Türkiye için bir ilk kitap: ‘Eşcinsel Erkekler’

2002 yılında Metis Yayıncılık’ın “siyahbeyaz” seçkisinden çıkan “Eşcinsel Erkekler” kitabı, kitabın tanıtım yazısında da bahsedildiği şekliyle Türkiye için bir “ilk kitap” olma özelliği taşıyor. Murat Hocaoğlu’nun uzun bir araştırma ve doğrudan görüşmeler sonucu hazırladığı kitap, 25 erkekle yapılmış röportaj ekseninde eşcinsel yaşamın hukuki, kültürel ve siyasi boyutlarını ve sorunlarını, kişilerin özyaşamöykülerinden yola çıkarak sergileyen önemli bir çalışma niteliğinde.

Bir kitapçıda tesadüf eseri karşıma çıkıveren bu kitap, eşcinsellik hakkında çok doğru alanlara değiniyor. Her bir röportaj, bir konunun farklı noktalarına dokunma ve yeni bakış açıları katma adına oldukça da verimli. Şahsen bu kitabı sanırım 3-4 kez okudum, cinsiyet çalışmaları alanında okuduğum da ilk kitaptır ayrıca. Yayınlandığı tarih itibarıyla artık bazı şeyler güncelliğini yitirmiş olsa bile, birbirine karşıt denebilecek görüşler usta ve samimi bir havayla okuyucuya aktarılmış. Yazar da önsözünde yaptığı röportajlardaki bazı soruların “homofobik” olabileceğini ama yine de sorulması gereken sorular olduğu için sorduğunu dile getirmiş.

Röportajlar çok incelikli oluşturulmuş, neredeyse her tip eşcinsellik deneyimi mevcut gibi. Evli eşcinseller de var, jigololar da. Ayılar da feminenler de. Ben her ne kadar o mekâna gitmemiş olsam da (bar ortamlarını sevmem), Tek Yön barının sahibiyle de röportaj yapılmış. Hatta kendisi ilk ilişkisinde hamile kalacağını sanmış ve diyor ki “evli olmayan bir erkekle asla ilişki yaşamam.”

Kitabın içine doğduğu siyasi ortam bugünkü gibi değil elbette. Ama aktivizm anlamında neler yapılmış o dönemde, öğrenmek isteyenler için bu kitap çok doğru bir kaynak: KaosGL, Lambda ve Legato bunlardan sadece birkaçı. Bunun dışında EshDost ve Türkiye Ayıları gibi gruplara da yer verilmiş.

Kitap hakkında yazılacak çok mesele var, ama birkaç başlık altında genel olarak konuşmak istiyorum. Çünkü her bir görüş bence oldukça değerli ve yeni tartışma ve düşünüş alanları yaratmakta. İnsan kitabı okurken sanki “adsız alkolikler” (aşağılama içermez) terapi grubunda sırasıyla konuşmacıları dinliyor gibi hissediyor yer yer.

Neredeyse her konuşmacının değinmeden edemediği bir konu var: “feminenlik” Genel olarak yerden yere vurma durumu elbette yok ama “feminen biriyle sevişeceğime gerçek bir kadınla sevişirim” düşüncesi konuşmacılar arasında daha yaygın. Özellikle feminenlik hususu jigololar ve ağır abi diyeceğimiz kişiler üzerinden daha da deşiliyor. Ağır abi derken kastettiğim grup, şu “sadece sikerim” kafasındakiler. Bunlar bir erkekle yatsa bile kendilerini heteroseksüel olarak görüyorlar. Haliyle içine düştükleri “eşcinsel olma korkusu”nu röportajın ilerleyen bölümlerinde fark etmemek imkansıza yakın. Jigololar konusu ayılarda 2-3 röportajda geçiyor, birisi jigololarla yatmayı bir kişinin kendine yapabileceği en büyük saygısızlık olarak görüyor, diğeri “bedenini satan o, asıl utanması gereken kişi de o” demekte. Fakat, kısıtlı bir gözlem kümesi olsa da jigoloların ve ağır abi grubundakilerin varoşlardan geldiğine ve şiddet eylemlerine çok müsait kişiler olduğuna vurgu yapılıyor. Özellikle maddi durumunuza ilişkin her şeyi karşı tarafa ilk başlarda göstermeyin deniyor. (Bunu ben de yapıyorum – mesela buluşmalara arabayla gitmem.) Feminenlik konusu eleştiriliyor çünkü eşcinselliğin toplum ve medya tarafından dayatılan yapısına karşı çıkılıyor aslında. Yani makyaj yapan, zayıf, kılsız, kırıtan, kadın gibi olan eşcinsel erkeklerin topluma boyun eğdiğini düşünüyorlar. Ama feminen erkeklerin de bu konuda düşüncesi daha farklı. Erkeklere kolaylık sağlamak da diyebileceğimiz bir durumun önemine vurgu yapılıyor bir röportajda. Yani seviyeyi düşürmen gerekiyor ki erkek de gelip sana ilgi göstermeye çekinmesin. Kitap, erkek eşcinselliğini odak noktasını aldığı için, trans bireyler kapsam dışında bırakılmış. Ama “siyahbeyaz” seçkisinin trans bireylere odaklanmış başka bir kitabı daha bulunuyor, adı “Lubunya” olabilir, ben okumadım, ilgilenenler araştırıp bulabilir.

Bir diğer konu “topluma ayak uydurma”. Röportajlarda dikkatimi çeken bir durum var, o da çoğu eşcinselin okumuş etmiş işi gücü yerinde iyi eğitimli kişiler olması. Bunların çoğu da küçük yaşlarda erkeklere olan ilgilerini fark ediyorlar. İlk röportaj zaten muhteşem. Evli bir erkek, sahibi olduğu işyerinde çalıştırdığı birine aşık oluyor ve durumu karısına anlatıyor, karısı da onu terk etmiyor. Aşık olduğu kişi aşkına karşılık vermiyor ama adam bir yandan da başka erkeklerle yatıyor. Evli bir erkeğin toplum baskısı, eşini aldatmanın verdiği vicdan azabı, mutluluğun imkansızlığı gibi konulardaki fikirleri çok samimi. Yine başka bir röportajdaki kişi, çocukluk arkadaşıyla aşk yaşamaya başlıyor ve adam nişanlanıp evlenip gidiyor, onun nişanında hissettiklerini çok duygusal buldum, adam buna demiş ki “seni ne kadar çok severim bilirsin değil mi?” evlendikten sonra da tekrar görüşmeye devam etmişler. Benzer bir başka durum da; yukarıdakilerden farklı biraz ama, “açılma” mevzusu. Kimi röportajlarda açılmayı doğru bulmayanlar var çünkü “ben kendimi savunsam bile annem belki kendini komşusuna karşı savunamaz ve onu böyle bir durumda bırakmak istemem” düşüncesi var. Kimisi de “artık yalanlarla yaşamaktan sıkıldım” kafasında. Açılmanın işyerinde ve hayatta getirdiği sıkıntılardan da yer yer bahsediliyor. Hatta TV’ye çıkıp eşcinsel olduğunu açıklayan biriyle de röportaj yapılmış, diyor ki “Cihangir’de oturuyor olmama rağmen, bir süre dışarıya çıkmaya çekindim”. Açılma ve açılmama hadisesinin yer yer topluma ayak uydurma ekseninde değerlendirildiğini gözlemledim. Hatta ayılar hakkında konuşulurken, ayı beğenisinin bir nevi “maske” olup olamayacağı üzerine bir soru soruldu. Zaten bilirsiniz, ayılar maskülenliği yücelttiği için aslında ataerkilliği de yücelttiği düşünülür. Ama röportajda “ayılık ve transeksüellik, eşcinselliğin iki ucunu temsil eder” gibisinden laflar edildi.

Başka bir başlık “tek olma hissi ve dayanışma ihtiyacı”. Neredeyse her kişi, hislerini deneyimleyen tek kişi olduğunu düşünmüş olduğunu söyledi. Haliyle birilerine açılmanın getirdiği rahatlıktan bahsedenler de oldu. Hatta bir kişi “konsantrasyonumun yüzde kırkını kendimi toplum içinde saklamaya harcayacaktım” diye bir laf etti ki, dolaptan çıkmak diye de tabir edilen olayın onu yalnızlıktan ne kadar kurtardığını bu sözüyle çok güzel açıkladı. Eşcinsel ortamların eleştiri konusu olduğunu gözlemledim. Bu ortamlarda takılan kişilerin birbirini üzen ve aşağılayan güvenilmez yalancı yapılarından sıkça bahsedildi. Avrupa’dan ithal edilmiş bir nevi “mit” şeklinde olan eşcinsel erkek hayalinin kişileri çok incittiği dile getirildi. Bu kapsamda; hem deneyimlerin aktarımına çok ihtiyaç bulunması hem de toplumun her alanında özgürce var olabilmek adına dayanışmanın önemine vurgu yapıldı. Homofobiyle savaşılmalı dendiyse de bu savaşa önce LGBTİ+’ler içinden başlanmalı görüşü de dile getirildi. Bununla birlikte; hiçbir politik yapının temsile soyunduğu kesimleri temsil edemediğini de belirtenler oldu. Temsil olayı “tek tip” eşcinselliği vurguladığı gibi, bazı eşcinsel derneklerdeki kişilerin aslında eşcinsel olmadığını da söyleyenler oldu. Gördüğüm kadarıyla, bir şeyler yapmaya istekli çok kişi var ama ortak bir platformda birleşilemiyor.

Son olarak bahsetmek istediğim konu “yalnızlık ve yaşlanma korkusu”. Bazı kişiler “evlenmek isterdim çünkü çocuk sahibi olmak isterdim” demekte. Çünkü çocuk, kişiyi hayata bağlayan bir amaç teşkil edermiş. Onu büyüteceğim, okutacağım, evlendireceğim falan derken zaman akıp gidermiş. Kimisi yaşlanmaktan korkuyorum çünkü yaşlılığımda kimse yanımda olmayacak demekte. Bu kapsamda; Ajda Pekkan’dan bahsedildiğini gördüm. Ajda Pekkan’ın gay ikonu olmasının yanı sıra, eşcinseller için yaşlılığı yenmiş bir kahraman olarak da algılandığına vurgu yapıldı.

Dediğim gibi, kitabı bir yazıyla anlatabilmek pek mümkün değil. Örneğini artık pek göremediğimiz bir iş ortaya çıkmış diyebilirim ve bu tip işler tarih yazımı açısından da büyük öneme sahip. Eğer kitabı bulabilirseniz, mutlaka okuyun. Çünkü insan yeni bakış açıları keşfediyor.

Sevgiler,

Hazırlayan: hazineci

HOMOJENOku

İndir