Şükran Moral sınırları zorlayan, haksızlığa karşı ses çıkaran nadir sanatçılarımızdan biri. Sıra dışı performanslarıyla eleştirilerini sergileyen Şükran Moral, eğitimini Roma Güzel Sanatlar Akademisinde tamamladı. 90’lardan günümüze kadar gerçekleştirdiği performanslarıyla hem Türkiye’de hem de Dünya’da performans sanatının en önemli isimlerinden biri haline geldi.
Kadına yönelik şiddet, ülkedeki LGBTİ+ mücadelesi, Çocuk istismarı, Trans cinayetleri gibi birçok konuda performanslar sergileyen Moral, halen Roma’da ve İstanbul’da hayatına devam ediyor. Lafı fazla uzatmadan kendisiyle gerçekleştirdiğim söyleşi ile sizleri baş başa bırakıyorum.
Röportaj: İlker Bozkurt
Kadınlar, eşcinseller, translar, çocuklar, ötekiler özgür olsa sizce dünya yerinden oynar mıydı?
Ya hep beraber özgür olacağız veya köle. Sınıf bilinci önemli. Meşhur ve zengin bir transla işi olmayan bir trans asla aynı değil. Öteki olmanın farkına varan ve bunun için mücadele edenler kazanacak. Fakat gerçek rüyamız kadınların, eşcinsellerin ve transların özgür olduğu bir dünyada bir anlık coşkuyla söylenen şarkılar. Ben buna AŞK ŞARKILARI diyorum kısaca. Özgürlük de aşka dahil.
Faşizme, homofobiye, transfobiye, erkek egemen düzene karşı bacak omuza yapmak istesek de bir türlü başarılı olamıyoruz. Sizce eksiklerimiz nedir? Bize ne lazım?
Biz de eksik olan ortak yaşam alanlarının, meydanların, parkların, köprülerin, sokakların, artık bize ait olmayışı. Öyle bir şehirde yaşıyoruz ki hiçbir aidiyet hissetmiyorsun. Ortak belleğin bilinçli silindiği bir döneme girdik. Ortak yaşam alanları hakkında söz hakkı olmayışı giderek yabancılık duygusu yaratıyor. Bırak bacak omza atmayı, bacaklarımızın varlığından da şüphe duyduğumuz bir karabasan.
Gözlemlediğim bir şey var bizde aydın diye tabir ettiğim kişilerin çoğunda maalesef. Gerçek demokrasi bilincinin olmaması. Faşist ideolojinin kriterlerini işine gelince kullanması özellikle de kadınlara karşı. Eğer savunulması gereken kadın bir trans ise görmezden geliniyor çoğu kez. Medyanın kullandığı dile bak, özellikle kadın bedenini aşağılamaya yönelik. Aynı dili kullanan çok sözde aydın gördüm.
Sizce performans sanatı nasıl tanımlanır, nasıl ifade edilir?
Performans sanatını tanımlamak çok zor. Yaratıcılığın beden diliyle anlatılması desem çok eksik kalıyor. Benim için tabulara jilet atmak… demek. Çok duygusal bir açıklama gibi ama cidden performans sanatı şiirsel bir anlatım. Anlık olması da çok önemli. Son performanslarımı müze ve sanat galeri dışında gerçekleştirdim. O anda kim varsa onlarla iletişim kuruyorsun.
Performanslarınızın ilham kaynağı nedir? Sergileyeceğiniz performansı nasıl tasarlarsınız? Bunu ortaya koymak için nelere ihtiyaç duyarsınız?
İlham kaynağı içimde bitmeyen öfke; haksızlığa karşı duyduğum öfke ve hayata karşı duyduğum hastalıklı aşk. Performanslarımı zamanın ve andaki psikolojime göre hazırlarım. Geçen sene yaptığım bir performans var mesela hiçbir yerde gösterilmedi. O performansı yıllardır düşünüyordum sonunda yaptım. İki kişiyle beraber. Yine sokaklarda. İmkanlarım ne kadar kısıtlı olursa olsun engel tanımam yaparım. Büyük sponsorlarla hiç performans yapmadım, bu bir seçim ama bazen çok yorucu. Son performansımda o yerdeki eşyaları kullandım. O kadar yalın. Önemli olan duyguları yakalamak.
Casa Dell Arte’de gerçekleştirdiğiniz “Amemus” isimli performansınızda cinsellik üzerine tabuları yıkmaya yönelik mükemmel bir dokunuşunuz oldu. Fakat ülkenin gericisi çok, ahlak bekçisi çok, nefretten besleneni çok, homofobiği çok, performansınız sonrası ciddi bir linçe uğradınız. O dönem yaşadıklarınızı ve sonrasında daha da vurucu performanslarla yolunuza devam etmeyi nasıl başardınız? Bu gücün kaynağı nedir?
Amemus performansımı 2010 da yapmıştım. 2010’dan sonra Türkiye’de sanata ve sanatçılara karşı baskı, sansür ve saldırı yaşandı. O linçin içinde sanat çevresi de vardı. Özgürlük meselesini anlamayan ama kendi başlarına gelince şaşırıp kalanlar. Hatta Türkiye muhafazakâr bir ülke, yapmasaydı diye gazetelere demeç de verdiler. Ölüm tehditlerini Norveç’te bir müzede 2015 yılında kişisel sergimde sergiledim. Yine o yıllara dönersek “yetmez ama evet” fırtınası esti. İşbirlikçi liberallerin de yardımıyla bu günlere geldik. O zamana dek linçe uğramanın ne olduğunu bilmiyordum, filmlerde veya romanlarda başkasının başına gelen bir şeydi. Yaşayınca anladım. Ayrıca bunu yazmayı çok istiyorum, kitaplaştırmayı. Ne bir galerici ne bir koleksiyoner ne de en yakın arkadaşlarım yanımdaydı. Yanındayım mesajını hep tanımadığım kişilerden aldım. Gücümün kaynağı belki de küçük yaştan bu yana yalnız oluşum, hayatta tek başıma kalabilme mücadelesini “yalnız” vermem. İnsanların kaypak ve ikiyüzlülüğünü çok küçük yaşta öğrenmem. Korkuyu tanıyorum hem de çok iyi, o korkuyu cebime koyup ileri gidebilme gücüm hep oldu. Sanat benim için çoğu kez bir misyon. Bu fikrimi çok sevmesem de gerçeğim bu. Kendimle çelişkilerim de var, deli gibi kendime meydan okumalarım.
İki hemcinsin sevişmesinden korktular, öyle korktular ki kıyamet koptu. Kasayazar gazeteciler köşelerinde tükürelim bu performansa dediler. Amemus performansıma tükürmek de inanılmaz çünkü Türkçesi “sevelim!” Sevmeyelim mi o zaman? Bu tükürenler ordusunu bir transın kapısında sırada görmek ise sıradan bir olay. Düzen iki yüzlülüğünü başımıza silah dayayarak kabul ettirmek istiyor.
Performanslarınızda dikkatimi çeken en önemli konu, ülkemizde konuşulmayan, üzeri örtülen, halı altına süpürülen sorunlara değiniyor olmanız. Sorun dediğime bakmayın, acılar demek daha doğru olur. Oysaki saklayınca veya görmeyince bu acılar yok olmuyor. Örnek verecek olursak çocuk gelinler, erkek egemen toplum, kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet, LGBTİ+ cinayetleri, homofobi, transfobi. Ülkenin bu ciddi sorunları sizce neden konuşulmuyor ve sürekli saklanıp görmezden geliniyor?
Öteki olan yerde acı olmaz mı… Çünkü ben de ötekiyim. Göçmen, kadın, siyah… Dünyayı da iki yüzlülük yönetiyor. Gerçek mesele dünya zenginliklerinin birkaç ailenin elinde tekelleşmesi.
Ahlak, namus ve din gibi şeyler sadece ezilen sınıflar için var. Çünkü kendileri her türlü ahlaksızlığı satın alabilirler.
“Çocuk gelinler” i tırnak içine alalım. Çocuktan gelin olmaz sadece çocuk olur. Çocuğa tecavüz etmek ve onun gelişmesine izin vermemek. Birileri Türkiye için plan yapmış, cahilliğin ve gericiliğin çukuruna atmak. Afganistan olmamızı istiyorlar. Laik olma çizgisini aşarsak bu daha da vahim olacağa benzer.
Küçük yaşta görülen şiddet asla kapanmıyor, hastalıklı cahil kadınlar ordusunu yönetmek elbette daha kolay. Translarla ilgili de 90’lı yıllardan bu yana çok iş yaptım. Hortum Süleyman’ı anlatılan bir video belgesel henüz Türkiye’de gösterilmedi.
3 yıldır İstanbul’daki LGBTİ+ Onur yürüyüşleri Valilik tarafından hukuksuzca engelleniyor. Bu yıl ise yeni modamız Ankara Valiliği’nin başlattığı tüm LGBTİ+ etkinliklerinin süresiz yasaklanması. Türkiye geneline yayılan ilginç, tuhaf yasaklanmalarımız. Resmen yasaklıyız ayol! Hani sanki yasaklayınca bizler yok olacakmışız gibisinden. Daha bizleri ne kadar görmezden gelecekler bilemiyorum fakat bizler “Yasak Ne Ayol!” dedikçe ülkeyi yönetenlerin çivilerinin tek tek çıkıyor olması göz kamaştırıcı. Avrupa ülkelerinde yaşamış biri olarak Homofobik/Transfobik devlet ne zaman yıkılır dersiniz?
Faşizmin ana hedefi toplumu tek renge indirmek. Grileştirmek, ezmek ve yönetmek. Tuhaf demek yeterli değil. O zaman ben de gülümse hadi gülümse derim. Evet yasaklı, sevmek yasak faşizm sevmeyi de yasaklar. Tuhaf olan buna boyun eğmek. Yok olmayacağını biliyorlar, iktidarın istediği bir boyun eğenler ordusu yaratmak. Çünkü korku, haksız olmanın korkusu… Onlar görmezden gelmeye devam edecekler biz de görünür olmak için. Demokrasi bilincinin yükselmesi gerek. Kendine sahip çıkmakla, eğer bir sanatçı AMEMUS’u yapıyorsa yanında durmakla…
Performans sanatçısı dendiğinde aklıma ilk olarak Marina Abramovic geliyor. Türkiye’den ise aklıma ilk gelen isim sizsiniz. Dünya üzerinde performanslarını ve yaptıkları işleri takip ettiğiniz sanatçılar kimler?
Takip ettiklerim geçmişte kaldılar maalesef, mesela Gina Pane, Ana Mendieta.
Bizimkilerin dinsiz olarak nitelendirdiği kâfir gâvur ülkeler var. Bakıyoruz o ülkelerde yaşayan insanlar çok mutlular, özgürler, sevgi dolular. Dinler bizden bir şeyler alıp götürüyor sanki. Haklarımızı, özgürlüğümüzü, duygularımızı, sevgimizi, insanlığımızı kaybettiriyor. Bana katılır mısınız bu konuda bilmiyorum ama sizin fikirlerinizi merak ediyorum.
Herkesin göç etmek istediği cennet olarak gördükleri yer Avrupa. Aslında bu konu basite indirgenmeyecek kadar karışık. Bir yanda Ortadoğu’yu petrolü için kana bulayan Batı var, bir yanda da petrolünü Batıya peşkeş çeken Doğu ülkelerinin prensleri, sultanları, devlet yöneticileri. Din etkeni petrol ve kanla öyle çok bulandı ki elde kalanın kendisi ne?
Ülkemizde yaşanan Trans cinayetleri, Kadın cinayetleri acıların en büyüğü ve artarak devam ediyor. 2016 yılında gerçekleştirebildiği tek icraatı 81 ilde mevlit okutmak olan Aile Bakanlığımız olunca çözümsüzlük kaçınılmaz oluyor. Türkiye’deki LGBTİ+ ve Kadın mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce üstesinden gelebilecek miyiz?
Kadınların sesleri çok güçlü ama yeterli değil. Çünkü bu sadece KADIN meselesi de değil. Simon de Beauvoir “kadınların eşit olmadığı yerde devrim de olamaz” demiş, buna katılıyorum.
Şimdi elimizde bir sihirli değnek olsa, erkeklerin penislerini vajinaya çevirebilseydik acaba bu düzen değişir miydi? Şiddet son bulur muydu? Penisin erkeklere yüklediği bu zorbalık ve anlamsız zavallılığın kaynağı sizce nedir?
Niye değiştirelim ki o zaman vajinaya veya penise gereğinden fazla iktidar vermiş olmuyor muyuz? Zaten penis iktidarı var yeterince. Şiddet ancak eğitimle, sanatla azalır. Şiddetin tamamen yok olacağına da inanmıyorum gerçi. Penise anlam yükleyen çok kadın da tanıyorum laf aramızda. Burada acı bir gülümseme gerek.
Sizi takip edenler için yakın zamanda hayata geçireceğiniz yeni performanslarınız olacak mı?
Vur-Kaç performanslarıma devam edeceğim. Projelerimi artık önceden ilan etmiyorum.
Bu güzel röportaj için size çok teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim. YASAK NE AYOOOL!
10. SAYI