Röportaj: Gülay

Bir gün bir çılgınlık edip bizi sevdiğini söyledi, o zaman bu zaman Gülay hep naif, kırılgan, aşkın iç ısıtan sesi oldu. İlk albümü kabul ettiği Cesaretin Var Mı Aşka’dan bu yana, pop müzik ama çokça Türk Halk müziği şarkılarıyla seslendi bize.

Hazırlayan: Tunca Tutkun

Aralarda albümlerine serpiştirdiği söz-müzikleri kendisine ait şarkıların -mesela Bir Sevi Masalı albümünde Sokaklar şarkısını dinleyip mest olun- yanında, şahsi olarak favori Türk filmlerimden olan İstanbul Kanatlarımın Altında’nın tema müziğinin sözlerini yazarak -“Aşk” şarkısını bilmeyen var mı?- üretim yönünden de zengin bir sanatçı olduğunu gösterdi. Bu şarkıların ortak özelliği söylediği şarkılara Gülay imzasını atabilmesi ve yorumuyla o türkülere tatlı bir dokunuş getirebilmesiydi. 1995 yılında hepimizin gönlüne girdiği “Cesaretin Var Mı Aşka” albümünü, 1997 yılında Bir Sevi Masalı, 2001 yılında türkü formunda Damlalar, 2002 yılında yine türkü formunda Damlalar II, 2004 yılında pop formunda Adı Yok, 2006 yılında Dalgalar, 2011 yılında Aşkhane -Gülay Sezer adıyla- ve 2013 yılında Damlalar III albümleri izledi. 2016 yılını sevdiği şarkılara Gülay’ca dokunuşlar yaptığı “Gri Şarkılar” albümüyle karşıladı. Bu arada Damlalar isimli televizyon programıyla her hafta canlı performanslarıyla bizleri mest etmeye devam etti. Ben de 2017 yılına yeni girmişken duyguların kadını Gülay’a müziğe, hayata, yaşadığımız olaylara bir sanatçı ve vatandaş olarak bakışını sordum, ortaya bu keyifli sohbet çıktı. Bu söyleşinin keyfi en çok Gri Şarkılar albümü fonda çalarken çıkar. Bu albümü edinmeniz de tavsiyemdir.

 

2016 yılında Gri Şarkılar albümüyle bizlerle buluştunuz, albümde daha önce seslendirilmiş şarkılara Gülay’ca dokunuşlar yapıyorsunuz, bu albüm sürecinden bahseder misiniz? Kimler el verdi? Nasıl ortaya çıktı ve kimlerle çalıştınız?

Öncelikle bu albüm için ilk yüreğini koyan kişi sevgili yapımcım Murat Doğan. Albümün isim önerisi de kendisinden geldi. Sevgili Burçe Doğan da aynı şekilde albümün başından sonuna kadar yükü omuzlayanlardan.

Aranjeler birbirinden değerli müzisyenler tarafından yapıldı. Hüseyin Cebişçi, Gökhan Varol, Cihangir Aslan, Evren Arkman, Efe Demiryoğuran, Gökhan Tümkaya ve Çağlar Türkmen elbirliği ile harika bir iş çıkardılar.

 

Klasik “Cover” albümlerin aksine daha önce çok dillere düşmemiş ya da özel ilgisi olanın dışında çok fazla el değmemiş şarkıları yorumluyorsunuz. Bülent Ortaçgil, Gündoğarken gibi eski toprakların yanı sıra, Tuna Kiremitçi gibi yeni nesil müzisyenlerin eserlerine de yer vermişsiniz. Bu da sizin farkınız. Bu şarkıları nasıl seçtiniz? Tavsiye miydi yoksa kendi yüreğinize değen şarkılar mıydı? Şarkıları belirleme sürecini anlatır mısınız?

Ben mutlaka söylemeyi sevdiğim şarkıları seçerim. Bu albümde de benim gençliğimden bu yana bıkmadan dinlediğim şarkılardan ve ekibimizin önerilerinden oluşan 40 şarkılık bir repertuar oluşturduk. Önce tamamını demo olarak kaydedip, zor olsa da 11 şarkıya düşürdük. Sonra “Gri Şarkılar”…

 

Bu albümde rock tınıları olduğunu ve yeni bir vokal tekniği kullandığınızı düşünüyorum. Daha rock bir Gülay tınısı var. Gülay’ın bu albümde rock müziğe göz kırptığını söyleyebilir miyiz? Albümdeki vokalleriniz için özel bir çalışma yaptınız mı?

Çok doğru bir tespit açıkçası :). Rock zaten çok sevdiğim bir tarz ve sahnede sıklıkla rock şarkılar söylüyorum. Özel bir vokal çalışması yapmam gerekmedi, çünkü şarkıların bana hissettirdiği şekilde yorumladım hepsini. O zaman jazzy ya da blues yorumlar da hissedilecektir albüm dinlenildiğinde. Tamamı Rock soundundan oluşan bir albüm başka bir renge ev sahipliği yapacak muhakkak.

 

Yeni albümle fiziksel olarak değişim geçirmiş bir Gülay gördük. Özel hayatınızda da mutlu gelişmeler oldu, yıl bitmeye yaklaşırken sizden 2016 yılı değerlendirmesi istesek, 2016 yılını nasıl yaşadı Gülay?

2016 öncelikle kendi adıma bir albümle birlikte, yeni bir nefes oldu benim için. Fakat ülke ve dünya genelinde düşününce, durum pek de iç açıcı değildi ne yazık ki. Yılın sonuna bir şekilde gelindi ve ben yine bir “mucize” bekliyor olacağım.

 

Baktığımızda uzun aralıklarla albüm çıkarıyorsunuz. Bu sizin tercihiniz mi yoksa müzik sektörünün içinde bulunduğu durumun bir sonucu mu?

Her şey hızla tüketiliyor maalesef. Durum böyle olunca ben de katkı koymak istemiyorum bu hıza. İçimize ne denli sindirirsek bir şeyleri, hayatımızdaki yeri de o denli kalıcı olur diye düşünüyorum. Bu, hayatta bir sürü şey için de geçerli, dostlukta da aşkta da böyle olmalı örneğin…

 

Şu sıralar eski şarkıların “cover” albümlerle veya “saygı albümleriyle” yeniden yorumlanması çok revaçta. Eskiye olan bu talebe ne diyorsunuz, yeni şarkılar neden tutmuyor?

Duygular daha samimi ve içten sanırım. Tabii ki biraz da kapitalizmin etkisi yok diyemeyiz. Daha garantili geliyor olmalı yapımcılar için, geçmiş zamanlara damga vurmuş, sevilmeme ihtimali olmayan şarkıların söylenmesi…

 

Özellikle son zamanlarda yapımcıların can simidi olan saygı albümü türü projelerde kolaya kaçtıklarını, bir yandan da yeni ve yetenekli müzisyenlerin parası ya da “tanıdığı” olmadığı sürece ıslık bile çaldırılmadığı, can çekişen bir müzik sektörü var ve siz de içindesiniz bu çarkın. Yapımcıların yeni yapımlara yatırım yapmaktan çekinerek eskilerden medet ummalarını, kendi şarkılarını yazan bir sanatçı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Ülkemizdeki müzik sektörünü nasıl yorumluyorsunuz?

Bir türlü oturtulamayan bir sistem var Türkiye’de hem yapımcılar hem de sanatçılar için. Her ne kadar tasvip etmiyor olsam da, gerçekleri de göz ardı edemiyorum. Sistem bozuk olunca herkes bir şekilde kendini var etmeye çalışıyor. Bu noktadan bakınca hali hazırda var olan isimler bile fiziki olarak satış getiremezken, yapımcılar maalesef yeni isimlerle kendilerini riske etmiyorlar. Cesur insanlar çıkacaktır muhakkak bu çarkı tersine çevirebilecek…

 

Gülay yeni isimlere destek veriyor mu? Bu tür isteklerle gelenler oluyor mu? Yanıtınız ne oluyor?

Ben 2011 yılında GNP prodüksiyon adlı kendi şirketimi sırf bu sebeple kurdum. Konser vs. gelirlerimi ticari bir beklenti olmaksızın yeni arkadaşlarıma şans verebilmek için kullandım. Sayacak olursam: Serkan Boran, Bülent Altun, Aysun Eldeniz, Göktuğ Çelik, Örgü Project, Hakan Çetinkaya, Ali Taşyürek ve 2013 yılında yaptığım Damlalar 3 türkü albümüm, GNP’nin gurur duyacağı, arşivlik albümler. Fakat tek başınıza, size destek vermeyen kanallarla ne yazık ki bir yere kadar yürüyebiliyorsunuz.

 

Albümün geribildirimlerinden memnun musunuz? Zamanımızda sanatçıların en büyük sıkıntısı şarkılarını yayınlatacak mecraların az olması ve bilhassa klip yayınlatmak için fahiş para istenmesi. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz, siz de bu sorunlarla karşılaştınız mı?

Bu sorunla karşılaşmayan yoktur sanırım.  Pasaj müzikle çalışıyor olmam bu anlamda benim için büyük şans açıkçası. Sağlam bir PR kadrosu ve aynı şekilde sağlam ilişkileri var yıllardır yaptıkları özel projelerle bağlantılı olarak. Bu yüzden de geri dönüşler benim açımdan son derece tatmin edici.

 

Siz üç klip çektiniz ve epey de ses getirdi. İlgiden memnun musunuz ya da daha iyi olabilirdi diyor musunuz?

3 klip çektim ve 3.sü henüz yayınlanmadı. Fakat Mucize ve Beni Verme Ellere gayet güzel tepkiler aldı. Emeğin karşılığını bulması bir nebze de olsa ümit verici.

 

Cesaretin var mı aşka şarkısını bizler cinsiyetsiz olarak kabul ettik. Özellikle LGBTİ bireyler için bu şarkının yeri çok ayrıdır. 21 yıl sonra bu şarkının hala ilgiyle dinlenmesinin sebebi sizce ne olabilir? 21 yıl öncesi ile bu günü değerlendirmenizi istesek neler söylerdiniz?

Tam da dediğiniz gibi cinsiyetsiz bir şarkı. Aşkın cinsiyetle değil cesaretle ilgisi var çünkü. Bu şarkının klibinde özellikle karşımdaki oyuncunun yüzünün görünmemesini istemiştim. Herkes kendi aşkını yaşamalıydı orada… Öyle de oldu galiba 🙂

 

Gülay şimdi, 25 yaşında olan ve yolun başındaki Gülay’a ne söylemek isterdi?

Yine “Cesaretin Var Mı” derdi hiç şüphesiz… 🙂 Bu çok devrimci bir söylem esasında, buradan bakacak olursak, 25 yaşındaki Gülay’ın ihtiyacı olacak tek şey, dimdik ve sisteme hizmet etmeyen, sırtını gerçek aşka dayamış bir duruş sadece.

 

Çıkardığınız her albümde ister popüler müzik ister türkü formunda olsun bir Gülay imzasını atabiliyorsunuz. Fantezi türünde de, popüler müzik türünde de, türkü türünde de, film müziği türünde de eserler yorumladınız, şiir çalışmalarınız da var, her daim yenilikler deneyen bir sanatçı olarak en çok kendinizi hangi çalışmada daha mutlu ve iyi buldunuz?

Çok teşekkür ederim böyle düşündüğünüz için… Yaptığım işler beni tatmin eden işler elbette hangi tarzda olursa olsun. Fakat tabi ki eksik bulmadığım şeyler olmadı değil çalışmalarımda kendimi acımasızca eleştirdiğim. Bu noktada en içime sinen albümlerim “Damlalar”, “Aşkhane” ve son albümüm “Gri Şarkılar” albümlerimden çok çok mutluyum.

 

Şiir çalışmalarınıza gelmek istiyorum. Özellikle Facebook’ta iletilerinizde bolca yer veriyorsunuz gerek kendinizin gerekse diğer şairlerin şiirlerine. Bu türe yönelik çalışmalarınız da var mı?

Şiir çok başka bir aşk benim için. Beste yapmaktan çok şiir yazıyorum, naçizane tabii ki… Şiir gecenin kardeşi, benim ruhumun ortağı, yarısı.

İlginç olan ise, düşünerek şiir yazmamam. Akar gelir cümleler benden bağımsız, benim bile daha önce tanımadığım bir sürü Gülay çıkar içimden ve okuduğumda çok şaşırırım. Şiir yazmak şizofrenik bir eylem bence. Kim bilir belki bir şiir kitabı hatıra bırakabilirim ömrüm vefa ederse.

 

Evde kendi başınızayken kimleri dinlersiniz? En son aldığınız albüm ya da gittiğiniz konser hangisiydi? Takip ettiğiniz diziler var mı?

Çoğunlukla radyo dinlemekle birlikte olmazsa olmazlarım var. Mesela Birsen Tezer’siz bir gün düşünemiyorum. Son aldığım albüm Güliz Ayla albümüydü. Sırada Kalben’in albümü var. Konsere gelince, en son sizinle de birlikte olduğumuz Ayhan Orhuntaş konserine gitmiştim.

Dizim de var tabi ki 🙂 Paramparça ve Poyraz Karayel’i izliyorum. Hepsi bir yana ben çok sağlam bir boks severim. Cumartesi akşamlarını iple çekerim boks maçlarını izlemek için.

 

Son dönemde kapatılan gazeteler, dergiler, dernekler var. Tutuklanan akademisyenler, gazeteciler, yazarlar, politikacılar var. Ülkemizdeki Ohal’i, tutuklamaları ve bu kapatma kararlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sırf birileri size benzemiyor diye, onu kendi potanızda eritip yok etme bilinci kabul edilebilir değil. Hayattaki en ağır sınavlarımızı her zaman korktuklarımızla veririz. Bu çok can alıcı bir nokta. Sırf korkularımız yüzünden bir sürü insanın mahkûmiyeti, işsiz kalışı, yitip giden hayatlar… Herkes kendini ve sınırlarını bilmeli, başkalarının haklarına ve hayatlarına tacizde bulunmadan sonsuz özgür olmalıdır bana göre. Elbette ben asla onaylamıyorum ve son derece anti demokratik ne yazık ki…

 

Son yıllarda kadın cinayetleri, taciz, tecavüz vakaları artış gösteriyor. Veya daha çok haberlere yansır oldu. Fikirlerinizi merak ediyoruz, bu durumu neye bağlıyorsunuz?

Aslında daha çok yansır oldu dediğiniz gibi. Tabi ki çoğaldığını da düşünüyorum. Hukuksal olarak çok ciddi boşluklar var maalesef, cezai yaptırım yeterli değil. Kaldı ki ne yazık ki tecavüzü normal sayacak söylemler duyuyoruz bu ülkede. Tecavüzcüleriyle evlendirilmeye kalkılan çocuklar, kadınlar var. Bu noktada tecavüz edilen erkek çocuklarını, babaları tarafından taciz ve tecavüz edilen bebekleri nasıl bir akıbet bekliyor olacak?

Yıllardır eşcinsellere bu denli baskı uygulayan, eşcinsel evliliklere en ağır şekilde karşı çıkan bu zihniyet, bu durumda sırf tecavüzcüsü ile evlenebilsin diye Türkiye’de legal hale getirebilir diye düşünüyorum.

Bunu tecavüz üzerinden konuşmak bile çok utanç verici. Keşke çok insani bir bakışla, özgürlüğe duyulan saygıyla, herkesin istediği, dilediği gibi aşkını korkusuzca yaşamasına fırsat verilseydi…

 

Sizin toplumsal konulara karşı duyarlılığınızı da biliyoruz, hayata ve insana dair paylaşımlarınızı ilgiyle takip ediyorum. Bu dergi toplumun en ezilen kesimlerinden LGBTİ bireylerin çabalarıyla oluşturulmuş bir platform ve sizin bu dergiye söyleşi vermeniz gerçekten çok anlamlı. Son iki yıldır ülkemizdeki LGBTİ Onur yürüyüşleri valilik tarafından engelleniyor. Trans ve LGBTİ birey cinayetlerine bakarsak Avrupa’da birinci sıradayız. Bu transfobi ve homofobideki tırmanışın sebebi sizce ne olabilir? Toplumda belirgin bir dışlama yaşayan ve adeta varoluş mücadelesi veren LGBTİ’lere ve yaşadıkları sorunlara sanatçı ve vatandaş gözüyle nasıl bakıyorsunuz? Sorunun çözümünü nerde görüyorsunuz?

Aslında bu sorunun cevabını bir önceki sorunun içinde vermiş oldum bilmeden. Yasaklar sadece yasak olmaktan öteye gidebilir mi? Mümkün mü bu? Sırf birilerine uymuyor diye onların istediği gibi ve onlara ait olan hayatı yaşamak olur mu?

Evet, ne yazık ki son derece homofobik bir toplum olduğumuz için, tahammülümüz yok bizden farklı hisseden hiçbir insana. Aslına bakarsanız bu kadar tepkinin altında, böylesine homofobik bir duruş sergilemelerinin altında belki de bastırılmış bir eşcinsellik bile olabilir diye düşünüyorum.

Şimdi biraz sert ve kaba olacak belki ama biliyor musunuz ki birçok boşanma davasının gerekçesi anal ilişki istenmesi eş tarafından.

E sormuyorlar mı şimdi, madem bu kadar karşısınız da, nedir bu eğiliminiz o vakit diye.  Buyurun size yeni bir tartışma konusu.

LBGT bireyler bu konuda her türlü engellemelere, yasaklamalara rağmen çok dik bir duruş sergiliyor. Çok da büyük bir destek arkasında her ne kadar göze çarpmasa bile. Sorunun çözümü her şeye rağmen direnmekte, mücadeleye ne olursa olsun devam etmekte ve cesur olmakta…

 

 

Bir LGBTİ kampanyasında, yürüyüşünde ya da yapılan bir etkinlikte sizi görmek mümkün olacak mı? Katılmayı düşünür müsünüz?

Gerek İstanbul’da gerekse Ankara’da yapılan LGBT onur yürüyüşlerinde bulundum zaten. Ben ve benim gibi bir sürü insan da her daim desteğimizi vermeye devam edeceğiz, her türlü yasaklamaya rağmen.

 

Son olarak derginin okurlarına ve dinleyenlerinize bir cümleyle seslenmek isterseniz ne dersiniz?

Sevgili Homojen Dergi’nin tüm emekçilerine ve okurlarına sonsuz minnetlerimi belirtmek isterim öncelikle ve size çok teşekkür ederim, aracılığınız ile karşı karşıya güzel bir paylaşımda bulunmamızı sağladığınız için…

Sevgi, muhabbet ve aşk ile…

 

7. SAYI

HOMOJENOku

İndir