Yıllar geçti, hepimiz birer yaş büyüdük. Her yıl ardında anılar biriktirdi ve dönüp baktığımız arşiv devleşti. Gelin biraz da kendimizi tanımaya çalıştığımız, kabullenmeye çalıştığımız o döneme, çocukluk, ergenlik yıllarına dönelim. Eminim bir çok ortak nokta göreceğiz hikayelerimizde.
Her arkadaş ortamında mutlaka konusu geçer. Kimi zaman karşı taraf sormaya çekinir, “Ne zamandır böylesin?” diye sorar. Sorunun bir diğer biçimi ise “Kendini ne zaman fark ettin, kabullendin?”dir.
Neydi bu kendini başka hissettiren ona? Nereden geliyordu bu his, ne zamandır böyleydi ve olaylar nereye dayanıyordu?
O’nun elinden ayırmadığı küçük beyaz bir arabası vardı, ablasının hediye ettiği. Gittiği her yere üşenmeden taşır, o araba ile türlü oyunlar kurardı. Arabasından başka sevdiği oyuncak ise mutfak eşyaları idi. Annesini yemek yaparken izler, onun yaptıklarını dikkatle takip ederdi. Yanında bir arkadaşı var ise mutlaka yemek yapan, yemeği sunan o olurdu. Henüz 4-5 yaşlarında bir çocuktan bahsediyoruz. Babasını yoğun çalışması sebebi ile pek göremez, evde anne ve ablası ile vakit geçirirdi çokça.
Komşularının oğlu Şahin onlara geldiğinde içini kocaman bir heyecan kaplar ve hemen oyun düzeneğini kurmaya başlardı. Şahin onu beyaz arabaları ile alır, evine götürür, beraber yemekler yerler ve ardından uyurlardı. Ve o, bundan duyduğu heyecanı içinde büyütüp, ertesi gün tekrar yine Şahin’in onlara gelmesini, ya da annesinin izin verip Şahin’lere oyun için gideceği zamanı beklerdi.
Günler geçti, okul zamanı geldi. Futbola ilgisinin gelişmeyişi onu ders aralarında sınıfta oturmaya yöneltti. Bu sebeple ilkokulda en yakın arkadaşları hep kızlar oldu. Tek bir çocukla arkadaş olmak istiyordu. Sıra arkadaşı Kaan’a her zaman çok iyi davranır, onunla yemeğini, eşyalarını paylaşmak için fırsat arardı. Kaan tayin sebebi ile okuldan ayrılınca çok üzülmüştü.
Artık kendisini leyleklerin getirmediğini öğrendikçe kafası karışmaya başlamıştı. Ama bunu düşünmek istemeyip, bu düşünceleri sürekli erteliyordu. Babası ile arası annesi ile olduğu kadar iyi değildi. Babası dışarıya soğuk duran, sevgisini pek de belli edemeyen bir adamdı ve bu onun babasına yakınlaşmasını zorlaştırıyordu. Ne zaman ki ortaokul yıllarında başarıları sebebi ile babası onu el üstünde tutarcasına ilgisini tamamen yöneltti, araları o zaman ısınmaya başladı.
Ortaokulda çevresindeki bir kız arkadaşının ilgisi dikkatini çekti ve onunla şu sevgililik diyaloglarına girdi, kız ile tek yaptığı büfeden gazoz ve çikolata alıp, onları tüketir iken sohbet etmekti. Ortak arkadaşları olan Emre ile konuşma fırsatı buldukça can atıyordu ama. Beden eğitimi dersinde sınıfta giyinirken gizliden gizliye Emre’yi izlemek ona büyük bir heyecan veriyordu.
Lisede kuzeninin vermeye çalıştığı akıl ile kızlara cinsel anlamda yakınlaşmaya başladı ama bu ona zoraki bir durum gibi geliyordu. Sonrasında da kendini daha fazla zorlamaması gerektiğini düşünüp, çocukluğundan gelen bu hislerle yüzleşmeye karar verdi. 16 yaşındaydı.
Evlerine internet alınmıştı ve dilediği her bilgiye ulaşabiliyor olması onu kendisini tanımada ileriye taşıdı. Eh tabi, açıp izlediği şeyler de erkekler oluyordu.
Akabinde yıllar sonra hayatının merkezine kocaman bir kaya parçası gibi oturacak kişiyi tanıdı ve gerçek aşkı kendince o vakit tattı. Uzaktı, üniversiteye onun yanına gidecekti. O da öğretmen olacaktı.
O da Sonnet’in tüm sözlerini ezbere biliyordu.
Çocukluktan yeni çıkmışlığın heyecanı ve yaşadığı hayal kırıklığı ile sonraki ilişkilerinde de hep onu aradı ve çoğu zaman başarılı olamadı.
Şimdi işinde gücünde, yüksek lisansının derdinde.
Beyaz arabamı da benden habersiz çöpe atmışlar.
Sevgiler…