar verdik, çünkü neden olmasındı… Arkadaşımın da dediği gibi, herşey yerinde yenmeli ve Lübnan mutfağı çok meşhurdu…

Araştırmalardan sonra gördük ki o da nesi? Lübnan’a vize yok. Bayrağındaki sedir ağacına kurban olduğum, nasıl eziklerse bize bile vize uygulamıyorlar. Bir sebep daha gitmek için.

E peki nasıl gidilir, nerden binilir, kaça patlar, nerde kalınır? İşin en eğlenceli kısmı da bu aslında. Ben tatille ilgili herşeyi seviyorum, bilet bakmaktan otel ayarlamaya, plan yapmaktan growlr kasmaya kadar herşeyi.

Diğer firmaları bilmiyorum ve şu an sizin için zahmete girip internetten bakamayacağım ama Pegasus’un haftanın hergünü Beyrut’a karşılıklı seferleri var ve zamanında bilet alırsanız gayette uygun oluyor. Vize masrafı olmadığı için Avrupa seyahatlerinden çok daha ucuza geliyor. Biz gidiş dönüş biletlerimizi 550 liraya aldık.Vize başvurusu olmadığına göre ve saatlerce Nancy Ajram ve Myriam fares, Elisa, Feyruz dinlediğimize göre, Beyrut’a gitmemizin önünde hiçbir engel kalmamıştı.

Pegasus’un gece 23:00 uçağıyla Sabiha Gökçen’den yola çıkıyoruz. Yanınıza almanız gereken en önemli şey prezervatif. Bolca stoklayın. Onun dışında iklim İstanbul ile aynı. İstanbul’a göre valiz hazırlayıp yola çıkabilirsiniz.

Ben arkadaşımdan daha heyecanlıyım sanırım. Çünkü ilk kez Ortadoğu’ya uçuyorum ve neyle karşılacağıma dair hiçbir fikrim yok.

Otelimizin adı Le Comodor. Bence gayet nezih ve uygun. Beyrut’un El Hamra denilen, müslümanların çoğunlukta yaşadığı bölgesinde bulunuyor. Giderseniz tavsiye ederim, güvenebilirsiniz. Havuzu güzel ve yürüme mesafesi koli bulma ihtimali çok yüksek. Kahvaltıya değinmeyeceğim bile çünkü Lübnan’da yediğim herşey bir sanat eseriydi.

Gece 01:00 sularında Beyrut’a iniyoruz ve varan bir; arap yolcular pilotu alkışlıyor. Hep gazetelerde eski Türkiye’ye dair okuduğum bu ana şahit olmak çok ilginçti. Aslında Lübnan’a gittiğinizde genel olarak böyle bir hava var. Sanki 30 yılın öncesinin Türkiye’sine gidiyorsunuz. Bir nevi zaman yolculuğu…

Havaalanında bizlere vize yok ama doldurmamız gereken belgeler var. Polislerde pek dil bilmiyor. Arapça bilmiyorsanız biraz can sıkıcı bir durum bu. Alabiliyorsanız bir Lübnanlıdan yardım alın. Belgelerimizi doldurduktan sonra, sıraya giriyoruz. Tabii ki Türk turistlerde bir havalar bir havalar.. Sanki hepsinin ejderyası var. Sahiden ne kadar havalı bir halkız.

Sırada dikkat etmeniz gereken husus şu; sıraların birinde Lübnan vatandaşları diğerinde diğerleri ya da çerçöp yazıyor şimdi tam hatırlamıyorum. Bizim gibi ısrarla diğerleri sırasında beklemeyin. Lübnan vatandaşlar sırası boşsa, götün götün ilerleyince polisler ordan da işlem yapıyor. Ama öncesinde asla burdan da geçebilirsiniz demiyorlar.

Nihayet sıradan çıkıyor, resmi olarak 3 aylık vizemizi aldıktan sonra Beyrut’a giriş yapıyoruz. Tabii ki Allahın emri olduğu üzere öncesinde bir taksiciden kazık yememiz gerek.

Varan iki; daha önce konuştuğumuz tüm Beyrutlular, taksiciye 19 dolardan fazla vermeyin demesine rağmen, taksici ağzını  kaf dağından açıyor. Sirti Sirti diyip duruyor. Meğer bu sirti otuz demekmiş. Hayır arapçada değil. Beyfendi ingilizce konuşmaya çalışıyor. Yani söylemek istediği thirty. Çaresiz kabul ediyoruz. Pazarlığa yanaşmıyor.

Aman neyse deyip Le Comodor’daki odamıza kendimizi atıyoruz. Ben hala yol boyunca aldığım mistik Beyrut havasındayım. Ohh bee turistiz..

İlk gecemizde televizyonu açıyor yatağın üzerinde mezdeke oynuyoruz. Derken kanalın birinde haberler var, bir bombalı eylem anlatılıyor arapça olarak zannımca. Ve arkadaşım bombayı patlatıyor:

-Ne düşünceli insanlar, sırf yabancılık çekmeyelim diye eğitim videosu koymuşlar.

Bir bakmışız ki fena halde acıkmışız. Gecenin üçü olmasına rağmen çok yakında Barbar diye bir mekanın sabaha kadar açık olduğunu taksiciden öğrenmiştik. hemen şıkır şıkır giyinip çıkıyoruz dışarı ve yine burda arkadaşımın unutulmaz bir repliği daha kazınıyor:

-Barbar never sleeps..

Barbar’da lahmacun yiyoruz ama herşey ayrı güzel görünüyor. Kesinlikle çok lezzetliler.

Efendim o gece geç saatte yattıktan sonra sabah erkenden kahvaltıya iniyoruz. O da nesi kahvaltı çok güzel. Ben her birine ayrı bayıldım. Çalışanlar çok kibar ve yardımsever.

Kahvaltımızı yapar yapmaz, Hamra’dan başıboş avareler gibi şehri keşfetmeye çıkıyoruz. Hamra caddesinden boylu boyunca ilerliyoruz. Osmanlı’dan kalma bir camiide tuvalete gidiyoruz. Bir daha da hiç bir camiiye uğramadık Allah affetsin. Camiideki amca iyi niyetliydi bu arada. Beyrut çok ilginç bir şehir. Yüzde 60 ı müslüman ki bunların da bir kısmı şii. Yüzde kırkı ise hristiyan. Ermeni çoğunlukta var, bir de ölüm grubu resmen, hizbullah. Tüm bu gruplar kendi mahallelerine çekilmişler ve herbiri yaşadığı semtten diğerinin hangi gruba ait olduğunu biliyor.

İlk gün sokak satıcılarından pidemizi yiyip, cadde üstünde kahvemizi içiyoruz. Hepsi de çok lezzetli. Bizim İstiklal’e benzeyen bu caddedeki kiliseleri, dışı güzel olan binaları geziyoruz, heryerde elli tane fotoğraf çekildiktan sonra eski bir metruk yapının içine dalıyoruz. Çok ilginç bir şekilde burada fotoğraf çekebilir miyiz diye ingilizce soruyorum ve kadın, beni anlamadığından, bir çocuğu çağırıyor. Çocuksa benle sadece fransızca konuşabileceğini çünkü ingilizce bilmediğini söylüyor. Fransızca bilmem burada çok işime yarıyor.

Çocuk bizi ‘Bu binayı boşverin daha güzeli var’ diyip başka bir yere götürdü. Ben inşallah totomuzu kesmezler diye düşünürken çocuğun bize çok büyük bir iyilik yaptığını fark ettim. Burası sanat galerisi tarzında bir yer ve içerde henüz ünlü olmamış sanatçılar var. Binadaki kiracı ressam arkadaşla bir süre konuşuyoruz ve ertesi gün akşam bir etkinlik olduğunu öğreniyoruz. Tekrar geleceğimize dair söz veriyor ve ordan ayrılıyoruz. O arkadaşı şimdi facebooktan eklemediğime çok pişmanım.

Şehrin sokaklarında kaybolduktan sonra, otelimize dönüyoruz. Ve benim olmazsa olmazlarımdan, havuz. Annem beni havuzda mı doğurmuş bilmem ama gittiğim yerlerde denize veya havuza giremeyeceksem hiçbir şeye yaramayacakmış gibi geliyor.

Ben havuzu denizi ne kadar seviyorsam, arkadaşım bir o kadar sevmiyor. Ben havuzda serinliğe kulaç atarken, o otelin internetini sömürüp growlr, hornet kasıyor. Ama hay Allah bir cacık yok. Arada bulduklarına beraber bakıp, çatal dilimizle yorum yaparken benim aklımda bir anda şimşikler çıkıyor..

-Aaaaa Allah kahretmesin. Burası Beyrut kızzz. Bunlar grindr kullanır.

E tabii ya, Türkiye’de yasaklı olduğundan aklımıza gelmemişti ama yurtdışında grindr daha meşhur. Hemen grindrlar indirildi tabi. Ahh bacım sayemde erkek eline öyle dokundu.

Planımız şu, Harisa’yı görmek, Couchsurfing’te yakaldığımız bir etkinliğe, bir mangal partisine takılmak, güvercin kayalıkları ve denizin kenarında feyruz dinleyip acı çekmek. Malum olacağı üzere, bizimki eski aşkını yad edecek. Tüm bunlar için dört günümüz kaldı. İlk günü yedik bile.

İkinci gün Harisa’ya gidiyoruz. Büyük bir meryem ana heykelini, yüksekçe bir tepeye oturtmuşlar. Tepeye  teleferikle çıkılıyor. Çıktığınız yerde Meryem Anaya doyuyorsunuz. İncilin sürekli hoparlörden tekrarlanması, bir süre sonra 15 Temmuz’daki sela hissi yaratıyor. Her sözü ezberliyorsunuz. Muhakkak gidin görün, manzara güzel ama çok şey beklemeyin.

Ben Harisa yolunda bulduğum yeni dünya ağacındaki yemişlere keçi gibi dadanırken, yanı başımızdaki türbanlı arkadaşların Türk olduğunu fark ediyoruz. Hay aksi şeytan, arkadaşta atıp tutmadığını bırakmadı haklarında.

Harisa’dan dönerken yaşadığımız ilginç bir olayı da nakletmek isterim muhterem arkadaşlar. Açlıktan ayaklarımız titrerken bir restoran bulup çömdük. Garson geldi, biz kendi aramızda Türkçe konuşup ne yiyeceğimize karar verdikten sonra, ingilizce garsona sipariş verecektim ki o da ne , garson bize kırık da olsa Türkçe olarak, siparişinizi  Türkçe verebilirsiniz ben Türkçe biliyorum dedi. Efendim meğer kendisi Ermeniymiş. Tehcirle giden Ermenilerin torunlarındanmış ve onun sayesinde öğreniyoruz ki , Lübnan’daki Ermeni azınlık kendi aralarında hala Türkçe konuşuyormuş. Duygulanıyor üzülüyoruz tabi. Kendi adımıza biraz da utanarak…

Güzel bir kebap ve humus gömdükten sonra ki ikisini de muhakkak deneyin, ordan ayrılıyoruz. Daha sonra Türkçe bilen Ermenilerle bir kaç kez daha karşılaşıyoruz. Sahiden insan hayret ediyor.

Bizim karşılaştığımız Ermeniler son derece sempatik, canayakın ve arkadaş canlısıydı ama Beyrut’un birçok yerinde soykırım anıtları var. Bir Türk için tehlikeli olur mu bilmiyorum ama gördüğüm bir duvar yazısı da aynen şöyleydi:

‘There is no east Turkey, it is west Armenia’

Ayyh her anıtın önünde tekbir getirdik diyomuşum. Şaka tabii.

İkinci günün akşamı söz verdiğimiz üzere, sanatçıların olduğu etkinliğe gidiyoruz. Anlamadığımız dilde, arapçada şiirler şarkılar dinliyor, oyunlar izliyoruz. Biz de bir alkış bir alkış… Anlasak o kadar alkışlamazdık belki. Sahneye çıkanlar genelde fransızca ve arapça şiirler okuyor ama bir eleman var ki arapça bir gösteri sergiledi. Hiçbir şey anlamasam da vücüdu çok güzeldi. Soyununca six packler İstanbul’dan görünmüştür belki.

Aynı gece Felicina diye yarı Lübnanlı yarı Venezuelalı bir kızla tanışıyoruz. Bize o güzel elleriyle kahve yapıyor ikram ediyor. Sahiden çok tatlı çok şeker bir kız. Bir önceki sevgilisi Ermeniymiş ve ondan öğrendiği Türkçe bir sözü üzerimizde deniyor.

‘Senin ananı s..m’

Tövbe bismillah. Öğrene öğrene bunu öğrenmiş. Artık çocuğa neler ettiyse çocuk bunu söyleyip durmuş demek ki.

İkinci günü de böyle yedik ama o gün yaşadığımız macera dolu bir yolculuğu anlatmasam eksik kalır. Efendim dedik ki, heryere taksiyle gidiyoruz biraz halkın içine karışalım. Harisa’ya otobüsle gitmeye karar vermiştik. Otobüsü de ne yaptık ne ettik bulduk. Otobüs dediğime bakmayın, binince kendinizi Cezayir’deki lejyoner Fransızlar gibi hissediyorsunuz. Zaten her taksileri darbe almış, otobüsleri daha otantik.

Israrla sormamıza rağmen şoför bu otobüs Harisa’ya gider diyor. Ama tabii ki gitmedi. Üstelik bizi nerde indirse iyi! Beyrut’un Sancaktepe’sinde. O otobüsten indiğimizde, etraftaki tipleri görünce, ilk yaptığımız şey gördüğümüz bir askere doğru koşmaktı. Ama benim mango çantam, küpelerimizle, iki arkadaş, ikimizin  de bi abiyesi, bi topuklusu eksik. Allahtan Harisa otobüsü hemen yandaymışta kendimizi otobüse attık. Bizi defalarca o bölge konusunda uyarmışlardı, hele de Türk olarak daha da sıkıntı olabilir demişlerdi ama biz o bölgeyi ne yaptık ne ettik, kendimize çektik. Hele ikinci otobüsle giderken, yanımızdan YPG otobüsü geçince, arkadaşın söylediklerini aynen aktarıyorum:

-Şimdi tamamen eminim bunlar Dünyaya terörizm ihraç ediyor.

Gelgelelim üçüncü gecenin sabahına. Ben erkenden uyandım ama arkadaş gece koliye gitmişti o hala uyuyor. E kahvaltıya da tek inmek istemiyorum, grindr yardırıyorum. Grindr’da aynı otelde kaldığımızı fark ettiğim bir elemanla konuşup kahvaltıya beraber iniyoruz. Süleymaniyeli son derece arkadaş canlısı, sempatik bu adamla sonradan çok iyi dost oluyoruz ve hala sosyal medyadan görüşüyoruz.

Bugüne planımız şu, Couchsurfing’den bulduğumuz elemanlarla pikniğe gitmek. Hazırlanıp çıktıktan sonra, taksiciden yine bir kazık yiyip buluşma noktasına varıyoruz. Yeri gelmişken söyleyeyim, Beyrut’ta toplu taşıma sıfır. Metro zaten yok. Otobüsler gitmek istemiyormuş da gitmek zorundaymış gibi. Mecbur heryere taksiyle gitmek zorundasınız. Sıkı bir pazarlık yapın. Yoksa sürekli kazık yersiniz.

Mangal grubunda bir de Türk var. Allahın cezası, tam havalı olacağız bozuyor herşeyi. Neyseki o nedense yolda  geri döndü. Ekibin geri kalanı şöyle, bir Romanyalı çingene, bir Hintli, sayısız Fransız, Litvanyalı bir kız ve tabii ki Lübnanlılar… Ekip gayet keyifli.. Bizi Beyrut’tan bir hayli uzaklaştırıyorlar, manzara çok güzel. Ege sahillerinde geziyormuşsunuz gibi.

O gün sahiden çok eğlendik. Yenildi içildi gerisi sizi ilgilendirmez. Dönüşte hep beraber Roma’dan kalma Jbeil’e gidiyoruz ki muhakkak görün sahiden çok güzel, ha bu arada Hintli eleman eliyle Lübnanlı kıza pasta vermeye kalktı. O da ayrı dünya tabii..

Bu arada Vişnu affetsin, benim arkadaş Hintli çocuğa bayağı bi yazıldı ama olmadı. E artık Vişnuya bi adak adaması lazım.

Üçüncü günü de böyle yedik. Şimdi size anlatacağım iki hikaye var. Bir; Beyrut’ta gay barı nasıl bulamadık, iki güvercin kayalıklarını nasıl bulamadık.

İlk önce güvercin kayalıklarına gelelim. Bu güvercin kayalıkları, hani şu her Beyrut fotoğrafında olan, kapı gibi görünen denizin içindeki kayalıklar var ya bizzat onlar. Biz bu kayalıkları bulacağız diye, sıcağın alnında en az üç saat yürüdük. Ama yine de bulamayıp döndük. Kime sorsak anlamadı. Çünkü arapçada onlar güvercin kayalığı demiyormuş. Sonradan öğrendik. Bu saatten sonra da ne dedikleri umrumda değil. Ama bu yolculuk bize çok önemli bir anı bıraktı.

Efendim sahil tarafından yürürken, plaj demeye dilim varmıyor da, deniz fenerinin orada, bizim Kadıköy’deki kayalıklar gibi düşünün, denize giriyorlar. Ama sadece erkekler… Çünkü o bölge müslüman bölgesi.  Ama ne erkekler… Sağa sola bakıp söylediğimiz tek bir şey var:

-O neydi gız..

Hepsi ölümüne kaslı, ölümüne yakışıklı, yapılı.  Zaten nedendir bilmem, Beyrutlu erkekler spor delisi sanırım ve hepsi büyük ihtimalle protein hatta büyük ihtimalle ilaç kullanıyor.

Durup en az iki saat onları izledik. Ben denize de girdim burdan.

Şimdi gel gelelim gay barı nasıl bulamadık ve nerede kaybolduk. Deriin mi derin araştırmalarımızdan sonra öğrendik ki Beyrut’un Tekyön’ü, La Posche diye bir mekan. Yanımıza Süleymaniyeli’yi de aldık bir akşam çıktık yola. İnternetten de adrese baktık. Taksi çağırıp gideceğimiz sokağın adını söyledik. Taksici bizi bir yere götürdü, indik. Yanlış bir yer olmasını bir kenara bırakıyorum, orası hizbullah bölgesiymiş. Bizi defalarca uyarmışlardı. Arada hizbullah kimlik kontrolü bile yapılıyormuş. Gecenin bir saati, gay bara gitmeye çalışırken hizbullah bölgesinde kaybolan üç ortadoğulu gay düşünün. Gerçi burada ortadoğulu olmamız büyük bir avantaj, ilticaya alışığız, Norveçli falan olsak belki biraz panik olurduk. Sağa sola dönüp dururken, bir türlü mekanı bulamıyoruz. En sonunda ben gençten birini bulup adresi sordum. Çocukta Suriyeli bir mülteciymiş. Oraya sadece erkek seven erkekler gider diye bizi uyardı. Ama tabi kimle muhatap olduğunun farkında değildi galiba.  Tabii içimizden çocuğa ‘sus kız adresi göster yeter’ dedik.

Tabii ki o da gerçek bir ortadoğulu gibi, bizi yanlış bir yere götürüp işte burası dedi. Ama bugün kandil olduğu için kapalı diye de ekledi. Yani meğer o gün kandilmiş. Ama yılmadık tabii. İnternetten mekanın telefon numarasını bulup aradık. Gayin gayden başka dostu yok. Hemen bir taksi gönderip bizi aldırdılar.

Efendim nihayetinde mekana girdik. Giriş 25 dolar ve sınırsız içki. İçerdeki elemanlar gay magazinden fırlamış gibi. Biz sahnenin yıldızı olacağız diye beklerken, figüran kaldık. Ama ilginç birşey anlatayım. Aralarda çam yarması bodyguardlar dolaşıyor ve fazla yakınlaşmanıza izin vermiyor. Hatta sigara için dışarı çıktığımızda, başka bir tanesi gözümüzün içine el feneri tutup burayı terk edin dedi. Nihayetinde ayça müzikholde dans eder gibi oynayıp çıktık. İçerde Hande Yener ve Serdar Ortaç da çalıyorlar, onlarla eğlenen arapları görmek çok güzeldi.

Vee maalesef son gün…Bugün hiçbir yere gitmemeye karar verdik ama gidilecek daha çok yer vardı. Mesela henüz Suriye ve İsrail sınırında başımızı belaya sokmamıştık. Ama bu kısa sürede Beyrut benim ikinci evim oluverdi. Binalardaki iç savaştan kalma mermi izleriyle, balkonlardaki ağaçları, bahçeleriyle, Türkçe konuşmaya çalışan mükemmel insanlarıyla Beyrut kalbimin ortasına yerleşti… İyi ki varsın Beyrut, iyi ki varsın güzel Vatan…

Dipnotlar:

-Lübnan’da amerikan doları da kullanılıyor, para bozdurmayı çok dert etmeyin.

-Rahat olun gayet güvenli bölge sahiden.

-Gidiş geliş uçak biletleri dahil beş gün ortalama bir tatil için 2000 lira yeter, ama lükse kaçmazsanız.

-Feyruz’u sadece sabahları dinliyorlarmış.

-Beyrut’a sevgili yapmadan gidin, çok gay bir şehir, boş dönmeyin.

-Son olarak o dönem benim bir sevgilim olduğu için hiçbir şey yapmadım ama arkadaşım sahilde oturup Feyruz dinlerken acı çekti çok şükür.

Hazırlayan: muahhhh

 

9. SAYI

HOMOJENOku

İndir